80 yılın ardından başka bir Atatürk
İpek Çalışlar’ın ‘Atatürk’ kitabını, çıkar çıkmaz büyük bir merakla ve notlar alarak okudum. Mustafa Kemal’in özellikle çocukluğu ile ilgili birçok ve çok şaşırtıcı şey öğrendim. Bazı noktalarda takıldım, kafamda soru işaretleri oluştu, bazı yerlerde Çalışlar’ın ‘mevcut konjonktür’ olgusunu gözeterek özellikle yumuşak geçiş yaptığını düşündüm. Sonuçta kitabı bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış yeni bilgileriyle, anlatımıyla, kuru ve resmi dilin dışındaki üslubuyla büyük bir kazanım olarak gördüm. Ve yazmak için 10 Kasım’ı bekledim…
Bugün Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün 80. ölüm yıldönümünde, bu kitapta ilgimi çeken bazı bölümleri sizinle paylaşacağım. Bu detayları Atatürk’ün hayatını iyi tetkik eden uzmanlar dışında kamuoyu neredeyse hiç bilmez. Bazı kısımlar daha önce basında yer almış olsa da ben kendi gözümden ilginç bulduklarımı ayırmadan sıralamak istedim…
ALİ RIZA BEY ZÜBEYDE HANIM'I DÜĞÜN GECESİ NEDEN TERK ETTİ?
Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım ve babası Ali Rıza Bey’in nikah hikayesinden başlayayım. Zübeyde Hanım zengin bir ailesi olan, dillere destan güzellikte, gencecik bir kız.
Oysa kamuoyu Zübeyde Hanım’ı böyle bilmez. Ali Rıza Bey, Zübeyde’nin abisi ile arkadaş bir gümrük memuru. Anlatıya göre Zübeyde gibi bir güzeli rüyasında görüyor, fakat Zübeyde’nin annesi önce bir memuru kızına layık bulmuyor. Aileyi ikna etmek abisine düşüyor.
Ancak nikahtan önce o günün adeti olarak gelinin bütün yüzünü ağdalıyorlar. Ardından da ‘telleme’ denen ağır bir makyaj yapıyorlar. Teller, boncuklar yapıştırıyorlar. 14 yaşındaki Zübeyde’nin yüzünü, bu işlemler sonucu çıban ve sivilce basıyor. Ali Rıza Bey düğün gecesi karşısında rüyalarında gördüğü kızı beklerken çıbanlar içinde bir suratla karşılaşıyor ve ertesi sabah Selanik’i terk edip memurluk yaptığı Çayağazına gidiyor. Birkaç ay da dönmüyor.
GÖRÜMCE ZULMÜ
Zübeyde Hanım 14 yaşında gelin olup Ali Rıza Bey’in aile evinde kayınvalidesi ve görümcesi ile yaşamaya başlıyor. Kayınvalide gelinini seviyor, benimsiyor, yardımcı oluyor.
Ali Rıza Bey’in ablası Hatice Hanım ise öyle değil. Emretmekten, zulmetmekten hoşlanan bir kadın Hatice. Zübeyde’yi eziyor, ona en zor işleri buyuruyor.
MUSTAFA KEMAL’IN ABLASININ CESEDINI ÇAKALLAR PARÇALIYOR
Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Bey evliliklerinin ilk yıllarında, Alı Rıza Bey’in memurluk yaptığı, Orta Makedonya’da deniz kıyısında bir köy olan Çayağzı’na yerleşiyorlar. Bu kararda Ali Rıza Bey’in karısını ablasına ezdirmeme isteğinin önemli bir payı var. İlk çocukları Fatma doğmuş, ikinci çocuk Ahmet burada doğuyor. Mustafa Kemal’in ablası Fatma bir süre sonra hastalanıp ölüyor. Ancak Çayağazı’nda Müslüman mezarlığı yok. Denize yakın bir yerde çocuklarına mezar kazıyorlar.
Zübeyde Hanım bir süre sonra mezara ziyarete gittiğinde yavrusunun cansız bedenini ıslak toprağın üzerinde buluyor. Dalgalar mezarı açmış, cesedi çakallar parçalamış!
KANUNLA BELİRLENEN DOĞUM YILI
Mustafa Kemal’in doğduğu gün belli değildir ve doğduğu yıl ise tartışmalıdır. Bu bilinen bir olay. Askeri okula kaydedilirken doğum yılı Rumi ya da Hicri takvim olduğu belirtilmeden 1296 yazılır. Hicri takvimle 1296 1879, Rumi takvimle ise 1880 ya da 81’e karşılık geliyor. Daha sonra kendisi Tasvir-İ Efkar Gazetesine gönderdiği özgeçmişinde Rumi 1296 demiş. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarında doğum yılı 1880 kabul ediliyor. Sonra 1881 denmeye başlıyor. 12 Eylül darbesinden sonra ise doğum yılının kanunla 1881 olduğu kabul ediliyor.
ATATÜRK'ÜN ÖZEL HAYATI
Çalışlar’ın kitabında Atatürk’ün özel hayatına dair de çok çarpıcı bölümler var. Bunların önemli bir kısmı kız kardeşi Makbule’nin anlatımlarından.
Fikriye Hanım ve Latife Hanım’la ilişkisi hep tartışılmıştır Mustafa Kemal’in. Bence Fikriye aklına değil, kalbine, Latife ise kalbine değil aklına hitap ediyordu. Fikriye’yi gerçekten sevdiği, onun özelliklerinin çizdiği ‘ideal kadın’ özelliklerinden uzak olsa da Atatürk’ün istediği kadın özelliklerine çok uyduğu kanaatindeyim.
Fikriye Hanım.Atatürk düşünce olarak kadınların toplumda erkeklerle eşit yeri olmasına yürekten inanan bir siyasi liderdi. Bu yönüyle gerçekten tam bir ilericiydi. Kadınların kişisel hayatındaki yerine ilişkin ipucunu siyasete girmek istediğinde Latife Hanım’a verdiği cevapta görüyoruz. Şöyle diyor Paşa: "Ben kadınların meclise girmelerinden yanayım. Ama karımın mecliste olmasından yana değilim. Bana rahatı ancak sevgili karım verebilir." (İsmet Bozdağ’ın Atatürk ve Latife Hanım kitabından)
Fikriye güzel, Latife akıllı, Fikriye eve, Latife dış dünyaya hitap ediyor. Ama bence ikisi de duygusal, ikisi de kırılgan ve ikisi de Mustafa Kemal’i çılgınca kıskanıyor.
Her ne kadar Halide Edib, Mustafa Kemal’in Latife’ye aşık olduğunu ifade etse de, benim inancım bunun aşktan ziyade bir takdir olduğu. İyi eğitimli, özgüvenli ve kendi ayaklarının üzerinde duran örnek kadını buluyor Latife’de. Ama onu güzel bulmuyor. Latife Hanım, kafasındaki "evde rahatı sağlayacak eş" de değil. Fikriye ise hülyalı bakışları ve dalgınlığı ile doğulu kadına atfedilen özelliklere sahip. Öte yandan iyi eğitimli, Mustafa Kemal Paşa’nın üvey babası Ragıp Bey’in kardeşinin kızı. Ama annesi Zübeyde Hanım ve Makbule onu hiçbir zaman kabul etmiyor, Mustafa Kemal’den uzak tutmaya çalışıyorlar. Zübeyde Hanım bu amaçla Fikriye’yi bir Mısırlı ile evlendiriyor ama evlilik sürmüyor. Sonuçta iki kadın da çok acı çekiyor. Biri şüpheli şekilde ölüyor, diğeri ise yaşarken adeta ölüme mahkum oluyor.
Latife Hanım.ATATÜRK'ÜN OĞLU VAR MIYDI?
Kitabı çok değerli ve ufuk açıcı bir kaynak olarak bulmakla birlikte Atatürk’ün oğlu olduğu iddia edilen ve rahmetli Mete Akyol’un 1981’de bulduğu Abdürrahim Tunçak ile ilgili kısmının yetersiz olduğunu düşünüyorum. Tunçak herhangi bir evlatlık olarak anlatılıyor. Bu konunun üzerinde neredeyse hiç durmamış İpek Hanım.
Tabi Mustafa Kemal hâlâ üzerinde rahatlıkla konuşmanın kolay olmadığı, hatta birkaç yıldır yeniden bir kutsallık zırhına bürünen bir isim. Onunla ilgili tarihi bulguları açığa çıkarmak yıllarca vatan hainliği sayıldı, hâlâ da öyle. O nedenle Atatürk ile ilgili yazı yazmak kolay değil, hele bir 10 Kasım günü…
Ancak Atatürkçü bir ailede doğmuş, cumhuriyet değerleri ile hiç çelişmemiş çevrelerde büyümüş biri olarak ben bu koruma zırhını hep çok korkakça buldum ve onunla ilgili okudukça olumlu ve olumsuz bir çok yönünü keşfettim. Bir yandan atılan iftiraları diğer yandan uydurulan efsaneleri gördüm…
***
10 Kasım’ın ikinci anlamı
Bugün benim için herkesten farklı. Zira 10 Kasım 1938 yalnızca Atatürk’ün ölüm günü değil. Aynı zamanda kaybettiğim sevgili babam Rüştü Alçı’nın doğum günü…
Hayatın şu tesadüfüne bakın ki babam, Mustafa Kemal Dolmabahçe’de son nefesini vermesinden yaklaşık 2 saat önce Kayseri’nin Germir köyünde doğmuş. O zamanlar iletişim böyle değil tabi. Anlattığına göre Atatürk’ün ölüm haberi köye birkaç gün sonra ulaşmış.
Ulusal yas ilan edilen, kederin ve ağırlığın hakim olduğu bir günde doğmak insanın psikolojisine tuhaf bir etki ediyor olsa gerek. Babamın doğum günlerini coşkulu kutladığını ya da kutladığımızı pek hatırlamam. Dostlar, akrabalar gelirdi ama hep bir burukluk, bir kasvet olurdu havada… Hepimizin doğum günlerinin olağan neşesinden farklı, belki fazla ağırbaşlıydı onun doğum günleri
Şimdi, ölümünün üzerinden onca zaman geçtikten sonra geriye bakıyorum ve şundan emin olduğumu görüyorum: Herkes babasını sever ama zannederim benim ve kardeşimin sevgisi herkesin baba sevgisinden biraz fazlaydı. Biz babamızı, bize çizdiği farklı dünyasıyla, kendine özgü naïf, hesapsız ve sınırsız sevgisiyle yalnızca sevmedik, aynı zamanda onunla nefes aldık, hayata onun gözlerinden baktık. Kaybının üzerinden yaklaşık 8 yıl geçmesine rağmen acının ve bıraktığı boşluğun hiç azalmaması galiba bu yüzden…
Her 10 Kasım'da annem ve kardeşimle mezarına gidiyor, dua ediyor, sonra da güzel bir yemek yiyip, onu anıyor ve doğum gününü kutluyoruz. Bugün 10 Kasım’ın benim için herkesten farklı bu ikinci anlamını sizlerle de paylaşmak istedim…