Çocuklarımıza yazık değil mi? Onları yap-boz tahtasına çevirdiniz!
Artık ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemiyorum sevgili okurlarım…
Daha dün ‘Nihayet’ diyerek okulların açılmasının -2 gün yeterli olmasa da- doğru bir karar olduğunu, yeniden kapanmaması için ilke kararı alınması gerektiğini yazdım.
Uluslararası sağlık kuruluşlarının okulların açık tutulmasının önemi ile ilgili raporlarını hatırlattım.
Yazının mürekkebi kurumadan, üstelik hafta sonu yani tatil günü, haftalar öncesinden 1 Mart olarak açıklanan okul açılma tarihini İstanbul ve Ankara için son dakikada yine ertelediler.
Pazartesi günü yapılacak Kabine toplantısına göre şehir şehir karar verilecekmiş…
Madem 1 Mart’ta yapılacak toplantı öncesi açılamayacaktı neden 1 Mart tarihi zikredildi?
Okullar neden bu tarihe göre onca hazırlık yaptı?
Öğretmenler ona göre motive oldu. Çocuklar heyecanlandı…
Bir hafta sonunda ne değişti?
Madem 1 Mart Kabine toplantısından sonra karar verilecekti niçin bunu açıklamak için son güne kadar beklendi?
Yazık değil mi çocuklarımıza?
Günlerdir heyecanla bekleyen, arkadaşlarına kavuşmanın sabırsızlığı ile hazırlanan yavrularımızı hiç mi önemsemiyorsunuz?
Öğretmenlerimizin gayretlerine, emeklerine hiç mi değer vermiyorsunuz?
Eğitim uzaktan olduğu için memleketine giden binlerce öğretmen var mesela, çoğu pazartesi yüz yüze eğitim başlıyor diye İstanbul’a, Ankara’ya dönmüştü. Şimdi ne olacak?
Bu kadar hayati kararlar böyle son dakikada değişir mi?
Tatilde oteller, kayak merkezleri açık tutulabildi ama okullar açılamıyor bu pazartesi öyle mi?
Yazık, çok yazık…
Halbuki biraz önce sevgili meslektaşlarım Muharrem Sarıkaya ve Serap Belet’in Habertürk TV’deki programlarına konuk olan değerli Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Akın "Zaman kaybetmemek lazım, bir an önce okulları açmak gerek" dedi. Okullardaki bulaşma oranının toplumun diğer alanlarından yüksek olmadığını, okulun içindeki bulaşıcılığın son derece düşük olduğunu New York’taki öğrenciler üzerinde yapılan bir çalışmadan rakamlar vererek anlattı.
Maalesef geldiğimiz noktada bu durum artık yalnızca okul meselesi değildir sevgili okurlar.
Eğitime bakıştaki sakatlığı zaten defalarca yazdım ancak 1 Mart tarihinin o tarihe 2 gün kala üstelik hafta sonu ertelenmesi çok vahim başka bir problemi gözler önüne seriyor. O da öngörülemezlik!
Şayet bu ülke bu kadar öngörülemez olursa devlet bugün dediğini ertesi gün değiştirirse güven diye bir şey kalmaz. O zaman zarar gören sadece eğitim sistemi olmaz.
Sıcak para dışında kalıcı yatırımcı yani gerçek anlamda yabancı sermaye de gelmez.
Böyle bir durumda vatandaş da devletine güvenmez, devletten korkar ama devletini sevmez, saygı duymaz.
Söylem olarak "Allah devletime zeval vermesin" der gibi görünür fakat içinden "Allah devletin eline düşürmesin" der. Vergi vermek istemez, kaçırabildiği kadar kaçırır.
Güven her şeyin başı...
Böylesine plansız, programsız, hafta sonu değişiklikleri ile idare edilir hale gelirsek asla gelişmiş ülkeler ligine çıkamayız.
Yarın devlet, kafasına göre her şeyi değiştirebilir algısı oturursa zincirleme bir bozulma yaşarız…
Kimse ne işine ne hayatına konsantre olamaz!
Yapmayın etmeyin!
1 Mart pazartesiye göre milyonlarca öğrenci ve on binlerce öğretmen hazırlandı, tek bir ailenin bir günlük planını bile son dakikada değiştirmek ne kadar zordur şimdi bir cumartesi günü bu kadar insanı etkileyecek değişiklik kararı nasıl alınabilir?
Madem vaka sayılarına göre 1 Mart’ta karar verilecekti ve o gün okullar zaten açılmayacaktı neden bunu daha önce açıklamadınız?
Üstelik ben artık vaka sayıları üzerinden okulların kapalı tutulması argümanını da kabul etmiyorum.
Oralardan çoktan geçtik. Dünyada belki de tek şampiyonluğumuz okul kapama şampiyonluğu oldu. Bu ayıp bize yeter!
Uludağ’da, Kartalkaya’da, Palandöken’de hınca hınç oteller açılabildi mi? Açılabildi.
Oralarda risk yok muydu? Maksimum risk vardı.
Esas risk oradaydı. Oraları açmasaydınız okulları açsaydınız…
Böylesine plansızlık, hazırlıksızlık, iletişimsizlik olamaz! Çocuklar yap-boz tahtasına döndü…
Sayın Ziya Selçuk, sizin iyi niyetinizi biliyorum ama size sormak istiyorum…
Ne zaman çıkıp…
“Artık yeter!” diyeceksiniz??