Ahmet Davutoğlu: İsim konusunda kamuoyu oluşturma çabasını doğru bulmuyorum
Ahmet Davutoğlu’ndan ilk mitingi için Sultanbeyli’ye davet aldığımda açık söyleyeyim merak ettim.
Sultanbeyli AK Parti’nin hep çok güçlü olduğu bir yer. Bir mahallesinde Kürt yurttaşlarımızın öbür mahallesinde Karadenizli yurttaşlarımızın yoğun yaşadığı bir ilçe.
Acaba nasıl bir atmosfer olacak? Çok kişi gelecek mi, katılım cılız mı olacak? Davutoğlu önceki konuşmalarından farklı bir şey mi söyleyecek? Bir bomba mı patlatacak?
Bu soruların cevabını öğrenmek için Sultanbeyli’ye gittim. Saat tam 18’de, Ahmet Davutoğlu kürsüye çıkıp konuşmasına başladığında alana varmıştım.
Baştan söyleyeyim, kalabalık tahminlerimin ötesindeydi. Alan tamamen dolmuştu. Coşku düzeyi yüksekti.
Gelecek Partisi Lideri konuşmasında sık sık yolsuzluk ve usulsüzlüklerden bahsetti. “Biz yolsuzluklara karşı beyaz gömlek hareketiyiz” dedi.
Hakikaten de sahnede kolları sıvalı beyaz gömleğiyle hitap ediyordu Davutoğlu. Bir süredir aynı cümleyi tekrarlıyor ve hep beyaz gömlek giyiyor.
Yakın çevresine sordum, seçim sathı mailinde hep Davutoğlu ve Kurucular Kurulu üyeleri beyaz gömlek giyeceklermiş.
Konuşmasından sonra biz mitingi izlemek için davet edilen 6 gazeteci parti ilçe binasına geçtik ve Sayın Davutoğlu ile bir buçuk saati aşkın soru-cevap sohbet yaptık.
Davutoğlu hoca şapkasını sık sık takan ve konuşmayı çok seven bir siyasetçi malum. Uzun uzun anlattı ama birçok şeye “off-the record” kaydı düşerek.
Aşağıda okuyacağınız bölüm sohbetin “on-the-record” olan kısıtlı bölümünden. 6’lı masa, ortak aday, Bülent Kuşoğlu’nun açıklamaları, Tunç Soyer’in konuşması gibi birçok konuda çarpıcı şeyler söyledi Gelecek Partisi Genel Başkanı.
Öncelikle takvimle başlayayım. İstanbul dışındaki ilk mitingini 15 Ekim’de Tayyip Erdoğan’ın memleketi Rize’de, ikinci mitingini ise 23 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin memleketi Osmaniye’de yapacak Davutoğlu. Sonra da Şanlıurfa ve Ege’de bir yer olacakmış, belki Manisa…
Neden Sultanbeyli’den başladınız, diye sorunca da “Burası sembolik, yoksa Bağcılar gibi başka ilçeler da talip oldu ama burası AK Parti’nin İstanbul’da en yüksek oy aldığı yer Nagehan Hanım. Bakın ortamı gördünüz, cesaret konusunda taban tavandan çok daha cesur.” dedi.
Yaptığımız sohbette Davutoğlu şunları söyledi:
- Kemal Kılıçdaroğlu 40 ilde ortak aday çıkarma konusunda bir çalışma yaptık ve diğer partilere yolladık dedi. Önünüzde o çalışma var mı ve nasıl bakıyorsunuz?
Evet ama nereler olabilir aşamasına gelmedik herkes kendi çalışmasını yürütüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimine ne kadar ortak aday ve toplumun genelinin tartışmasız kabul edebileceği bir aday ile gidebiliriz onun üzerine hep beraber çalışacağız. Meclis ile ilgili bizim tavrımız net, 360’a birlikte ulaşabileceğimiz her formüle biz varız. Bizim tek başımıza şu ya da bu sayıya ulaşmamız partimiz için önemli ama rekabet zamanı değil. Çok hassas bir süreç işleyecek. Aday konusunda da süreç başlayana kadar liderler dışında kimsenin bu konuda görüş beyan etmemesi önemli.
- Son dönemdeki açıklamalara ne diyorsunuz?
Doğru değil o açıklamalar. Ben çok açık söyledim, bu çok hassas bir süreç hiçbir arkadaş genel başkan hakkında yorum yapmayacak, diğer partiler hakkında yorum yapmayacak, genel başkanların üzerinde mutabık olduğu ilkelere herkes saygı gösterecek. Genel Başkan yardımcılarının işi değil bu. Bülent Kuşoğlu’nu da kast ederek söylüyorum.
- Dün Sayın Kılıçdaroğlu ile aynı toplantıda bir aradaydınız. Bu konu aranızda geçti mi?
Yan yanaydık, sohbet ettik ama bu konu özel olarak geçmedi. Ama dikkat ederseniz o da benim mesajlarımı teyit eden mesajlar verdi.
- Masanın geleceği ile ilgili bir endişeniz var mı?
Yok ben arkadaşlara da hep söylerim, uluslararası müzakerelerde de öyle, bu bir nehirse nehrin yarısına kadar gitmek önemli. Yarısına ulaştığınızda geri dönmenin riski karşıya ulaşmaktan daha fazla olduğunda geri dönüş imkansızlaşır. Şu anda 6’lı masanın dağılmasının yapacağı tahribat devam etmenin yapabileceği tahribattan daha yüksek. Ama hangi formülle ne şekilde seçime gideceğimiz konusunda da şartlanmamak lazım. En negatif formülde bile 6’lı masa devam eder çünkü kendimizi bağladığımız şeyler var.
- Bahsedilen kaset kaydı iddiaları ile ilgili konuştunuz mu masada?
Ne gibi? (6'lı masa partilerinden önemli iki isim arasında ses kayıtlarının olduğu yönündeki iddiaları ilk kez soru soran gazeteciden duydu Davutoğlu-na) bunu kim yaparsa bu FETÖ yöntemidir ve bunu yapan Neo-FETÖ’dür. Kaldı ki diyelim ki iki lider olumsuz yorum yaptı, şu aday doğru şu değil diye, ki bunlar konu açılınca konuşulabilecek şeyler.
- Tunç Soyer’in Osmanlı’ya ve Padişah Vahdeddin’e yönelik sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz 6’lı masaya altı ilke bazında bakıyoruz. Bir ortak aidiyet bilinci, iki siyasi meşruiyete nasıl baktığımız, üç kurumsal meşruiyete nasıl baktığımız, dört demokrasinin ekonomik altyapısı, beş ahlaki altyapı, altı bunun uluslararası boyutu.
Ortak aidiyeti toplum iki şeyle sağlar, bir tarih referansıyla bir de eşit vatandaşlık. Toplumların ortak aidiyetini tarih bilinci ya da tarih referansı oluşturuyorsa tarihe nasıl yaklaşacağımıza bakmamız lazım. Bugünkü siyasi pozisyonumuzla tarihi yorumlamamalıyız. Tarih siyah ve beyaz değil, gridir. Bir dönemi karalayıp başka bir dönemden siyasi rant elde etmek ortak aidiyet bilincini zedeler. İki taraf da yöntem olarak ortak zemini sarsıyor. Tunç Soyer’in niyeti ne olursa olsun İzmir’in kurtuluşu İzmir’in kurtuluşudur. Kimden kurtuldu? Yunan’dan. İzmir’in kurtuluşu herkesin bayramıdır. Bakın Fransa’da birbirinin ardına beş cumhuriyet kurulmuştur ama orada bir tarih devamlılığı vardır, birbirini reddetmez. İngiltere’de mesela kimse Cromwell’le ilgili olumsuz bir şey söylemez ki o Cromwell hanedanlığı yıkmış, çizmesiyle İngiliz Parlamentosuna girip tarihi değiştirmiş, gerek yok, bitmiş, tarih o. Bizde hala olgunlaşmamış bir ulus devlet refleksiyle bakıp Osmanlı’ya böyle dışlayıcı yaklaşmak ya da cumhuriyetin getirdiği büyük kazanımları yok saymak… Kimse Osmanlı hanedanına dönmeyi düşünmüyor, dönülmeyeceğini zaten biliyor. Kaldı ki niye istesin? Böyle bir tehlike varmış gibi sürekli gündemde tutmak doğru değil. Hele bu seçim şartlarında karşı tarafın kolay tahrik edeceği bir şey. Nitekim o da döndü.
Bakın bizde ırkçılığın tahrik edildiği bir ortam varken aynı günlerde şu sıralar İngiltere’de hükümet kuruluyor, Sierre Leoneli var, Hintli var, Kürt var ve Muhafazakar Parti iktidar. Bizde ise tarihimizde ırkçılık yok ama şu hale bakın…
- Bülent Kuşoğlu’nun Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birincisi, Kuşoğlu tecrübeli bir siyasetçi. Bu tür temaslarda rol almış da bir siyasetçi. Ben altılı masa ile ilgili olarak olumlu bir yaklaşım içinde olduğunu biliyorum. Açıklamayı doğru bulmuyorum. Dün de söyledim. Kılıçdaroğlu’nun mezhebi kimliği… Cumhuriyet’in getirdiği eşit vatandaşlık ilkesine rağmen birilerinin etnik ve mezhebi kimliği dolayısıyla herhangi bir vatandaşın herhangi bir makama geleceğinin sakıncalı olacağını söylemesini, bütün bu kazanımlara hakaret görürüm. Kimse böyle bir şey söyleyemez. Bunu zul addederim. Ama altı liderin karar vereceği bir hususta herhangi bir genel başkan yardımcısının yorum yapmasını da doğru bulmam. Bu konuda fiili bir iklim oluşturma çabasını da doğru bulmam.
- Ne demek fiili iklim? Emrivaki mi?
İsim vermeden fiili olarak bir atmosferin oluşmasına…
Emrivaki demeyeyim ama bir kamuoyu oluşturma çabası da doğru olmaz.
- Böyle bir çaba gördünüz mü?
E bu açıklamalar biraz ona işaret. Doğru değil.
- Bireysel bir çaba mı gördünüz?
Ayrım noktası olur. Bir kişi bireysel açıklama yapar. Burada Kılıçdaroğlu’nun açıklaması bizim için önemlidir. Bir de sözcü Faik Öztrak’ın. Her ikisinin de açıklaması var. ‘Bu kurumsal bir açıklama değil.’ Onun için bu meselenin bir krize dönüşmesine zemin yok. Ama doğru değil bu tür açıklamalar.
- Gültekin Uysal, aday altı liderden çıkacak diyor. Diğer taraftan Babacan da yedinci kişi de olabilir dedi. Tam olarak nerede uzlaştınız?
Bu konu daha açılmadı. Şunu yazmanızı isterim: Bizim için kim sorusu değil, nasıl sorusu önemli. Kimin yöneteceğinden çok nasıl yöneteceğimiz sorusu. Eğer nasıl yöneteceğimizin ilkeleri doğru bir şekilde konursa kimin yöneteceği sorusu önemini kaybeder. Ama nasıl yöneteceğimiz belli olmadan kim’i konuşmaya başlarsak, herkes o makamı almak ve bütün yetkiyle yönetmek ister. Benim birinci önceliğim, nasıl yöneteceğimizin konuşulmasıdır. Mesela tek imzalı Cumhurbaşkanı kararnamesinin kullanılmaması, liderlerin kendilerinin ya da tayin ettikleri kişilerin bakanlar kurulunda yer alması üzerinden ortak bakanlar kurulu kararı gibi altı partinin de imzasını gerektiren bir süreç yürüdüğü zaman bunların kim olduğu ikinci öneme düşer. Ama Tayyip Erdoğan’ın yetkilerinin tümünü aynı şekilde birisi kullanacak. Ve biz sadece bu ismi tespit etme ve kamuoyuna yansıtma yetkisine sahip olacaksak, işte ona biz karşıyız.
- Bunu talep eden bir parti var mı altılı masada?
Hayır, kamuoyunda biraz bu hava var. “Bize bir isim söyleyin, sonra bırakın” demek böyle bir şey.
- Bir koalisyon protokolü ne zaman çıkacak?
Eğer bir kişinin değil, bir heyetin yöneteceği bir yürütme mantığına gelirsek, koalisyon protokolü oluşturmak çok kolay.
- Bir heyetle ülke yönetmek, büyük bir bürokrasi, karar almak için tek tek liderleri dolaşmak…Bunlar çok zor değil mi?
Yok. Zaten açıkçası kim Cumhurbaşkanı adayı olacaksa geçiş sürecinde Cumhurbaşkanı olacağını bilmeli ve sonraki siyasi rekabetin içinde de yer almamalı.
SEÇİLECEK İSİM PARTİSİNDEN İSTİFA ETMELİ
- Partisinden istifa etmeli mi?
Doğru olan budur. Fiilen Cumhurbaşkanı yetkililerini kullanırken, parti mensubiyetinin olmaması. Benim kanaatim, geçiş sürecini yönetecek cumhurbaşkanının parti kimliği dışında olması daha doğru.
- Ortak aday çıkarmama olasılığınız var mı hala?
Çıkar.
- Muhakkak mı?
“Muhakkak” diyemem. Bu benim karar vereceğim bir şey değil. Ben ortak aday çıkmasını isterim. Ama ortak aday çıktığı zaman bir sonraki evrede o ismin siyasi rekabetinin içinde olmaması daha doğru olur. Olduğu zaman kendi partisini kayırmak zorunda kalır. Doğaldır, kadrolaşırken onu göz önüne alır.
Göstereceğiniz ortak aday eğer bir partinin lideri veya üyesiyse göreve başladığında üyeliğini sonlandırmalı.
Eğer geçiş sürecini yönetecek olan oysa, ilkesel bir şey söylüyorum, bir sonraki seçime girecek birisi o gücü partisi yönünde kullanır. Bu da geçiş sürecini zedeler. Ama anlaşılmaz da herkes kendi genel başkanıyla girer ya da ikili üçlü başka ittifakla girilir, o ayrı bir şey. Ama altı partinin bir araya gelmesi durumunda parti menfaatlerini öne çıkarabilecek bir iklimin olmaması lazım.
HDP’Lİ BAKAN İDDİASI
- HDP’li Bakan olur mu?
Bir kere vaktinde olanlar anayasal zorunluluktu. Benim irademle olan bir şey değil. (Seçim hükümetini kast ediyor-na) Müslüm Doğan, Ali Haydar Konca, Levent Tüzel. O kabul etmedi. MHP’den de Tuğrul Türkeş kabul etti. Anayasa diyor ki partilere götürmeyeceksin, kişilere götüreceksin teklifi. Ben de kişilere götürdüm. Ama götürürken şuna baktım, açık söyleyeyim: Herhangi bir şekilde geçmişte terörle ilişkili bir faaliyet olmuş mu? Bir: Bakan olarak görevini yapabilir mi? İki: Herhangi bir şekilde benim önüme bir dosyası gelebilir mi? Dosyası nereden gelir? Kandil’de bir yerdedir, orada bir yerdedir. Allah için, ikisi de dürüst bakanlık yaptı. Konca dediğiniz gibi geçmişte bürokratlığı da var. Müslüm Bey harika bir insandır. Hatta biz partinin kurucular toplantısına onu da çağırdık. Sonra müsaade istedi. Sonra Ayhan Bilgen’e katıldı. Dolayısıyla orada bir anayasal zorunluluk var.
- Bugün?
Bugün masada böyle bir konu yok. Olmadan ben söyleyip de pişmemiş aşa da su katmam, pişmiş aşa da su katmam.
- Ama Gürsel Tekin sizin döneminizi örnek veriyor.
Yanlış veriyor. Benim dönemim örnek teşkil etmez. Anayasa deseydi ki geçiş döneminde almak zorundasınız, kimsenin diyeceği bir şey olmazdı. MHP o zaman Tuğrul Türkeş’i ihraç etti. Ama HDP ile ilgili bir şey söyleyemedi. Çünkü ben de dönüp Bahçeli’ye dedim ki, “Sen koalisyonu kursaydın da ben onlara muhtaç olmasaydım.”
Bugünkü tablo ise çok farklı…