Yavuz Selim Demirağ saldırısındaki tuhaflıklar
Yeniçağ gazetesi yazarı Yavuz Selim Demirağ’ın beyzbol sopalarıyla korkunç şekilde dövülmesine hem çok üzüldüm hem de Demirağ’ın yaşadıkları ve sonrasındaki "iyi saatte olsunlar" tarzı tuhaflıklar beni derinden kaygılandırdı.
Bu hadiseyi birkaç gündür içeriden bilgilerle ve önemli yetkililerle konuşarak araştırıyorum. Burnuma gelen kokular Türkiye’nin istikbali bakımından çok rahatsız edici.
2020’lere giderken ülkemiz "iyi saatte olsunlar" olgusunun pençesinden yine kurtulamıyor. Dönüyoruz, dolaşıyoruz aynı yere geliyoruz. Bir girdap bu.
Bir köşe yazarı gece televizyon programından çıkıp evine gidiyor ve evinin kapısında bir grup tarafından ölesiye dövülüyor. Canını zor kurtarıyor. Bu olayın bir benzeri geçmişte gazeteci İlhami Soysal’ın da başına gelmişti.
Demirağ halen hastanede ve bu saldırıyı yapanlar yakalandıktan sonra karakoldan "tuhaf" şekilde serbest bırakıldılar.
Savcı Bey saldırganların ifadelerini bile alma gereği duymadan, Demirağ’ın "hayati tehlikesi olmadığı" gerekçesiyle bu kişilerin salıverilmesi talimatı verdi.
YALNIZCA KINAMAKLA GEÇİŞTİRİLEMEZ
Bu durumun ne adalete ne hukuka ne insanlığa sığmayacağını belirtmeye gerek bile yok. Demirağ’a yapılanı yalnızca kınamakla geçiştirmeyi doğru bulmadığım için de saldırıyı duyduğumdan beri bir yandan bu işin üzerindeyim.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Saldırganların salıverilmesine Emniyet güçlerinin içinde de yanlış gözüyle bakan çok isim var. Aynı şekilde önemli yargı yetkililerinin de görüşü bu yönde.
KİMİ EMNİYET VE YARGI YETKİLİLERİ DE RAHATSIZ
"En azından 2-3 saldırganın tedbiren tutuklanması ya da adli kontrol yapılması ve tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi gerekirdi" deniyor. Kimi devlet ve yargı yetkilileri de yaşananlardan rahatsız.
O yüzden bu tür olaylarda alıştığımız "derin devlet" kalıbını kullanmak doğru değil. Şu an Türk devletinin içinde bir takımadalar topluluğu gibi değişik ajandaları olan "iyi saatte olsunlar" grupları var.
Halka halka sigara dumanı gibi olan "iyi saatte olsunlar" yapılarının kendi aralarında da bazen rekabet, bazen dayanışma var. Bugünkü Türkiye karmakarışık ve dışarıdan bakanların çözümlemesinin çok zor olduğu bir ülke.
DEMİRAĞ’IN BANA VERDİĞİ İLGİNÇ BİLGİLER
Yavuz Selim Demirağ’ı da bizzat aradım. Hem geçmiş olsun dileklerimi ilettim hem de olayı kendisinden dinledim. Hadiseyle ilgili kendi kanaatlerimi de paylaştım. Çok ilginç bilgiler verdi bana Sayın Demirağ…
Dedi ki: "Evim karakola 20 metre mesafede. Ancak saldırıdan 20 dakika sonra geldiler. Yine de haklarını yemeyeyim Nagehan Hanım. Bu saldırganların salıverilmesi ile ilgili emniyetimizde rahatsızlık olduğunu ben de duyuyorum."
"CİNAYET MASASI BU İŞİN ÜZERİNE KARARLILIKLA GİTTİ AMA…"
Sonra enteresan bir detay anlattı: "Benim olayı önce TEM’e verdiler, sonra TEM’den alıp cinayet masasına devrettiler. Oradaki arkadaşlar samimiyetle bu işin üzerine gittiler. Ailem ve komşularım görüntüleri buldu, yanımız BİM. Hem o bölgenin kamera görüntüleri hem de apartmanın güvenlik kamerası görüntüleri var. Bir de komşumuz o saatte camdaymış, yaşananlara bire bir şahit olmuş ve görüntülemiş. Hepsini verdik. Saldırganlar bulundu."
Kısacası polis titiz bir çalışma sonucu 7 kişiyi yakalamış. Ancak gariplik bundan sonra başlamış. Savcı telefon açıp emniyet amiri ile konuşmakla yetinmiş. Sonrasında da "Hayati tehlike yok" diyerek ifadeye bile çağırmadan salıverme talimatı vermiş. Savcı niye böyle davrandı? Orası muamma ama benim bazı tahminlerim var fakat şimdilik bunları paylaşmayacağım.
ORGANİZE BİR SALDIRI MI?
Yavuz Selim Demirağ bu saldırının organize olduğundan emin. "Bana yapılan, Çubuk’ta Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırının devamı, bana saldıranlar Çubuk’ta da vardı, bunu kanıtlayacağım" diye konuştu. Ben bu noktada tam Yavuz Bey gibi düşünmüyorum ama elbette kendisinin düşüncelerine saygı duyuyorum.
Demirağ’ın sert milliyetçi siyasi çizgisi göz önüne alındığında kurduğu şu cümleyi çok önemsedim:
"Geçmişte Beyaz Toroslar yok muydu, İşte bunlar da onlar Nagehan Hanım. Tayyip Erdoğan’ı 87’den beri tanırım. Ben de o dönem MHP’de aktif çalışıyordum. Ama Tayyip Bey devletin içinden yeterince bilgi alamıyor. İşi gücü olmayan bazı adamlar çok rahat para harcayarak ortada geziyorlar. Birileri bunları besliyor. Bunların bir yerlerden koordine edildiğine şüphe yok. Mesela bana saldıranların tamamı Sincan’da oturuyor. Bunlar bir arabada öne 3 kişi oturarak gelmişler. Sahte plaka kullanmışlar. 20 metre ötede karakol varken neye güveniyorlar?"
NEYE GÜVENİYORLAR?
Evet kritik soru "Neye güveniyorlar?" sorusu. İşte orada "iyi saatte olsunlar" devreye giriyor. Bu bahsettiğim sigara dumanı tarzı "iyi saatte olsunlar" olgusunu çok ince ve zekice analiz etmek gerekir.
Şu an Türkiye’de herkes 23 Haziran seçimlerine odaklandığı için ben bu noktadan sonraki bulgularımı şimdilik yazmıyorum. Çünkü yeterince tartışılacağını düşünmüyorum. Vakti gelince bunları konuşuruz.
Fakat bu süreçte insanlık görevim gereği Yavuz Selim Bey’in hakkını hukukunu arama sürecinin yanında olduğumu ifade etmek istiyorum. Köşe yazarları olarak bu korkunç saldırı karşısında "Hepimiz Yavuz Selim Demirağ’ız" diyebilmeliydik. Maalesef böyle bir ortak irade yine gösterilemedi.