Bu gaza gelmeyin! Ayasofya kalabalıktan zarar görecek olsaydı, Vatikan'ın Sen Piyer'i çoktan yerle bir olmuştu...
Ayasofya Camii’nin kapısına, sıvalarına ve duvarlarına bir haller oldu! Ziyaretçilerden bazılarının 15 asırlık mâbetten gizlice ufak parçalar yürüttükleri ve hattâ bazılarının da kapıdan söktükleri ağaç parçaları yedikleri söyleniyor…
Böyle tırtıklamalar semavî olsun olmasın, birçok dinin mensupları arasında yaygındır. Şifa bulmak, sevap kazanmak, büyü yapmak yahut uğur getirmesini sağlamak maksadıyla mâbetlerden, din büyüğü kabul edilen kişilerin mezarlarından ve hattâ koyu Katolik memleketlerde asırlar önce yaşamış din büyüklerinin muhafaza edilen cesetlerinden ufak parçalar kopartırlar. O parçanın ne şekilde kullanılacağı itikada ve niyete göre değişir; suya koyup o suyu içer, bazen de âfiyetle yerler...
Benzer merak sadece Avrupa’da değil geçmişte bizde de varolmuştur, meselâ Anadolu’daki Selçuklu ve İlhanlı mumyalarından kopartılan küçük parçaların da benzer şekillerde kullanıldığı söylenir. Eski asırlarda yazılmış olan “havass”, yani cin ve büyü kitaplarının bazılarında kiliselerden küçük mumlar ve şayet becerebilirler ise ufak boyda haç çalmak şartı vardır ve yürütülen bu objelerin nasıl kullanılacağının formülleri de verilir.
Bizde, imparatorluk döneminde birkaç asır boyunca vârolan bir âdetten de bahsedeyim:
Topkapı Sarayı’nın “Emânât-ı Mukaddese”, yani “Kutsal Emanetler” Dairesi senenin belli zamanlarında süpürülür, hattâ bu işe zamanın padişahı da bizzat katılır, sonra mekânın zemini güzelce bir yıkanır, dairenin dışına akan suların toparlanabildiği kadarı kazanlara doldurulur, bu su şişelere taksim edilir, bir kısmı devletin önde gelenlerine, kalanı da nüfuzlu kişilere hediye olarak verilirdi...
Hani eski devirlerde enflasyon artıp da devalüasyon şart olduğunda bu iş madenî paraların içindeki altın ve gümüşlerin oranı azaltılarak halledilir ve paranın kıymeti böyle düşürülürdü ya, aynı iş zamanla talep fazlalaşınca Kutsal Emanetler Dairesi’nin yıkanması sırasında toplanan sularda da yapılmaya başladı. Arz, yani temizlik artığı su miktarı gayet az idi ve neticede bir “yıkama suyu devaliasyonu” başladı: Kazanlarda biriktirilen sular şişelere artık tepeleme doldurulmuyor, sulandırılıyordu! Şişelere çeşme suyu koyuyor, üzerlerine de kutsal emanetlerin temizliğinden arta kalan sudan çok az, hattâ birkaç damla ilâve ediyor ve saray görevlileri bunları bir güzel satıyorlardı!
Osmanlı Arşivleri’nde birkaç sene önce bu iş ile alâkalı bazı emirler görmüştüm: Sahtekârlık zamanla artmış, hattâ çeşme suyu bile “Kutsal Emanetler’in yıkama suyu” diye satılır olmuştu ve saray tedbir alınmasını emrediyordu!
Bu yazıyı yazmadan önce Türkiye’nin önde gelen psikiyatristlerinden olan bir dostuma danışıp sözkonusu davranışların psikiyatride nasıl değerlendirildiğini sordum. Bu davranışlarda bâtıl inancın ve obsesif kişiliğin sözkonusu olduğunu ama yapılanların bir hastalık olarak görülemeyeceğini söyledi. Sonra, mâbetlerde yaşanan ve din ile alâkası olmayan “alma-verme” faaliyetlerinin, yani sadece mekândan birşeyler almanın değil, kişinin falanca işinin olması için mum dikmesi, çaput bağlamasının yahut mekâna adak olarak yiyecek, vesaire sunmasının da aslında obsesif hareket olduğunu anlattı.
“SINIRLAMA” GAZINA GELMEYİN!
Ayasofya’nın kapısından ve duvarlarından parçalar kopartıldığının farkedilmesi üzerine kopan yaygara devam ediyor!
Ziyaretçi kalabalığının binaya zarar verdiği, çözüm olarak da gelenlerin içeriye gruplar halinde alınması ve kalabalığın engellenmesi gerektiği konuşuluyor. Ayasofya’nın yeniden cami olmasını hazmedemeyen bazı Batılılar da asıl fikirlerini gizliyor, bin küsur senelik binanın kalabalık yüzünden zarar gördüğünü söyleyip “Tedbir de tedbir!” diye tutturuyor ve bu zihniyetin bizdeki gönüllü sözcüleri aynı sözleri tekrar edip duruyorlar...
Bu gaza gelmeyin! Ayasofya’da ziyaretçi sayısına sınır getirmek, yani 86 sene boyunca ibadete kapalı olan bir ibadethanede “İçeriye ancak şu kadar kişi girebilir” gibisinden bir uygulamaya girişmek “tedbir” değil, “kısıtlama”dır!
Tedbir içeride alınır, meselâ duvarların önüne boydan boya kordon konup tırtıklamanın önüne geçilir, hâlen restorasyon sebebi ile kapalı olan üst kattaki galeriler açıldığı zaman da aynı uygulama yapılır, şu anda zaten mevcut olan sivil memur sayısı da gerektiği takdirde arttırılır, bu ve bu gibi başka tedbirlerle kapılara ve duvarlara verilen zararın son bulması değil ama en aza indirilmesi sağlanabilir.
Ziyaretçi kalabalığı şayet binalarda yıkılma tehlikesine sebep olsa idi, Vatikan’ın Sen Piyer’i çoktaaaan enkaza dönerdi!