Tek taraflı yürüyen her tartışma, gerçekleri değil algıları besliyor. ABD’de seçimler tamamlandı, Donald Trump açık bir zafer kazandı. Ancak onun hikayesini soğukkanlı biçimde anlamak herhalde epeyce zaman alacak. "Demokrat dünya" bunu şimdilik seçmeni küçümseyerek yapmayı tercih ediyor.
2024 Kasım seçimleri öncesinde Amerikan kamuoyunda tartışılan iki başlık çok dikkat çekiciydi. Birincisi seçimleri kazanmak için dış politikanın belirleyici olup olmadığı. İkincisi yine aynı çerçevede güçlü liderliğin başarıda ne kadar rolü olduğu.
Hemen fark ettiğinizden eminim. Bu iki başlık 14 Mayıs 2023 genel seçimleri öncesinde Türkiye’nin de gündemindeydi. Güvenlik ve beka tartışmalarının yanısıra, dış politikanın ve güçlü liderliğin seçimleri kazanmak için ne kadar önemli olup olmadığı hep gündemdeydi.
ERDOĞAN'IN KAZANMA SIRRI
2023 seçimlerini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kazanacağına dair düşüncemi, hem bu köşede, hem de Habertürk ekranlarında defalarca dile getirdim.
O dönem özellikle ekonomik sorunların etkisiyle en azından parlamentoda muhalefetin çoğunluğu sağlayacağına dair güçlü bir kanaat oluşmuştu. Sadece muhalif kamuoyunda değil, iktidara yakın olan bazı çevrelerde bile böyle bir ihtimali önemseyenler vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem parlamentoda üstünlük sağladı hem de ikinci turda yeniden seçilmeyi başardı.
Seçimlerle ilgili öngörümün son derece açık ve anlaşılır temelleri vardı. Ancak en fazla altını çizdiğim “güçlü liderlik” ve bunun etrafında oluşan toplumsal güven ve umuttu. Dönemin 6’lı masası ve muhalefet bloğu bu durumu görse bile, aritmetik hesaplarla bunu aşacağına inandı. Toplumla bağ kurabilen sahici bir liderliği değil, ürettikleri metinleri ve Erdoğan karşıtlığını seçimi kazanmak için yeterli gördü.
DOĞRUDAN İLETİŞİM VE HAMLE ÜSTÜNLÜĞÜ
Cumhurbaşkanı, toplumla irtibatını şöyle tanımlıyor: “Biz; çarşıda, pazarda, dolmuşta, otobüste, sokakta, caddede, vatandaşımızın evinde, iş yerinde, onunla doğrudan irtibat kurar, doğrudan iletişim kurar; derdini, sorununu dinler; gelir burada o derde çare bulmanın, o sorunu çözmenin mücadelesini veririz."
Bu sade ve anlaşılır bir strateji. Aynı zamanda sahici. Bu yönüyle de Erdoğan’la toplum arasında ortak bir gündem ve duyarlılığın kaynağı oluyor.
Bugün bunları hatırlatmanın iki nedeni var. Önce birincisi. 2024 yerel seçimlerinde muhalefetin elde ettiği üstünlüğe rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan kısa zaman içinde hamle üstünlüğünü yeniden elde etti.
Dilerseniz şöyle de okuyabilirsiniz. Muhalefet, avantajlı görünmesine rağmen, kısa sürede elindeki üstünlüğü yitirmeye başladı. İç çekişmeler, yerel yönetimlerde iddialı başlayan süreçlerin hızla tersine dönmesi, erkenden başlayan cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışması ve tabi bunların toplumda oluşturduğu güvensizlik.
Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatı boyunca asla terk etmediği özelliklerinden birisi de öğrenme iştahı ve tecrübe biriktirme kabiliyeti. Aynı noktaya ısrarla ve bıkmadan dokunarak ve vurarak hedefe yürümesi aynı zamanda. Rakiplerinden herhangi birisinin bu özelliklerin yanına bile yaklaşamadığını söylemek abartılı olmaz.
AVRUPA'DA LİDERLİK SORUNU
Güçlü liderlik konusundaki hatırlatmamın ikinci nedenine gelince.
Trump’la birlikte sadece Türk-Amerikan ilişkileri değil, dünya yeni bir döneme giriyor. Yeni ekibini kurarken ortaya çıkan isimlerin, Türkiye’nin aleyhine olacağına dair bazı endişeler dile getiriliyor. Bunlar elbette dikkate alınmalı ve önümüzdeki dönemin hangi şartlarda ilerleyeceğini anlamak açısından da önemli.
Fakat Türkiye’nin şöyle bir farkı var. Mesela Avrupa’nın köklü ülkeleri ciddi liderlik krizleri yaşarken, bizde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset tarzı ve liderliği ciddi bir avantaj olarak öne çıkıyor.
Trump’lı yıllar zor mu geçecek, mümkün. Etrafımızdaki pek çok meselede görüş ayrılıklarımız var, bunları ortak bir zeminde ele almak kolay olmayacak. Ancak Trump’ın inişli çıkışlı, sürprizlerle dolu ve zaman zaman gerilimi zirveye çıkaran üslubu karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü liderliği sanıldığından çok daha değerli.
Şöyle de anlatabilirim. Türkiye ne kavga, ne de savaş arıyor. Dünyanın dört bir yanında barışa katkı sağlamak için ciddi hamleler yapıyor. Ancak yeri geldiğinde kavgadan çekinmeyen ve muhatabına gereken cevabı verecek bir liderliğe de sahip.
İknanın büyük bir sanat olduğuna her zaman inanıyorum. Ancak ikna muhatabınızı dinlemek ve anlamak olduğu kadar, doğru araçlar ve yaklaşımlarla ona gereken mesajı ve karşılığı verebilmektir. Merkel sonrası Almanya’ya bakın ya da Macron’la birlikte Fransa’nın yaşadıklarına. Ukrayna’ya ABD baskısıyla verdikleri desteğin faturasını ödemeye daha yeni başlıyorlar.