Yeni ABD Başkanı Donald Trump’ı zihinlerde bir yere oturtmak sanıldığı kadar kolay olmayacak. Ancak şurası da açık. Ne ülkesinde ne de dünyada artık bir “yol kazası” olarak tanımlanamayacak. Baştan aşağı tüm devlet aygıtıyla kavga ederek kazandığını söylemek de gerçekçi görünmüyor. Kiminle ne kadar ittifak ettiğini zamanla göreceğiz.
Türkiye’de ve dünyada pek çok kesimin Demokrat Parti adayı Kamala Harris’in kazanmasını beklediğini, hatta siyasi anlamda buna yatırım yaptığını biliyoruz. Bu durumun demokrasi, cinsiyet ve benzeri başlıklar üzerinden ifade edilmesi kuşkusuz dünya kamuoyunda Trump karşıtlığını hayli cazip hale getiriyor.
TRUMP ARTIK YENİ BİR SÖYLEM
Ancak meselenin bir de karşı tarafına bakmak gerekiyor. Ortaya çıkan yeni siyasi hikayenin, sadece Amerikan toplumunda değil, dünyanın dört bir yanında etkisi ve karşılığı var. Bu artık yeni bir siyasal söylem olduğu kadar, hayatın her alanında yeni bir muhafazakar akımın habercisi.
Trump’ın yardımcı olarak JD Vance’i seçmesi başından itibaren çok tartışıldı. Şimdilerde ise genel olarak seçimi kaybeden tarafta, bir süre sonra başkanın tasfiye edileceği ve yerini Vance’in alacağı yönünde imalar dolaşıyor. Bu operasyonel bir anlatım ve aktaranlar da sıradan isimler değil.
Ancak başkan yardımcısının, kendisini “post-liberal sağ” olarak tanımlaması daha fazla üzerinde durmaya değer. Küresel ölçekte liberal tezlerin sahibi olan entelektüel alanda bu yeni duruma karşı hayli öfkeli tepkiler var. Olup biteni bunlardan arındırıp gerçek bir güç mücadelesi olduğunu okumak bu yüzden meşakkatli.
MACRON YİNE ERKENCİ
Bu tür konularda öngörü sicili pek de parlak olmayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu kez de erken bir tepkiyle sahne aldı. (Hatırlayacaksınız, NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini de iddia etmişti.) Budapeşte'deki zirvede “Avrupa'nın ABD’den bağımsızlığını ilan etmesi gerektiği”ni söyledi ve ekledi: "Güvenliğimizi sonsuza kadar Amerika'ya devredemeyiz."
Bu tabloya Almanya’da birdenbire hızlanan iktidar değişimi tartışmalarını da ekleyebiliriz.
Rusya-Ukrayna savaşının Avrupa üzerindeki etkilerinin, ne denli yıpratıcı, hatta yıkıcı olduğunu yeni dönemde daha fazla görme imkanımız olacak. Türkiye'nin böylesine ağır bir dönemi, yıpranmak bir yana kazançlı geçirmesinin değeri, önümüzdeki dönemde daha iyi anlaşılacak.
TÜRKİYE NEREYE ODAKLANIYOR?
Türkiye’ye gelebiliriz bu tabloların ardından. İfade ettiğim gibi, Rusya-Ukrayna hattındaki rolümüz halen avantajımız olmaya devam ediyor. Ancak bizi asıl etkileyen süreçlerin Ortadoğu’da şekillendiğini, dolayısıyla daha fazla odaklanmamız gereken boyutun burası olduğunu unutmadan.
Türkiye’nin bu coğrafyada çok daha etkin bir güç olacağını uzun zamandır savunuyorum. Küresel bir güç değiliz. Ama bu durum liderlik edeceğimiz alanlar olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Öte yandan Trump seçildiği anda “Türkiye ve ABD’nin Suriye denkleminde ortak zeminleri olabileceğine” ve “bunu doğru yönetirsek bize ciddi avantajlar sağlayacağına” dikkat çektim.
Görüşüm değişmedi. Eğer ayrıntılarda boğulmazsak bunu görmemizin giderek daha kolay olacağını düşünüyorum. Ayrıntılar demişken, mesela Türkiye’nin 2018-2019’da Suriye denkleminde yaptığı hamleler ve özellikle Barış Pınarı Operasyonu’nun bugün bize sağladığı derinliği yeterince görmüyoruz. O dönemdeki gerçekler yerine algıları tercih ettiğimiz için.
GÜVENLİ BÖLGE TAMAMLANACAK
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 10 Kasım Atatürk’ü Anma programında çizdiği şu çerçeve yeni dönemi görmemize yetecek kadar ipucu veriyor bize:
“Ülkemizi güney sınırlarından kuşatma girişimini, yaptığımız harekâtlar ve oluşturduğumuz güvenli bölgelerle önemli ölçüde akamete uğrattık. İnşallah önümüzdeki dönemde sınırlarımız boyunca oluşturduğumuz güvenli bölgenin eksik kalan halkalarını da tamamlayacağız. Bir başka ifadeyle terör örgütleriyle ülkemiz sınırları arasındaki irtibatı tamamen keseceğiz.“
Çok hareketli ve hızlı değişimlere açık bir gündemi var Türkiye’nin. İçerideki tartışmaların bunu gölgelemesine izin vermeden yol almak sanıldığından daha zor olsa da, sürecin doğru yürümesinin olmazsa olmazı bu.