Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Mahir Ünal’ın tasfiyesi bence ideolojik oportünizm tuzağına düşen tüm siyasetçilere, akademisyenlere ve gazetecilere ders niteliğinde…

        Bugün 3 Kasım 2022. Yani AK Parti’nin 3 Kasım 2002 büyük zaferinin, iktidara gelişinin 20. yıldönümü. Özellikle AK Partili siyasetçiler aşağıda yazdıklarım üzerine kafa yormalı bence.

        Şayet inanmadıkları düşünceleri sırf politik faydacılıkla savunurlarsa, aslında tamamen zıt oldukları siyasi ideolojileri konjonktüre göre silah gibi kullanırlarsa bir gün o silah karşılarına gelir ve kendilerini vurur.

        Ünal’ın başına gelen tam kendi kendine suikast. Mahir Bey, aslen inanmadığı ideolojik yaklaşımları savuna savuna en sonunda bizzat o yaklaşımlar tarafından tasfiye edildi.

        Esasen siyasi görüş olarak Türk milliyetçiliğine ve Atatürkçülüğe ya da Kemalizme ve ulusalcılığa mesafeli bir siyasetçiydi. Hatta bu politik ideolojiler kesişiminin tam zıddı bir dünya görüşüne sahip olduğunu söylemek mümkündü.

        Nitekim barış ve çözüm süreci döneminde samimiyetle ve inanarak en önde gelen politik aktörlerden biri oldu. Dolmabahçe mutabakatının fotoğrafında Yalçın Akdoğan ile beraber baş köşedeydi. Mahir Ünal o zaman son derece tutarlıydı çünkü İslami dünya görüşü gereği barış ve çözüm sürecini tüm zerreleriyle savunan bir siyasetçiydi. O süreçte başrolde olması doğaldı.

        Kürt meselesinin Türk milliyetçiliği ya da Atatürkçülük ideolojisiyle çözülemeyeceğini düşünüyordu. Bilakis bu ideolojiler Türkiye’ye deli gömleği giydirerek Kürt sorununu kangren haline getirmişti Ünal’a göre. Bunu da 2015 senesine kadar söylemekten çekinmiyordu.

        2015’te çözüm süreci çöktü. O sürecin aktörlerinden Yalçın Akdoğan AK Parti içinde kalmakla beraber bir köşeye çekildi. Dönüp bir anda Türk milliyetçisi tezleri savunmaya başlamadı. Akdoğan’ı Atatürkçülerin hoşuna gitsin diye inanmadığı halde Kemalizmi öven konuşmalar yaparken görmedik.

        Yalçın Bey her inandığını söyleyemedi belki ama inanmadıklarını da söylememeye gayret etti. Gözlerden uzak kaldı. Hala da AK Parti Ankara milletvekili.

        Mahir Ünal ise böyle yapmadı. Bir anda inanmadığı Türk milliyetçiliği ideolojisi uğruna AK Parti’de alanı olduğu medyaya dair aldı eline hızarı ve birçok medya organının üzerine o hızarla gitti. Bu sayede AK Parti ve hükümet içindeki makamlarını da korudu, hatta daha da yükseldi ama kendi kişiliğinden ve dünya görüşünden çok sayıda tavizler vererek bunu yaptı.

        Konumundan aldığı güçle “Bu yorumcunuz gayri-milli konuşuyor ama bak şu kişi milli konuşuyor. Gayri-milli tutum alanlar televizyona çıkarsa size mesafe alırız” gibi tavırlarla kimi kanallara dolaylı direktifler vermeye yeltendi. Türk milliyetçiliği adına adeta kimi medya kurumlarına racon kesti.

        Bizzat kendisi Atatürkçülük ve Türk milliyetçiliği ideolojisine mesafeli olduğu halde böyle yaptı Ünal. Stefan Zweig’in enfes politik biyografisi “Fouche” eserinde resmedilen siyasetçi tipi gibi davrandı.

        Peki neticede ne oldu? Kendi memleketi Maraş’ta bir kitap fuarında küçüklüğünden beri çok sevdiği entelektüel Cemil Meriç’ten bahsederken gerçek düşünceleri ağzından dökülüverdi.

        Maraş’tan çıkan ve hayran olduğu üç büyük şair Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu’nun ruhu gerçek Mahir Ünal’ı konuşturdu o gün belki de.

        Özellikle de en sevdiği aydınlardan olan Cahit Zarifoğlu “Dil devrimi ve ardından 60 sonrası dil tasfiyeciliği ile Atatürkçüler kültürel bir soykırım yapmıştır” diyordu.

        Mahir Ünal da Zarifoğlu tarzındaki hakiki düşüncelerini söyledi ve oradan sonra film koptu.

        Sonradan geri adım atmaya ve tövbe etmeye çalıştı ama artık çok geçti. Bizzat kendisinin medyaya karşı silah gibi kullanmaya çalıştığı Türk milliyetçiliği ve Atatürkçülük ideolojisi tarafından tasfiye edildi.

        Mahir Ünal’ın hikayesinde hem siyasetçiler hem de aydınlar için büyük bir ibret var bence. Siz konjonktür gereği inanmadığınız siyasi ideolojileri benimsemiş gibi oportünist davranışlara girerseniz bir gün gelir ve bizzat yaranmaya çalıştığınız o ideoloji tarafından da böyle yutulursunuz.

        Aynı yanılgıya düşen gazeteci arkadaşlarıma da bu yazıyla seslenmek istiyorum... Zenci olduğunuz halde Michael Jackson tarzı ameliyatla beyaz görünmek istemek gibi bir travmatik durum bu. Ne yaparsanız yapın sizin beyaz olmadığınızı bilirler. Belki konjonktürel menfaatleri gereği size “beyaz gibi” davranırlar ama vakti geldiğinde zenciliğinizi size hatırlatırlar.

        Çünkü o siyasi ideolojilerin gerçek sahipleri aslında sizin ne olduğunuzu çok iyi bilirler. Samimiyetsiz hareketleriniz onları sadece bıyık altından gülümsetir. Oportunist olduğunuzu görürler ve vakti geldiğinde de sizin biletinizi bizzat onlar keserler.

        Diğer Yazılar