Kadın aleyhtarlarına açık mektup
Türkiye’de birçok sektörde ama özellikle medyada hala erkek tahakkümcülüğü çok güçlü. O nedenle, kadın meselesiyle ilgili yazılarımdan sonra cinsiyetçi erkek köşe yazarlarının saldırılarına uğramam da çok doğal. Fatih Altaylı’nın Çarşamba günkü yazısı da üslup olarak tam bu türden bir yazı.
Mesele sadece Altaylı değil. ‘Erkek tahakkümü rejimi’nin değişmemesi için hem muhafazakar hem laik kanatta hem siyasette hem medyada kadınları hedef alan daha çok işler yapılacağını unutmayalım. Kadın aleyhtarlığı bu ‘ortalama Türkiye erkek tipi’nin kanına işlemiş. Kadın haklarından yana gözükseler bile içlerinde o cinsiyetçi faşizm dipdiri duruyor. Fakat çok şükür ki kadına karşı şiddetin bir örneği olan tahakkümcü yazarlar artık kadınlar tarafından büyük tepki görüyor. Cinsiyetçiliğin ırkçılık gibi bir hastalık olduğunu bu ülkenin erkeklerine biz kadınlar öğreteceğiz. Fakat her şeyden önce de erkeklerdeki kadın aleyhtarlığının ince taktikleri konusunda kendimiz bilinçleneceğiz. Aramızdaki tüm siyasi farklılıkları hatta zıtlıkları paranteze alarak, kadınlar olarak özgürleşme ortak zemininde bir bütün olacağız. Zaten kadın hareketi ve kadın mücadelesi özünde bu demektir.
BİZ, ÇOK BÜYÜK BİR GÜCÜZ!
Erkek yazarların ısrarla konuyu maskülen siyasi hayatımızın malum ideolojik kavgalarına çekme ve sulandırma gayretine kadınlar olarak direnebilirsek, çok büyük başarılar elde edeceğimiz kesin. Çünkü toplumun yüzde 50.4’ü yani çoğunluğu biziz. Aslında birleşip, kararlı dursak, çok büyük bir gücüz.
Türkiye kadın hareketi de küçümsenmeyecek bir altyapıya sahip. Yazımın başlığı, 1927 yılında yayınlanan ‘Kadın Yolu’ gazetesinde Hatice Ahmet’in enfes yazısına seçtiği başlık. 1883 yılında yayınlanmaya başlamış Şükufezar dergisinden itibaren bu toprakların kadınlarının bir mücadele birikimi var ve ‘Türk erkek medyası’ bunları kesinlikle ve özellikle bilmiyor. Kadınlar Dünyası’ndan, Pazartesi dergisine, Mor Çatı’dan, Kaktüs mecmuasına yüzlerce kadın yazarın ismini sayabileceğimiz bir birikim bu. Medyascope’ta yayınlanan, Işın Eliçin’in Femfikir isimli programına göz atmanızı öneririm. Orada sık sık bu birikim işleniyor.
HEM BİLMİYOR HEM DE AKIL VERİYORLAR
Malum tahakkümcü erkek yazar takımı, sadece bizimkini değil, Mary Wollstonecraft’tan Bell Hooks’a kadar olan evrensel kadın hakları mücadelesi literatürünü de bilmiyorlar. Bilmemekten de gocunmuyorlar. Bilmedikleri halde yani bir nevi cehaletin cüretkarlığıyla ‘Nagehancığım’ diyerek bir de bana akıl vermeye kalkıyorlar. Onlara uygarlık tarihini okumalarını ve öğrenmelerini tavsiye ederim!
Dindar ya da seküler, Türk ya da Kürt, Sünni ya da Alevi, Kemalist ya da muhafazakar, sosyalist ya da liberal… Kim olursa olsun, kadınların problemleri yüzde 90 oranında aynı. Yukarıda saydığım bütün kesimlerin erkeklerinden birbirinin kopyası kadın aleyhtarlığı söylem örneklerini burada dökebilirim.
CEMAL SÜREYA VE YILMAZ GÜNEY
Mesela, biz kadınların şiirlerini çok sevdiğimiz şair Cemal Süreya maalesef bir yandan da hayatındaki kadınlara şiddet uygulayan tipik tahakkümcü bir erkekti. Müthiş bir kadın olan eşi edebiyatçı Tomris Uyar’ı dövüyordu. Tomris Hanım o sebeple Süreya’dan ayrıldığını Murat Belge’ye anlatmıştı. Aynı şekilde Nursel Duruel ve Feyza Perinçek tarafından yazılan Süreya biyografisi de bu konuda çok dürüst bir kitap. İki değerli kadın yazar, büyük şairin sanatının hakkını veriyor ama bu gerçekleri de dile getiriyorlar.
Başka bir örnek önemli sinemacımız Yılmaz Güney. Güney’in kadına karşı şiddet konusundaki kabarık sabıkası zaten çok yazıldı. Kimi filmlerinde, (en başta Arkadaş filmi) korkunç boyutta bir kadın aleyhtarı söylem vardır. Ancak son derece cinsiyetçi bir film olan ‘Arkadaş’ yıllarca solcu yazarlarca yere göğe sığdırılamadı.
DÜCANE CÜNDİOĞLU'NUN O YAZILARI
İslami kesime de gidelim. Dücane Cündioğlu’nun 2004 yılında Yeni Şafak’taki yazılarından derleme ‘Philo-Sophia-Loren’ isimli bir kitabı var. O kitaptaki yazılarda Cündioğlu, kadınların üniversite okumasının bile yanlış olduğu ve iş hayatına katılmak yerine eve kapanıp reçel yapmalarının fıtratlarına daha uygun olacağını ileri sürüyor. Cündioğlu’na göre kadının yeri evi ve görevi de kocasına hizmet ve çocuklarına reçel yapmak. Hatta bu konuda erkekleri de suçluyor. Erkekler bakkala gidip nutella almaya devam ederlerse yani kadınlar evde oturup reçel yapmaktan tamamen vazgeçerlerse, durumun daha da kötü olacağını ifade ederek erkekleri de kadınlara karşı kışkırtıyor. Cündioğlu bilim felsefe ve din tarihindeki bütün cinsiyetçi tahakkümcü erkek birikimini tuhaf bir zevkle harmanlamış o kitapta. O dönem, İslamcı erkek yazarların büyük çoğunluğu bu feci cinsiyetçi yazılara destek vermişler ama Hidayet Şefkatli Tuksal ya da Fatma Barbarosoğlu gibi isimler başta olmak üzere, dindar kadınların hepsi haklı olarak kıyameti koparmıştı.
Cündioğlu entelektüel birikimini ve okuma tutkusunu takdir ettiğim bir yazar ve eminim şu an bu korkunç fikirlerinden utanıyordur. Artık çizgisinin farklı olduğunu düşünüyorum. Fakat bu yazdıklarının niye utanç verici olduğuyla ilgili de yeni bir özeleştiri kitabı yazması ya da bir TV programında bunları anlatması gerektiğine inanıyorum. Süreya ve Güney de, yaşasalar, kadına şiddet konusunda özeleştiri yaparlardı bence…
Biz kadınlar, hatasını kabul eden erkeklere karşı daha anlayışlı olmalıyız. Bu toplumda hem erkeklerin hem kadınların somut isimler vererek ve geçmişiyle yüzleşerek dürüst itiraflarda bulunabilmesi ancak daha anlayışlı bir iklimde mümkün olur.