Uzungöl'de faşist saldırıya uğrayan o turistler anlatıyor...
Pazartesi günkü yazıma tam da tahmin ettiğim gibi sayısız tepki geldi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu aradı ve önemli bilgiler verdi. Ancak şimdilik yazmayacağıma söz verdim. O bilgileri sizinle Bakan’la yakında yapacağımız televizyon programında paylaşacağım…
Öte yandan sizlerden ve uluslararası medyadan çok fazla sayıda email ve telefon aldım. Hem çok farklı coğrafyalardan Kürt okurlar, hem de yapılan faşist linç girişiminden rahatsız olan birçok demokrat okur bana destek mesajları gönderdi.
Bir de beni şaşırtmayan, bu utanç verici saldırının arkasında duran ırkçı çevreler var ki, onlar da tam beklediğim gibi hala saldırganları ve sonrasında polis sorgusu sırasında ilk etapta yaşanan utanç verici hadiseleri savunmaya devam ediyorlar.
Sıradan faşizm örneği
Bu faşist zihniyete karşı sonuna kadar demokrasi mücadelemi sürdüreceğim… Kürdistan Irak’ta bir bölgenin resmi ismi. Bu bölgenin dünyanın tanıdığı bir cumhurbaşkanı da var, bayrağı da. Üstelik Erdoğan Türkiye’sinde ülkemizden giden işgücü ve yatırımcılarla kalkınmış ve şu anda da çok iyi ilişkilerimizin olduğu bir yer.
Maalesef hem buna gözlerini kapamaya hem de Kürt kimliğini kriminalize etmeye çalışan bir kafa var Trabzon’daki saldırının arkasında…
Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak beni çok utandıran bu olayın iki farklı ve çok problemli boyutu olduğunu düşünüyorum. Birincisi sıradan faşizm boyutu…
Resmi adı Irak Kürdistan Özerk Yönetimi olan bölgeden ülkemize gezmeye gelmiş Kürt turistlere açıkça kendi resmi bayraklarını açtıkları için saldırıldı. O bayrağın üzerindeki Kürdistan kelimesine yasak muamelesi yapıldı. Bu insanlar etnik kimlikleri nedeniyle terörist gibi lanse edilmeye çalışıldılar. Oradaki yığınlar bir provokatörün gazı ile harekete geçebildi, turistler yuhalandılar, canlarını zor kurtardılar.
Bu atmosfer tam anlamıyla bir sıradan faşizm örneğidir. Bu topraklarda bir yanlış kibritin nelere yol açabileceğini göstermesi bakımından ve toplumda kaynamaya hazır böyle bir damar olduğunu gözler önüne sermesi açısından çok çarpıcı…
Erdoğan Türkiye’sini dinamitleme girişimi
İkinci boyut ise devletin içinde pusuda bekleyen ‘iyi saatte olsunlar’. Maalesef son zamanlarda kendilerine epey zemin buluyorlar. Trabzon’daki faşist saldırı girişimi de onlar için bulunmaz kaftan. Saldırının hemen sonrasında saldırgan değil, mağdurların gözaltına alınmaları, sorgu sırasında bazı polislerin hakaretlerine maruz kalmaları Erdoğan Türkiye'sinin altına dinamit koymaktan başka bir şey değil. Neyse ki siyasi irade müdahale etti de bu skandalın önüne geçildi…
Duhok’tan gelen o 60 kişi
Peki kimdi bu saldırıya uğrayanlar? Başlarına gelen hadise karşısında ne hissettiler? Sonrasında neler yaşadılar? Bu soruların peşine düştüm ve hem o grubu Türkiye’ye getiren tur şirketinin sahibi Husni Doski’ye hem de gözaltına alınanlar arasında olan Dilan Salah’a ulaştım. İkisi de sorularımı Duhok’tan yanıtladılar…
Olayı bizzat yaşayan, gözaltına alınıp Kayseri’ye götürülen bu iki isimden aldığım bilgiler şöyle:
Çoğu kadın ve çocuk
Linç girişiminin olduğu günden 2 gün önce bir tur şirketinin organizasyonu ile Türkiye’ye gelmişler. 5 günlük bir seyahatmiş. Grup 60 kişi, 40’I kadın, 5’I çocuk. Yani kadın ve çocuk ağırlıklı, şen şakrak bir ekip. Tümü Duhok’lu. Bir çoğu daha önce de defalarca Türkiye’ye gelmiş, akrabaları, dostları var…Hatta turun sahibi Husni Doski’nin Türkiye’de ikameti bile var.
Seyahatlerinin ikinci gününde Uzungöl’e gitmişler ve gerisini zaten görüntülerden izledik. Ancak Hüsni Bey görüntülerdeki provokatörün saldırdığı o anı şöyle anlatıyor: ‘Yaşlı ama çok saygısız bir adamdı. Bir anda bağırmaya, bize çirkin ifadeler kullanmaya başladı. Ben özür bile diledim ama dinlemedi. Çok kültürsüzdü.’
O provokatörün bağırması ve saldırı girişiminden sonra çevre de hareketlenmiş ve grup kendini bir anda bir öfke bulutunun içinde bulmuş. Husni Doski’nin anlatımına göre dövüldükten sonra polis müdahalesi ulaşmış ancak müdahale olmasa öldürülebileceklerini söyledi Dosni.
Trabzon karakolunda 26 saat
Sonrasında grubu araçlara bindirerek Trabzon Emniyetine götürmüşler. Tam 26 saat karakolda tutulmuşlar. Esas problem o karakolda yaşananlar. Düşünün, turist olarak geldiğiniz ülkede bir saldırı ile burun buruna geliyorsunuz, şiddete uğruyorsunuz, bir de üzerine karakola atılıp 26 saat sorgulanıyor, bir takım polislerin hakaret ve suçlayıcı ifadelerine maruz kalıyorsunuz.
Daha sonra çok şükür Ankara’dan müdahale edilmiş. Dilan Hanım ve Husni Bey’in söylediğine göre kötü muamele için özür dilenmiş. Çaykara Belediye Başkanı bizzat özür dilemiş. Kayseri’ye nakledilmişler.
Provokasyon tehlikesine karşı Kayseri
Kayseri çok uzak, neden Kayseri? diye soruşturunca ‘provokasyon tehlikesine karşı uzaklaştırmak için’ yanıtına ulaştım. Ancak yine de Trabzon’dan Kayseri’ye kadar bu insanların telefonlarının bile ellerinden hangi gerekçe ile alındığını anlayamadım…
Burada bir yanlış bilgiyi düzelteyim: Bu insanlar sınırdışı edilmemişler. Kayseri’de Türkiye’de mi kalmak, yoksa ülkelerine mi dönmek istedikleri sorulmuş, dilerlerse dönüşlerinin ayarlanacağı söylenmiş… Onlar ise kendi araçları ile dönmek istediklerini ifade etmişler.
Ancak bu asla yeterli değil. Çağrımı tekrarlıyorum: Meşhur misafirperverliğimizi esas bu çirkin hadisenin mağduru olmuş bu insanlara göstermemiz, onların gönlünü almamız şart.
Turizm Bakanı’na çağrı
Tatilleri yarım kalan bu Kürt dostlarımızın Türkiye’ye davet edilmeleri ve ağırlanmaları çok güzel bir jest olur ve yaşanan ayıbı bir nebze olsun unutturur. O nedenle kendisi de Turizmci olan Bakan Mehmet Ersoy’a buradan bir kez daha sesleniyorum: Bu grubu davet edin, kendi tesislerinizde ağırlayın. Benim aldığım bilgiye göre hemen bu hadisenin üzerine Irak Kürdistan Bölgesinden Türkiye’ye yapılan rezervasyonlar yüzde 70 azalmış. Böyle bir jest ile gönül kırgınlığının önüne geçersiniz, turizmin zarar görmesini engellersiniz…
Bu kafanın Ogün Samast’la fotoğraf çektirenden ne farkı var?
Trabzon ve Çaykara Cumhuriyet Başsavcılıkları o provokatör ile ilgili soruşturma başlattı ama yetmez… Ben bu insanlara suçlu muamelesi yapan, sözlü şiddet uygulayan, hakaret eden polislerin de muhakkak sorgulanmaları ve açığa alınmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu kafanın Hrant Dink’in katili Ogün Samast’la fotoğraf çektiren zihniyetten hiç bir farkı yok!
Not: Husni Doski ve Dilan Salah ile aramızda gönüllü tercümanlık yapan, Rudaw’dan Kosar Osman’a teşekkür ediyorum.