Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün bu köşede Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer ile yaptığım söyleşi çok paylaşıldı, çok konuşuldu.

        Özer son dönemde tartışma konusu olan birçok iddiaya ilk kez bu kadar açıklıkla ve detaylı yanıt verdi.

        Ben kendisini samimi buldum. Gayretle çalışan titiz bir bürokrat olduğu izlenimi edindim.

        Mahmut Özer ile 110 dakikayı geçen bir sohbet yaptık. Bu bir röportaj değil, sohbetti. Dolayısıyla kayıt değil notlar aldım. İki konuda kendisine haksızlık edilmesin.

        Birincisi hepimizi yasa boğan Enes Kara’nın intiharı meselesi. Sohbetimizde bu konu geçmedi. Ben daha sonra basın müşavirliğine "Bakan Bey konu ile ilgili yorum yapmak ister mi?" diye sorunca bu konuyla söyleşinin gündeminden uzaklaşmayalım denildi. Yani Mahmut Özer Enes Kara ile ilgili konuşmadı.

        İkincisi mülakatlardaki performans meselesi. Bakan Özer kağıt üzerindeki performansın her zaman sözlü performans ile örtüşemeyeceğini anlatmak için John Nash örneğini verdi. Kekemeliği ben sordum, bu tabir Bakan’dan çıkmadı.

        Mahmut Özer tam olarak şöyle dedi:

        “…Öğretmenlik kritik bir meslektir. Öğretmenlik toplumun hassas olduğu bir meslek grubu. KPSS’de başarılı olması tek başına öğretmen olması için yeterli mi? Öğrencilere rol model olmalı, örnek teşkil etmeli. John Nash’i düşünün mesela. Deha ama öğretme kabiliyeti…. Olayın bir sürü pedagojik boyutu var…”

        O söyleşide hızlı test üretimi ile ilgili yaptığı açıklama, yüzyüze eğitimin sürekliliği konusunda verdiği çok net mesajlar, milli eğitim bakanlığının bütçesine dair değerlendirmesi bence çok önemliydi. Reform değil tutarlılık demesi Türkiye’de eğitim sisteminin bir türlü oturmamasının temel sebebini tespit ettiğini gösteriyordu.

        Ben iyi niyetli bir gayret içinde gördüğüm Mahmut Özer’in aşırı kutuplaşmış siyaset ortamında yıpratılmasının kimsenin faydasına olmadığı kanaatindeyim.

        Kulüp'ün son bölümünü herkes izlemeli

        Kulüp'ün son bölümünü herkes izlemeli
        0:00 / 0:00

        Kulüp dizisinin ikinci sezonu kısa bir süre önce yayına verildi. Önceki bölümleri izlemiş olun ya da olmayın, karakterleri tanıyın ya da tanımayın ama lütfen mutlaka bu dizinin son bölümünü izleyin.

        Elbette tüm bölümleri izlemenizi tavsiye ederim ama özellikle son bölümü muhakkak izleyin.

        Seren Yüce ve Zeynep Günay Tan bir başyapıta imza attığı kadar, Cumhuriyet tarihindeki tabuları yıkan gerçek bir özgürlükçü şaheser yaratmışlar. Tomris Giritlioğlu’nın Güz Sancısı ve Salkım Hanım’ın Taneleri'nden sonra bu bir ilk.

        Dizinin senaristleri Ayşin Akbulut, Rana Denizer ve Necati Şahin'i de ayakta alkışlıyorum. Gayrimüslimlerin yaşadığı zulümlere en duyarsız kesimlerin bile kalbini etkileyebilecek bir dramatizasyon yaratmışlar.

        Prodüktörler Saner Ayar ve Cengiz Çağatay böyle cesur bir işe girişerek televizyon-sinema sektöründe bir devrim yapmışlar.

        Bu teşebbüslerinin artarak sürmesini diliyorum.

        Sinema-TV ödüllerini bilmem ama dizinin 2 prodüktör, 2 yönetmen ve 3 senaristine ilgili dernekler tarafından "İnsanlığa Katkı Özel Ödülü"nün kesinlikle verilmesi gerektiğine inanıyorum.

        Bu vesileyle genç kuşağın önemli yönetmeni Seren Yüce'nin iki filmini de burada sizlere tavsiye edeyim. Birincisi "Çoğunluk", ikincisi "Rüzgarda Salınan Nilüfer". İkisi de birer başyapıt.

        Çoğunluk" Türkiye'deki anaakım Sünni-Türk-milliyetçi bir aile üzerinden Türkiye'nin çoğunluk nüfusunu oluşturan kesimin bir fotoğrafı.

        "Rüzgarda Salınan Nilüfer" ise yine Sünni-Türk ama bu sefer seküler ve Batılı yaşam tarzına sahip bir aile resmi ile Türkiye'nin "Beyaz Türk" denebilecek kesiminin hikayesi.

        Dönelim "Kulüp" dizisine.

        Bence son bölüm okullarda ders olarak okutulmalı.

        6-7 Eylül olaylarının bu kadar çarpıcı, bu kadar dramatik, bu kadar insanı yüreğinden vuran bir canlandırmasını görünce itiraf edeyim gözyaşlarına boğuldum.

        Farklılıklarıyla iç içe yaşayan bir toplumduk biz. Adım adım oksijeni kıstılar ve Türkiye'yi çölleştirdiler.

        Biz Türklerle eşit yurttaş olan Yahudileri, Ermenileri ve Rumları düşmanlaştırmanın son noktası olarak onları Türk derin yapılanmasının provoke ettiği kitlelere boğdurdular.

        Bunu popüler bir dizinin anlatması bambaşka olmuş. Kabul edelim hiçbir tarih kitabı kitlelere o dönemin duygusunu böylesine geçiremez.

        Kulüp’te İstiklal Caddesi'nde ilk taşın nasıl atıldığı, kalabalığın nasıl canavarlaştığı, bir milletin parçası olan insanların nasıl öcüleştirildiği çok güzel resmedilmiş.

        Yakın tarihin bu kadar cesur canlandırılması, zamanın ruhuna inat çoğulculuğun yüceltilmesi, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül dönemlerindeki Türk devlet rejiminin bu kadar sert ve açık eleştirilmesini doğrusu çok kıymetli buldum. Bu ceberrut anlayışın Varlık vergisinden 6-7 Eylül’e devamlılık gösterdiği Kürşat karakteri ile anlatılmış. 1942’de Yahudi Mathilda’nın ailesinin mallarına çöken de, 1955’te Rum Niko’nun servetine çöreklenmeye kalkan da aynı Kürşat…

        Yukarıda isimlerini saydığım sanatçılarımıza "Helal Olsun" diyorum.

        Aslında Çağan Irmak da "Yeşilçam"la gayrimüslimlerin yaşadığı zulme dair iyi niyetli bir çaba içine girmişti ama "Kulüp"ü yapanlar kadar cesur ve demokrat değil. Sağcı faşizan-milliyetçi zihniyete karşı cesur fakat solcu faşizan-ulusalcılık karşısında hiç ses çıkarmıyor, hatta maalesef önceki kimi filmlerinde bu ideolojiye yakın durduğu yerler var.

        "Kulüp"te ise ilk kez Türk sanatçıları hem milliyetçi-muhafazakar çevreden hem Sol-Kemalist kesimden hem devletten hem de "iyi saatte olsunlar"dan yani derin devletten gelecek olası tüm taarruzları göze alan bir cesaret sergiliyorlar.

        Uzun zamandır dizilerde pompalanan şovenizme, faşizme ve ötekini düşmanlaştıran anlayışa inat kapsayıcılığı hatırlatıyor Kulüp.

        Rum’u, Ermeni’yi, Yahudi’yi, kim olursa olsun farklılıklarla birlikte olmayı ve böylesinin zenginlik olduğunu özellikle son sahne çok dokunaklı resmediyor.

        İnsanların Türk devletinin resmi ideolojisi yüzünden kimliklerini gizlemek zorunda kalmalarının yarattığı buhranı, ceberrut devlet anlayışının ortaya çıkardığı korku atmosferini ve aynı anlayışın o dönem ‘Türklüğün yüceltilmesi’ paravanı altında gayrimüslimlerin mallarına nasıl çöktüğünü Orhan Bey-Niko karakterinde gözler önüne seriyor.

        Kim daha vatansever?

        Karanlık güçlerin devşirmesi, kitleleri komşuları gayrimüslimlere karşı kışkırtıp sopalar dağıtan Ali Şeker mi yoksa her şeyini kaybetmesine ve büyük acılar çekmesine rağmen gidebilecekken ülkesinde kalmakta ısrar eden Mathilda mı?

        Diğer Yazılar