Çocuk kalbi
Ela ve Yasemin 6. yaşlarını doldurdular. Fark ettim ki, bu geçen 6 yıl içinde onlarla teker teker geçirdiğim vakit, saat olarak bir elin parmaklarını geçmez. Tek bir gün birbirlerinden ayrı kalmamışlar.
İkiz apayrı bir dünya. Bir yandan bir mucizenin içinde yaşıyor gibisiniz. İki farklı varlık aynı anda, gözlerinizin önünde büyüyor. Aynı ev, aynı anne-baba, aynı yemek, aynı uyku ama iki bambaşka kişilik… Hiçbir şey "insan"ın biricikliğini bundan daha net kanıtlayamaz herhalde. Yaratılış, huy, karakter… Her ne ise, içimize üflenerek doğuyoruz.
Diğer yandan kendine özgü ve büyük zorlukları var ikizlerin. Mesela dengeleme meselesi kabusa dönebiliyor. Hele aynı cins iseler… Ne kadar kaçmaya çalışırsanız çalışın, çocuklar dış dünya ile temasa geçer geçmez her şeyin kıyaslandığı hatta birebir ölçüldüğü bir denklemin içinde buluyorsunuz kendinizi.
Çikolata yenecekse birininki diğerininkinden bir gram fazla olmayacak. Film izlenecekse bir gün biri, öbür gün diğeri seçecek. Öpücüğü bile birine verseniz diğeri kıyamet koparır. İki kere birini öptüyseniz iki kere de diğeri öpülecek…
Onlarla vakit buldukça akşamları uykudan önce 15-20 dakika "sarılma ve anlatma" oyunu oynuyorum. Babamdan öğrendiğim bir oyundur. Yatağa birlikte uzanıyoruz, birbirimize sarılıp konuşuyoruz. Ben 5’er kelime veriyorum ve o kelimelerle sırayla her birinin birer hikaye anlatmasını istiyorum. Halimizi bir görseniz…O 5 kelimede bile yarış başlıyor. Mesela Ela’ya "çilek" desem Yasemin çileği çok sevdiği için bozuluyor, Yasemin’e dondurma desem bu kez Ela başlıyor itiraza… Kısacası çok renkli ama epey de zorlayıcı bir denklem…
İşte bu denklemde ilk kez geçen hafta bir değişiklik oldu. Doktor, Yasemin’e zatürre teşhisi koyup, apar topar hastaneye yatırınca Ela evde, biz Yasemin’le hastanede kaldık.
"Aman canım ne olacak, birkaç günlük tedavi" demeyin… Yaşamın biz büyüklere unutturduğu hayal gücünü ve duygusallığı es geçmeyin. Tam 7 gece birbirlerinden ayrı kaldı bizim pıtırlar.
BİR HASTANE ODASINDAKİ CENNET
Önce Ela’da büyük bir isyan duygusu başgösterdi. Hastaneye yatmak için her türlü hastalık numarasını yaptı. Sonra hayal kırıklığı ve yenilgi hisleri ile savaştı. Annesini kaybetmişti, bununla başa çıkmanın yollarını aradı. Arkadaşlarını ve okulu özlediğini hatırladı, içinde benim ve Yasemin’in olmadığı planlar yaptı.
Ancak sonra ne oldu biliyor musunuz? Yardım etmek için apar topar bize gelen anneannesine bizi anlatmaya başladı. Kardeşini, annesini, babasını, birlikte hayatlarını. Ve benden her gün hastaneye 1 saat gelip Yasemin’i görmek için izin istedi.
Yasemin ise kesin zaferini ilan etti. Normalde sessiz olan ve bu nedenle Ela tarafından genellikle bastırılan bıdık, annesinin yanında tek başına kalınca önce çenesi hiç olmadığı kadar açıldı. Bana anlattı, anlattı… Annesini paylaşmak zorunda kalmamanın rahatlığıyla havalara uçtu. Ancak kısa bir süre sonra Ela’nın yokluğunu fark etmeye başladı. Tek başına bir çocuk olmanın getirdiği sessizlik bir süre sonra alışık olduğu seslere büyük bir özlem yarattı.
Karşılıklı hasret bacayı sarınca gönlüm razı gelmedi, doktorla konuşup izni aldım. Ve 6 yıldır ilk kez ayrılan kardeşler o 7 gün boyunca her gün birer saat, birbirlerine yaklaşmamak şartıyla hastane odasında buluştular.
Ela, Yasemin’e en sevdiği oyuncaklarını getirdi, Yasemin de her gün kardeşi gelmeden ona sürpriz resimler yaptı. Ben bu bir haftada kızlarımın birbirlerinin yokluğunu hissedince nasıl büyüdüklerini, birbirlerine nasıl kenetlendiklerini ve sevgiyi nasıl da güzel paylaştıklarını gördüm.
Siyaset, ekonomi, dünya bir yana… Esasen eve döndüğümüzden beri aklımda bir hastane odasında yaşadığım bu cenneti sizlere anlatmak vardı...