Barolar meselesi ve mevcut rejimi anlamak
Türkiye’nin derin kutuplaşması barolar tartışmasında da kendisini gösteriyor. Her konuda olduğu gibi bu meselede de ortak akılda buluşmak imkansız gibi görünüyor.
Cumartesi akşamı katıldığım, Habertürk TV’de Eren Eğilmez’in modere ettiği açık oturumda ortak aklın yakalanamayacağını bir kez daha anladım.
Eski İstanbul Barosu Başkanı ulusalcı-laikçi tutumuyla bilinen Ümit Kocasakal mevcut köhnemiş sistem ve problemli çoklu baro seçeneği dışında üçüncü bir uzlaşma yoluna yanaşmak yerine ulusalcı-laik kitlelerin duygularını coşturmaya yönelik popülist konuşmalarını sürdürdü.
Bekir Ağırdır’ın isabetle tanımladığı gibi Türkiye üç ayrı akvaryumda yaşıyor ve herkes kendi akvaryumuna ya da kendi tribününe oynayarak tabanını konsolide etme peşinde. Bir tiyatro sahneleniyor adeta.
Zaten benim yeni Yeşil Kemalist rejim ittifakı dediğim şey de bu aslında.
Mesela Metin Feyzioğlu zihniyeti ile Ümit Kocasakal zihniyeti arasında ideolojik bakımdan en ufak bir fark olmadığını herkes biliyor ama biri sözde iktidar öbürü sözde muhalefet rolüne bürünüp oynanan bu piyeste performans sergiliyorlar.
Aynı şekilde yine Metin Feyzioğlu ile dün Feyzioğlu’na köşesinde ağır eleştiriler yönelten bir Emin Çölaşan ya da Fatih Portakal ya da Yılmaz Özdil zihniyeti arasında fark var mı? En ufak şekilde yok...
Ama diyeceksiniz ki biri iktidar, öbürü muhalefet tarafında görünüyor, hem de çok sert çatışıyorlar.
İşte bu görüntüler de yukarıda anlattığım piyesin bir başka perdesi.
Bu çatışmalar siyasal düşünce farklılığından kaynaklanan çatışmalar değil. Batılıların ‘conflict of interest’ dediği türden münakaşa en fazla.
Israrla söylüyorum: Bugün Türkiye’de iktidar ve muhalefetten bahsetmek asla mevcut düzeni anlatmıyor.
Bilakis iktidar ve muhalefet kelimeleri şu an içinde yaşadığımız rejime dair hakikatleri perdeliyor. Yurttaşlarımızın kandırılmasına vesile oluyor.
Türkiye’de bir Yeşil Kemalist rejim bloku var ve muhalif gibi gözükenlerin çok ciddi bir çoğunluğu aslında mevcut rejimin bir parçası.
Bunlar geçen yazılarda da ifade ettiğim gibi hiç şüphesiz Recep Tayyip Erdoğan ile ailesinin özel olarak da Berat Albayrak’ın sert muhalifi hatta düşmanı konumundalar ama rejimin ana unsurlarıyla ve temel politikalarıyla bir uzlaşma içindeler.
Hatta çoğu zaman bu ‘muhalif’ kesim rejimin içinde dayandıkları tarafın verdiği cesaretle hatta onlardan aldıkları suflelerle yükleniyorlar.
“Erdoğan ve ailesi gitsin ama rejim kalsın” diyebileceğimiz bir çizgide olan ve yanlış şekilde muhalif bilinen çok sayıda aktör var.
Bir yazar ya da siyasetçi hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hem de Yeşil Kemalist rejim blokuna cepheden muhalifse bu kişi hakikaten muhaliftir. Saygı duyarım.
Fakat özellikle Erdoğan ve ailesi hedef alınıyor ama ısrarla rejimin kritik başka unsurlarının yanında duruluyorsa bunun adı devlet içinde taraf tutmaktır ve bu oportunizm muhaliflik olarak görülemez.
Yani bazen muhalefet sanılan şey aslında rejim içi kavga ya da devlet içi savaşın taraflarından ibaret olabiliyor sevgili okurlarım.
Bu devlet içi kavganın tarafları birbirlerine operasyon çekebiliyorlar hatta tutuklamalar olabiliyor. Medya alanı da bu muharebelerin önemli bir parçası.
Rejim ya da devlet içi kavga olaylarıyla AK Parti içi kanatların savaşları birbirine eklemlenebiliyor hatta zaman zaman her şey birbirine karışıyor.
Bu söylediklerimi ileriki yazılarda somut örneklerle de açacağım. İçinde yaşadığımız yeni rejimin parametrelerini anlamak zor olabilir ama bizim görevimiz de bunları aktarmak.
Siyaset bilimcilerin mevcutta yaşananları analiz etmesi gerekiyor ama Türk siyaset bilimi akademiyası bu tabloyu hakkıyla resmedemiyor maalesef.
BARO MECLİSİ ÖNERİSİ
Barolar meselesine geri dönecek olursak…
Türkiye’de baroların yapısı üzerine uzun zamandır çalışan bir isim olan değerli hukukçu Dr. Ramazan Arıtürk ile cumartesi akşamı Habertürk’teki yayında beraberdik.
Arıtürk’ün daha önce katıldığı yayınlardan da mevcut sisteme karşı olduğu ancak çözümün yapılmaya çalışılan düzenleme olmadığını düşündüğünü biliyorum.
Programdan sonra ne önerdiğini özetlemesini istedim. Arıtürk’ün görüşü şöyle:
Barolar ve Barolar Birliği işlevsel ve demokratik bir yapıya sahip değil. Yeniden yapılandırılmaya ihtiyaç var. Eşit ve hakkaniyetli temsil gerekiyor.
Ancak Arıtürk çoklu baroyu yanlış buluyor. Bunun toplumdaki ayrışmayı körükleyeceğini düşünüyor. Adliyede rekabet ve kavganın önünü açacağını söylüyor.
Kısacası baroların kurumsal bütünlüğü korunmalı ama bu sistem değişmeli tezini savunuyor.
Temsilde adaletin sağlanması için de baro meclisi kurulmasını öneriyor. Baro meclisinin baro başkan ve yönetiminin denetleme görevini üslenmesi gerektiğini belirtiyor.
Maalesef her şey gibi bu mevzu da kutuplaşma kurbanı olup iki seçeneğe indirilmiş durumda. Ya mevcudu ya da yapılmak isteneni savunmak dışında bir seçenek konuşmak çok zor.
Halbuki dünyadaki birçok baro örneğini titizlikle incelemiş bir hukukçu olan Ramazan Arıtürk’ün önerisinin Türkiye için faydalı olacağını düşünüyorum. Bugünkü sistemde temsilde adalet olmadığı, baro yönetimlerinin avukatların çoğunluğunun görüşünü yansıtmadığı açık. Bu da seçim sisteminden kaynaklanıyor.
Bunu değiştirip daha çoğulcu bir sonuca ulaşmak ve denetim mekanizması için bir meclis oluşturmak sorunları önemli oranda çözecektir.
Fakat illa mevcut baro modelinde ısrar edilirse çoklu baro da hayata geçecek gibi görünüyor.