Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen Çarşamba akşamı sevgili Didem Arslan Yılmaz’ın programında Mansur Yavaş’ı büyük bir mutlulukla izledim. Son derece yapıcı, seçimin bir savaş değil, bir yarış olduğunun bilincinde olan, hizmet odaklı, en büyük kavgaları verdiği Melih Gökçek ile ilgili dahi olumsuz bir ifade kullanmayan olgun bir profil gördüm Mansur Bey’de. Tebrik ediyorum…

        MANSUR YAVAŞ'IN DOĞRU ÜSLUBU

        Özellikle "Demokrasilerde kaybeden yoktur", "Biz sadece Ankara’yı 5 yıllığına yönetmeye talibiz", "Belediye başkanları siyasi düşüncesi ne olursa olsun onu kalbine gömüp bütün insanlara saygı duymalıdır", "Rövanş duygumuz yok, zafer kazanmış olmuyoruz. Düşman mı var karşımızda?" sözlerini çok önemsedim.

        Baba tarafından Kayserili olarak Mehmet Özhaseki’nin belediyeciliğini, kente neler kattığını, Türkiye’nin şehircilik anlamında en başarılı örneklerinden biri olan Kayseri ile adeta özdeşleştiğini bilirim. Bunların yanı sıra Özhaseki yumuşak ve yapıcı üslubu ile de tanınır.

        Mehmet Özhaseki, Mansur Yavaş.
        Mehmet Özhaseki, Mansur Yavaş.

        Bu nedenle Mansur Yavaş’ı dinlerken Ankara’da bu kez yarışın bir "makuller yarışı" olacağını düşündüm. İki taraf da diyaloğa açık, nazik ve makro siyasete değil, kent sorunlarına ve belediyeciliğe odaklı. Tam da gerçek demokrasilerde olması gerektiği gibi güzel bir yarış olacak Ankara’da…

        EKREM İMAMOĞLU'NUN BAŞKAN ERDOĞAN'I ZİYARETİ

        Aynı şeyi İstanbul için de söylemek mümkün. Ekrem İmamoğlu da perşembe akşamı Başkan Erdoğan’ı ziyaretinde son derece yapıcı bir tavır sergiledi.

        Savaş değil, nazik bir yarış, düşman değil rakip, kana kan değil, vaade vaat… Demokrasilerde olması gereken budur. Hele köfteci muhabbeti özlediğimiz gülümsemeyi getirdi siyasete.

        Binali Yıldırım’ın yapıcı ve yumuşak tarzı zaten herkesin malumu. Ekrem İmamoğlu da kavgacı değil, diyaloğa açık bir aday olduğunu ortaya koydu. İstanbul’da da "makuller yarışı" olacak. Ve bence 31 Mart’ın havası, sonuçlar ne olursa olsun, hepimize iyi gelecek.

        REKLAM

        ***

        Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının adalet talebi

        Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan ve Mehmet Altan ile ilgili istinaf mahkemesinin vermiş olduğu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kararının bozulmasını istedi.

        Başsavcılık, bu üç ismin anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan değil, terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan yargılanmalarını istedi. Yani TCK’nın 314. Maddesinin ikinci fıkrasına göre yargılanmalarını talep etti. Şayet Yargıtay’ın ilgili ceza dairesi onarsa 15 gün içinde karar ilgili istinaf mahkemesine gidecek.

        Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığını bu adalet talebinden ötürü kutluyorum. Ağırlaştırılmış müebbet eski TCK anlamında idam demek. Bu isimlerin yaptıklarına kızabilirsiniz ama onların idamlık suç işlediğini kim ileri sürebilir?

        15 Temmuz askeri darbe teşebbüsünün fiilen içinde olan kimi generaller bile müebbet almayıp tahliye olurken üç gazeteciyle ilgili bu kararın izah edilecek bir tarafı yok. Toplumda belki bazı marjinal fanatikler dışında kimse bu ağırlaştırılmış müebbet kararlarının doğru olduğunu söylemiyor.

        Nazlı Ilıcak’ın dördüncü torunu Ali Kerim 6 ay önce doğdu, henüz yüzünü dahi görmedi. Ahmet Altan’ın edebiyat eserlerini bile yayınevleri basmaya korkuyor. Türkçe yazılmış kitapların tercümesinin yurtdışında yayınlanıp Altan’ın mükemmel kullandığı kendi anadilindeki yeni edebi yapıtlarının basılmaması çok üzücü bir hadise. Alfa-Everest grubuna ve Faruk Bayrak’a da buradan sesleniyorum: Bu kitapları basın lütfen. Olmaz böyle şey. Adaletsizlik bu…

        Ben Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın verdiği bu vicdanlı kararın ceza dairesi tarafından da onanacağına, Nazlı Ilıcak ile Ahmet Altan’ın tahliye edileceğine ve tahliye edilmeleri gerektiğine inanıyorum.

        REKLAM

        ***

        Sanal marketlerin poşet uyanıklığı

        Dün marketlerde naylon poşetlerin 25 kuruşa satılmasının bir devrim olduğunu yazdım. Hakikaten günler içinde alışkanlıklar büyük oranda değişmeye başladı. Başkan Erdoğan da konuşmasında promosyon olarak bez torba ve file dağıtılacağını söyledi. Bu, çok güzel bir haber.

        Ancak… Atlanan bir nokta var. Sanal market uygulamalarında ne olacak? İnternetten sipariş verince poşet almama imkanı tanımıyor marketler. Migros’u aradım, sordum. "Ben poşet istemiyorum, kutular içinde getirin, sonra o kutuları geri götürün" dedim.

        Şu yanıtı aldım: "Böyle bir uygulamamız yok. İnternet siparişlerinizi sadece naylon poşetle getirebiliyoruz, işlemi kapamak için de kasa, poşet adedini girmemizi istiyor."

        İşin Türkçesi şu: Sanal market kullanıcıları naylon poşetten kurtulamıyorlar ve bu poşetlere para ödemek zorundalar. Bu, her şeyden önce sanal market tüketicisi için büyük bir haksızlık, bir dayatma. Bu uygulamanın değişmesi şart! Naylon poşetle mücadele etmek istiyorsak, internetten alışveriş boyutu göz ardı edilemez! Sanal market kullanıcıları için bir an önce poşetsiz taşıma seçeneğinin gündeme gelmesi gerekiyor. İsteyenler için malzemeler karton kutulara doldurulsun ve o kutular markete geri gitsin. Bu, çok mu zor?

        Diğer Yazılar