Hakan Atilla'ya devlette önemli bir görev verilecek
Hakan Atilla’nın yurda dönüşü ile ilgili söyleyecek çok şey var. Ancak ben ilk olarak bundan sonrası ile başlayayım.
Atilla her şeyden önce dürüstlüğü, inancı ve cesareti ile herkesin takdirini kazandı. Ankara’da son bir haftadır en çok konuşulan isimdir desem abartmış olmam. Onun için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kafasında önemli bir pozisyon var.
Atilla başarılı ve işini çok iyi yapan bir üst düzey banka yöneticisi olduğunu kanıtladı. Duyduğuma göre kendisine önemli bir devlet görevi verilecek.
***
Hakan Atilla’ya teşekkür ediyorum…
Tam 28 ay, büyük bir belirsizlik içinde, hukukun siyasi sopa olarak kullanıldığı bir süreçten gözünü kırpmadan, en ufak bir korku ya da tereddüt belirtisi göstermeden çıktı Hakan Atilla.
Millet, devlet, Türkiye Cumhuriyeti… Elbette hepsine büyük bir doğallıkla gösterdiği sadakat ve bağlılık müthişti Atilla’nın ama ben her şeyden önce bir insan olarak çok gururlandım. İnsana olan inancımı kuvvetlendirdiği için kendisine teşekkür ediyorum.
Hakan Atilla’nın 28 ay boyunca ne yaşadığını, hangi şartlarda kaldığını, nasıl muamele gördüğünü, ne tekliflerle karşılaştığını kendisi anlatınca öğreneceğiz… Açıkçası bir gazeteci olarak benim şu an çok dinlemek ve yazmak istediğim hikaye bu. Yaşadıklarından roman da olur, film de…
***
28 ay yıpratmamış, aksine…
Kolay değil, 28 ay. Üstelik bilmediğin bir yer, her an değişebilecek koşullar ve müebbet hapis cezasının bile konuşulduğu ucu karanlık bir tünel…
Bir insanı psikolojik olarak çok zorlayacak bu koşullara rağmen Hakan Atilla müthiş dinamik ve sağlıklı bir görüntü ile döndü. Belli ki cezaevindeki zamanını spor yaparak ve olumlu düşünerek harcamış. Kameraların karşısına çıktığında gayet sağlıklı ve dinç görünüyordu. İnsanın kendisine ve ülkesine inanması ve umudunu kaybetmemesinin fotoğrafı bu olsa gerek!
Eşi neden ABD’ye gidemedi?
O süreçte ben yazmıştım, şimdi de tekrarlayayım: Hakan Atilla’nın eşi Burçin Hanım da bir Halkbank çalışanı. Banka onun gidişini riskli bulduğu için ABD’deki davaları yerinde izleyemedi ve eşini uzun süre görmedi.
Bir oğulları var, 2017’de 21 yaşındaydı, demek ki şimdi olmuş 23. O bildiğim kadarıyla bir kez gitti babasını görmeye…
***
Suriyeliler ile ilgili tehlikeli hava
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ülkemizdeki Suriyeli göçmenler ile ilgili son açıklamalarına itirazlarım var.
Son dönemde göçmenlerle ilgili toplumda rahatsızlık olduğu verisinden hareketle AK Parti, tarihe iftiharla geçen ve çok erdemli bir noktada durduğu göçmen politikasından geriye dönmeme sinyalleri veriyor. Bunu asla yapmamalı.
Sadece Suriyeliler değil geleceğini ülkemizde kurmak isteyen tüm göçmen kardeşlerimize açık kapı politikası bizim imparatorluk mirasımızın bir gereği.
Maalesef sokak faşizme doğru kayıyor. Bunu çok üzülerek görüyorum. Reel sorunlar olabilir ama söylemin olumluya dönmesi şart. Her gelen göçmen hem kültürel hem iktisadi açıdan Türkiye’yi zenginleştirir. Evlerini, hayatlarını mecburen geride bırakmış insanlardan bahsettiğimizi unutmamalıyız.
Son günlerde Suriyeliler meselesi üzerine yapılan tartışmalar beni çok rahatsız ediyor. Bu konuyu ayrıca yazacağım.
***
Devletin içindeki mevcut hava ve deli gömleği
Pazartesi ve çarşamba günkü yazılarım üzerine Uzungöl’deki saldırı ile ilgili kimi muhataplar beni aradılar ve konu ile ilgili düşünce ve yorumlarını “yazılmamak kaydıyla” anlattılar.
Elbette konuştuklarımızı yazmayacağım ama duyduklarım demokrat ve özgürlükçü yaklaşımlardı. Yapılan yanlışı düzeltme yönünde beyanlardı.
Yani Türk devletini ve yargısını yönetenlerin önemli bir kısmı aslında sağduyu seviyelerini koruyorlar ama şu an ortama hakim “iyi saatte olsunlar” havası bence onları da çekingen karakterli yapıyor. Sanırım bu yüzden isimlerinin açıklanmasını henüz istemiyorlar. Tuhaf bir durum.
Nitekim lince uğrayan Iraklı Kürtlerden Duhoklu Hüseyin Doski de çarşamba günü aktardığım sohbetimizde, başta polislerden sert müdahale gördüklerini ama sonra üstlerinin talimatıyla havanın olumlu yönde değiştiğini ve son olarak da yetkililerin kendilerinden özür dilediğini anlattı.
Kısacası tepeden başlayarak alta inen bir faşist zihniyet yok şu an devlet içinde. Bilakis yukarıdan müdahale hep olumlu yönde seyrediyor.
Fakat bürokraside oluşan iklim sebebiyle ayrımcı ve kötü muamele yapan memurlar ve yargı personeli de olduğu çok açık.
Bu ırkçı çıkışları destekleyen faşizan bir medyanın da varlığı, devlet içindeki “iyi saatte olsunlar” güçlerine cesaret veriyor.
Mevcut durum biraz 2005-6 döneminde merhum Hrant Dink’in yaşadıklarına benziyor.
Dink’i Ermeni olduğu için gittiği her yerde taciz eden ve öldürülene kadar kovalayan bu faşist ruh maalesef devlet içinde hâlâ var. Çeşitli kademelerdeki işkence iddialarını da bu bağlamda ele almak gerekir.
2006 yılında Hrant Dink, bir canlı yayında “Benim de bu ülkede konuşma hakkım var” dediğinde karşısındaki malum faşist sözde avukat “Senin konuşma hakkın varsa bizim de susturma hakkımız var Hrant” demişti.
Ama pardon! Hrant’ı susturma hakkını kullanan bu kişiler faşist değil mağdur ve mazlum bugün. Onların hepsi birer vicdan abidesi!
Bütün demokrat aydınlar ve hatta geride kalan Dink ailesi, Hrant’ı susturma hakkını kullananlardan bir de özür dilemeli. Ülkede oluşturulmak istenen atmosfer maalesef bu.
Fakat Türkiye toplumu bu dar elbiseyi taşıyamaz ve taşımıyor. Faşizmin deli gömleğini bu ülkenin halkı giymeyi reddediyor. Bu da işin olumlu tarafı.