Meydan okumaların ortasında Türkiye
Neredeyse hiçbiri sürpriz olmayan ve şaşırtıcı görünmeyen gelişmelerle Eylül ayını tamamladık.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “referandum” sonuçlarını törenle ilan etti.
Luhansk, Donetsk, Herson ve Zaporijya bölgelerinin kararını verdiğini ve bunun milyonların açık tercihi olduğunu söyledi. “Bu BM'nin ilk maddesinde yazar, kendi kaderini tayin etme hakkı” iddiasıyla.
Putin’in bir de şu cümlelerin altını çizelim:
“Batı'nın bizi duymasını istiyoruz; Bu dört bölgedeki insanlar artık bizim vatandaşımız olmuştur. Biz Kiev rejimine düşmanlığı bir an önce kenara koyması çağrısını yaptık.”
Putin, bu hamlesiyle Rusya’nın sınırlarını yeniden ilan etti.
Zihninde ve elbette Rus devlet aklındaki şu endişenin yansıması aslında bu. “SSCB’yi dağıttılar, şimdi sıra Rusya Federasyonu’nda.”
Bunu da dile getirdi Rusya lideri.
RUSYA’YA TEPKİLER
Peki tepkiler…
Peş peşe ABD’den ve AB’den sert açıklamalar.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in Rusya’yı kınayan, ancak çatışmanın tarafı olmayan sözleri:
“NATO, Ukrayna topraklarının Rusya tarafından ilhak edilmesini kınıyor, ancak ittifak bu çatışmanın tarafı değil. NATO, Rusya'nın yeni topraklarını tanımıyor. Dünya düzeninin yeniden sağlanması için çağrıda bulunuyoruz.”
BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın ilhakını kınayan tasarının geçmediğini de bu tabloya ekleyelim. Buraya bir not. ABD Başkanı Biden’ın son genel kurulda BM’nin yeniden yapılanmasına dair söyledikleri, Rusya’yı dışlayan bir hedefe dönüşebilir.
KUZEY AKIM MESAJI KİME?
Bu gelişmelerin dünyanın zayıf bir umutla da olsa beklediği barışa kapı aralamadığı açık.
Geçtiğimiz haftanın, belki de son ayların en önemli hadisesi, her zaman olduğu gibi Türkiye gündeminde kendisine gerçek anlamda yer bulmadı.
Kuzey Akım 1 ve 2 doğalgaz boru hatlarında peş peşe sızıntılar gerçekleşti. Artık kullanılamaz halde.
Putin’in dün akşamki konuşmasında bu konudaki sözleri şöyleydi: “Anglo-Saksonlar yaptırımlara doydu, şimdi sabotajlara başladılar. Kuzey Akım boru hatlarını patlattılar."
Değerli strateji uzmanı Gürsel Tokmakoğlu’nun “stratejik sabotaj” diye tanımladığı bu hadise, yine onun değerlendirmesiyle savaşta yeni cepheler açılabileceği anlamına geliyor. ( İlgilisine, politikmerkez.com adresinde Tokmakoğlu’nun kritik çalışmalarını naçizane tavsiye ediyorum.)
Savaşın alanı ve cepheleri genişlemeye ilerlerken, kullanılan araçlar ve yöntemler daha tehlikeli hale geliyor. Stratejiler, büyük meydan okumalara dönüşüyor. Nükleer silahlardan ibaret değil bu tehditler.
Kuşkusuz Kuzey Akım’la ilgili sabotajın, Rusya’dan çok Avrupa’yı, tam anlamıyla ise Almanya’yı hedefe koyduğu ortada.
NATO’nun küreselleşme hedefinin, AB’nin ana aktörlerinde ortaya çıkardığı krizler, sadece enerji başlığı altında bile dengeleri alt-üst eden boyutlar kazandı.
Almanya-Rusya arasında enerji alışverişinden çok daha fazlasını içeren “stratejik yakınlaşma”, daha doğum aşamasında Biden doktrini ile parçalandı.
Fransa’nın biraz da Türkiye’den rol çalma çabasıyla Rusya’yla müzakere hamlesi karşılık bulmasa da, bu ülkenin endişelerinin yansıması.
İtalya’da aşırı sağın zaferi, liderleri şimdilik Ukrayna bayraktarı gibi görünse de, zihin dünyasının Rusya’yla daha yakın olacağını hatırda tutmak gerekiyor.
BİZ NEREDEYİZ?
Türkiye…
Önce kullanıma açıp sonra iptal ettiğimiz “Mir kart” örneği gösterdi ki barış ve arabuluculuk konusundaki rolümüze rağmen, ateş topuna dönüşen süreci yönetmek giderek zorlaşacak.
Bir NATO üyesiyiz ve pek çok gerekçeyle yönümüz hala Batı’ya dönük.
Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinde verdiğimiz mesajlar ve karelerle birlikte dünyanın da gündemi olan soruyu hatırlayalım.
Türkiye, çok kutuplu olacağı öngörülen yeni dünyada Rusya’nın etki alanında yer almayı mı tercih edecek?
Bu soruyu yeterince tartıştığımızı düşünen var mı bilmiyorum. Varsa da ciddiye almaya değmez doğrusu.
Mesela, Batı/NATO kendisiyle birlikte olanlardan geçmişe göre daha derin ve sarsılmaz bağlar isterken, nerede yer tutacağımız meselesi daha hayati hale gelmiyor mu?
Özellikle şu dönem itibariyle daha eşsiz avantajlar sunan jeopolitik konumumuzu değerlendirmek yerine, bitmek bilmeyen gündelik çekişmelerin girdabında boğulmak nedir sizce?
Bilen varsa buyursun.