Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kendime çok güveniyordum.

        Sanki üzerimde görünmez bir zırh var. Öyle bir havaya kapılmıştım.

        Ne de olsa pandeminin ilk günlerinden beri her türlü riskli yere girdim çıktım.

        Daha ne aşı varken, ne virüsün ne olduğu belli iken Covid koğuşlarından gelen hekimlerle canlı yayınlara katıldım.

        Hepsinde teğet geçti.

        Afganistan’da günlerce hiç maske takmadan dolaştım.

        Yine sıyırdım.

        Demek ki diyordum, ya benim bünyeyi sevmiyor bu virüs ya da bağışıklık sistemim çok kuvvetli, etkilemiyor.

        Kendini kandırmanın sonu yok…

        Sonunda geldi beni de buldu Covid…

        Önce Salı akşamı hafif bir boğaz ağrısı yokladı.

        Kondurmadım.

        Çarşamba belli belirsiz bir yorgunluk hissettim.

        Bunu da çok koşturmalı bir gün geçirmeme bağladım.

        Perşembe sabah gayet iyiydim ama öğlene doğru boğazdaki o ağrı yine geldi oturdu. Sonra yavaş yavaş kafa zonklamaya, burun akmaya başladı.

        Bizim Habertürk’te revire koşup Doktorumuz Serdar Bey’in talimatıyla hızlı test yaptırdım. 10 dakika sonra hemşire arkadaşım Buket aradı: “Maalesef testiniz pozitif ama influenza da olabilir o nedenle emin olmak için hastanede PCR yaptırın.”

        Bunu bile kendime kondurmadım. “Hata olmuştur, negatif çıkar” dedim içimden.

        Bir de öyle yoğun bir hafta ki… Cuma ve cumartesi akşamları çok önemli iki yemekli toplantıya katılacağım, pazar günü eve bir grup misafir davet etmişim, pazartesi sabahı bir seyahatim var..

        Nihayetinde Cuma erkenden o beklenen haber Sağlık Bakanlığından mesaj olarak telefonuma ve HES koduma düştü: Durumunuz riskli, 26 Ocak’a kadar izolasyonda kalacaksınız!

        Türkçesi: Pozitifsiniz..

        O an sağlık durumumu hiç düşünmedim.

        Önce çocuklar aklıma geldi. Benim yüzümden onlar da temaslı kategorisinde bir hafta okula gidemeyecekler.

        En çok bu yüzden kendime kızdım.

        Okulu haberdar etmek, gerekli bilgileri paylaşmak vs işleri ile uğraştım.

        Sonra kendi programlarımı iptal etme boyutunu hatırladım. O da epey zor, her şeyi baştan planla vs…

        Tüm bu telaşta akşama doğru şunu fark ettim: Üzerinden yaklaşık bir gün geçmesine rağmen beni filyasyon ekiplerinden arayan soran olmadı.

        Test yaptırdığım Taksim İlkyardım Hastanesine çocukları da test için götürdüm, çocuk acil olmamasını gerekçe göstererek onları kabul etmediler, Okmeydanı’na yönlendirdiler.

        Hadi benim arabam var ama Covid pozitif bir vatandaşın şayet kendi aracı yoksa ya toplu taşıma ya taksi kullanarak ulaşım sağlayabileceği bir hastaneye yönlendirilmesi riskli değil mi?

        Hastanenin verdiği bilgiye göre başka bir yol daha varmış, filyasyon ekipleri evde test alabiliyorlarmış.

        Aradım ama kağıt üzerinde olan olasılık pratikte yok. Zira aşırı çok sayıda vaka var, dolayısıyla ekipler telefonla aramaya dahi yetişemiyor.

        Konuştuğum görevli "Siz daha bu sabah öğrenmişsiniz 3 gün içinde aranırsınız" dedi. Çocuklara evde test imkanı zaten yokmuş, yalnızca engelli ve bakıma muhtaç vatandaşlara bu hizmet veriliyormuş.

        Bunları şikayet için yazmıyorum.

        Zaten virüsün ana risk grubu olmayan çocuklara evde teker teker test yapılmasının gerekli olduğu kanaatinde değilim.

        Bunları ‘mış gibi yapmayalım’ demek için yazıyorum.

        Geldiğimiz noktada her gün binlerce yeni pozitif vaka çıkıyor. Pratikte buna teker teker yetişmek olanaklı değil, üstelik böyle bir çaba bana akılcı da gelmiyor.

        HAYALET KOVALAR GİBİ VİRÜS KOVALAMAYI BIRAKMANIN VAKTİ ARTIK GELMEDİ Mİ?

        Artık pandeminin ilk döneminin çerçevesi ile yol yürümek imkansız hale geldi. Karantina sürelerinin kısalması, PCR zorunluluğunun karantina bitiminde kalkması gibi küçük değişiklikler yapılıyor ama genel çerçeve aynı.

        Oysa ben artık radikal bir çıkışla geldiğimiz noktada vaka kovalamak, raporlamak, karantina gibi uygulamaları kaldırmamız gerektiğini düşünüyorum.

        Açık söyleyeyim, virüs tespiti hayalet kovalamaktan farksız bu saatten sonra. Zaten yüzde 20’yi en fazla yakalayabiliyorsunuz. Yüzde 80 kayıt altında değil. Semptomu olmayan temaslılara da artık test yapılmıyor. Yani aslında bir nevi görüntüde bir tespit çabası bu. Kimi yakalayabilirsen onu eve tıkıyorsun gibi bir durum. Adaletli de değil.

        Önerim Covid’i artık kayıt altına almaktan vazgeçmek.

        Ancak bunu yapabilmek için Batı’da çoktan uygulanmaya başlanan 5-11 yaş arası çocuklara aşıyı da tedarik etmemiz gerekiyor. Neden o konuda Türkiye bu kadar kapalı, niçin çocuklarımıza aşı olanağı sunulmuyor ve hatta bu neredeyse tartışma konusu dahi olmuyor anlamış değilim.

        Çocuklara aşı seçeneğini de sunduktan sonra artık şeytanın bacağını kırıp Covid’i diğer gribal enfeksiyonlar gibi bireysel alana sokmak gerek, zira bu gidiş sürdürülebilir değil.

        Bünyedeki düşman ne hissettiriyor?

        Bünyedeki düşman ne hissettiriyor?
        0:00 / 0:00

        Her ne kadar etkisi azaldı, zayıfladı, aşı da geldi, ne olduğunu biliyoruz dense de Covid virüsünün insanın kendi bünyesinde olduğunu bilmesi garip bir his. Sanıyorum psikolojik ama bunu öğrendiğiniz andan itibaren bir takım semptomlar daha belirgin hale geliyor.

        En azından bende öyle oldu.

        Tabi aşılı olmanın verdiği rahatlık çok. O büyük bir özgüven kaynağı. Ama dünden beri boğaz ağrım çok arttı, sırtım, belim, göğsüm de ağrıyor, hatta göğsümün üzerinde bir ağırlık var adeta. Bir de üzerimde garip bir yorgunluk.

        Kısacası pek de hafif geçirdiğimi söyleyemem. Demek ki aşılı olmasam ipin ucundaymışım…

        İlk izlenimler bunlar.

        Covidli Nagehan’dan ikinci yarı bir sonraki yazıya…

        Diğer Yazılar