Mevcut Türk siyasetinde AK Parti diye bir olgu var mı?
Türk medyasında son dönemde mevcut devlet rejiminin ne olduğunu anlamaya dair arayış yazıları artmaya başladı. Bu beni memnun ediyor.
Zira epey uzun bir süredir bu köşede "iktidar" gibi "hükümet-muhalefet" gibi kavramların olanı anlatmakta yetersiz kaldığını ifade etmeye çalışan bir yazarım.
Bugünkü Türkiye’yi klasik kavramlarla anlamak mümkün değil. Şu an medyada ve siyasi hayatta bir demokrasi tiyatrosu oynanıyor.
Ülkede yeni bir siyasal rejim gerçeği var ve muhalif zannettiğimiz çoğu unsur da bu rejimin bir parçası. Yani hangi iktidardan, hangi muhalefetten bahsedeceğiz? Belli değil. O yüzden "At izi, it izine karışmış durumda" diye yazıyorum.
Akılda kalsın diye sloganik biçimde diyorum ki bugün hükümet yok, rejim var. İktidar yok, rejim var. Bir devlet rejimi. Erdoğan bu rejimin başkanı ama rejim sadece Tayyip Bey demek değil. İşte bugün Türk aydınlarının önündeki temel mesele bu rejimi anlamak ve tanımlamaktır.
“Muhalefet”i de iyi analiz etmek gerekir. Kimileri açıktan rejim için çalışan "muhalif". Yani sevgili Nihal Bengisu'nun muhakkak okunması gereken son yazısındaki mükemmel benzetmesiyle "Devletim bana muhalefet görevi verdi" kafasını yaşayanlar. Fakat buna rağmen kimi "muhalif" kanallarda çıkıyorlar, üstelik muhalif kesimi dolduruşa getirip "katharsis" yaşatıyorlar.
Bir de kendini gerçekten muhalif zanneden, hakikaten de öyle olan ama bugünkü rejimin ideolojisini önemli oranda paylaşan ve dolayısıyla istese de muhalif olamayacak bir kesim var. Ulusalcı, İslamcı ya da milliyetçi-muhafazakar olarak kendini tanımlayan ve muhalif olduğunu söyleyenler bu kategoriye giriyor.
Öte yandan liberal veya solcu olup mevcut siyasal rejimi tahlil etmeyen ya da ideolojik körlükten edemeyen bir kesim de var. Bunları da "sisteme zerre zarar veremeyen etkisiz muhalif" kategorisinde görebiliriz.
Zaten onlara rejimin alan tanımasının ve otoriterliğini bu kategoridekilere neredeyse hiç göstermemesinin temel sebebi bu. Onlar da sol muhalif kesimin yüreğini bir şekilde soğutup mevcut düzene bilmeden de olsa dolaylı fayda sağlıyorlar. Bir yazar ya da siyasetçi muhalif olduğu rejimin ne olduğunu bile bilmiyorsa ya da anlayamamışsa zaten istese de muhalif olamaz. Bu kategorinin mükemmel bir örneği Ruşen Çakır mesela. Çıktığım televizyon programlarındaki kimi isimler de aynen bu tarife uyuyorlar maalesef.
BUGÜNKÜ SİYASETİN ANCAK YÜZDE 20'Sİ PARTİLER VE SEÇMEN ÇEMBERİNDE YAPILIYOR
Köşe komşum Kemal Öztürk geçtiğimiz hafta şöyle yazdı: "İktidarı yöneten parti olarak AK Parti'nin 'yeni bir rejim' ürettiği ve bunu da ülkede uygulamaya koyduğunu dile getiren Etyen Mahçupyan, Nagehan Alçı gibi yazarlarımıza katılmıyorum."
Öncelikle ben AK Parti'nin yeni bir rejim ürettiğini asla söylemiyorum. Bırakın yeni rejim üretmeyi AK Parti mensuplarının büyük çoğunluğunun mevcut rejimin ne olduğunu anlayamamak noktasında CHP'lilerden pek de farklı olduğunu düşünmüyorum.
Günümüz Türk siyaseti yüzde 80 oranında devlet içinde ve devlet çemberinde yapılan bir siyaset. Siyasetin ancak yüzde 20’si partiler ve seçmen çemberinde yapılıyor. Dolayısıyla bugün "AK Parti'de ne oldu, CHP'de ne oldu, o ne dedi, bu ne dedi" haberciliği de eskisi gibi anlamlı ve işlevli değil. Zaten medyanın krizi de biraz buradan kaynaklanıyor.
Türkiye'yi anlamak için siyasi parti koridorlarında ne olup bittiğinden ziyade devlet ve rejim içindeki siyasi dengeleri bilmek ve anlamak gerekiyor.
Şöyle diyeyim: Bugünkü Türkiye'de AK Parti diye bir olgu hayli zayıflamış durumda hatta abartarak söyleyeyim, böyle bir olgunun hala olup olmadığından bile emin değilim ama Recep Tayyip Erdoğan diye başlı başına bir olgu ve kurum var.
Erdoğan hem devletin ve rejimin başkanı hem de kendi başına bir siyasal kurum. Yani elinde devlet gücü ve yetkisi olmasa bile yarın unutulup gidecek silinip bir kenara atılacak bir aktör değil. Ona göre hazırlıklarını yapmış bir lider.
Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı zamanda devletin içindeki tüm ideolojik ve bürokratik dengeleri, güvenlik-istihbarat-savunma üçgeninde bir satranç oyuncusu gibi yönetmeye çalışan bir siyasetçi. İşte bu üçgenin hassasiyetleriyle Erdoğan'ın hassasiyetlerinin kesiştiği ve örtüştüğü yer bugünkü Türk siyasal rejimini tanımlıyor. Yargı da bu kesişim kümesinin bir parçası. Bugünkü yargıyı bu bağlamda anlamak gerekir.
Yani rejim ve devlet sadece Erdoğan demek asla değil. Hatta Erdoğan mevcut rejimin paratoneri ama Etyen Mahçupyan'ın tarif ettiği kadar "edilgen" bir manzara olduğunu da söyleyemeyiz. Yani rejim ya da devlet yarın isterse Erdoğan'ın yerine başka birini başa geçirip aynı İttihatçı rejimi devam ettirir, Erdoğan'ı da bir kenara atar diye özetlenebilecek tez doğru bir teşhis değil bana kalırsa. Nihal Bengisu da kısmen böyle bir çerçeve çiziyor. Ben bu tespitlere katılmıyorum. Ne demek istediğimi başka bir yazıda açacağım.