"Derin devlet" yokmuş, dağılalım
İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen Ergenekon davasında, bu kez tüm sanıklar "silahlı örgüt kurmak, yönetmek, üyelik, yardım ve yataklık" suçlarından beraat etti.
Mahkeme, “Ergenekon yoktur” demiyordu, sunulan delillerin örgütün tespit edilmesine yetecek güçte olmadığı ileri sürülüyordu. Söz konusu olan bir “vardır” ya da “yoktur” hükmü mevcut değildi. Örgütün tespit edilemediği vurgulanıyordu.
Birçok kişi tespit edilemeyen bir terör örgütüne üye olmakla suçlandığı için zarar gördü. Aileler mahvoldu, insanlar intihar etti. Bunun sorumlusu da bu davaları çarpıtan FETÖ’dür. Ancak koskoca bir toplumun bu davaların bir şeyi çözeceği umuduna kapılması sadece FETÖ’nün olağanüstü kandırma marifetiyle açıklanamaz. Böyle olması için bu ülkenin ve devletin tarihinde “derin devlet” gibi bir tecrübe olmaması gerekir. Ancak biliyoruz ki, var. Sadece tek bir yılın, 1993 yılının çetelesine şöyle bir bakmak bile olduğunu görmeye yeter.
Bu davalar sırasında haksızlığa uğramış, şimdi yerlilik ve millilik yaparak hem iktidara şirin görünmeyi başarmış hem de Kemalist hedef kitlelerini korumak için “liberal” ve “demokrat” taşlama işine daha da azimle sarılmış kimi profiller, mahkeme “Türkiye tarihinde adı şu ya da bu, böyle yapılar, derin devlet aparatçıkları yoktur, zinhar olmamıştır” demiş gibi davranmaktalar.
Dişleri “Evet ben bu davanın savcısıyım” diyen Erdoğan’ı kesemeyeceği için , hınçlarını dönemin Ergenekon davasına anlam yüklemiş gazeteci ve yazarlarından alıyor, bir dönem bu davaların anlamlı olacağına inanmış kişileri “FETÖ” tezgahının içinde olan kimseler olarak göstermek istiyorlar. “Yok tam olarak öyle değil o iş, dönemin koşullarına bakın” dediğinizde saldırıyor, eğer ki beraber bir yayında iseniz takipçilerinden “Tutuklayın bu kadını” tivitleri gelene kadar kışkırtmaya devam ediyorlar.
Ben kendisine liberal diyen biri değilim. Geçmişte “ulusalcı” ifadesinin küfür olarak kullanılmasından duyduğum rahatsızlığı en zor mecralarda dile getirdim. İnsanları “görevi ihmal”, “görevi kötüye kullanma” suçlarından yargılayabilecek iken neden “terör örgütü” suçlaması? diye defalarca sordum. Davaların usulsüzlük batağına saplandığını farkettiğim andan itibaren eleştirdim. Liberal yancılığı yaparsa önünün açılacağını düşünen ve kimliğiyle çelişen her sufleye balıklama atlayan İslamcılardan da olmadım. 2014-2015 yıllarında “liberal entelijensiya” diyerek, bazı aydınların sorumsuzluklarına işaret ettiğim, PKK ve FETÖ konusunda takındıkları devlet ve millet düşmanı üsluplarını eleştirdiğim onlarca yazım var. Ama “liberal demokrasi” kavramının yarayışsız, kriminal bir ideoloji, kötülüklerin anası olduğunu iddia edecek kadar kötücül ve cahil olmadım hamdolsun. Ayrıca şunu biliyorum: İşinize gelmediği zaman “Liberaller, demokratlar toplumun % 2’sine tekabül ediyor, toplumda karşılıkları yok” deyip, işinize geldiği zaman “Çok güçlüler ve bu davalar ‘liberaller’ sayesinde zemin buldu, toplum bu davaları ‘liberaller’ yüzünden satın aldı” olmaz. Yemezler. Yok öyle yağma.
FETÖ, davaları çarpıtmış, zemininden ayırarak bu topluma, devlete ve millete ihanet etmiştir. Doğru, bazı gazeteci ve yazarlar da iflah olmaz otorite karşıtlıklarını ve Batı hayranlıklarını bu davalar üzerinden temize çekmeye kalkışmıştır. Ama bu durum toplumun o dönem yaşadığı kıstırılmışlığı hükümden düşürmüyor ve o dönemin koşullarına, yükselen dönüşüm taleplerine yokmuş muamelesi yapmayı haklı çıkarmıyor.
Bir ülke düşünün ki, seçilmiş başbakanın eşi başörtülü, cumhurbaşkanının eşi başörtülü ama ülkenin genç kızları hâlâ okula başörtüsü ile giremiyor.
Bir ülke düşünün ki koca koca komutanlar ortamda başörtülü başbakan eşi var diye törenleri terk ediyor.
Böyle aymazlıklar rezillikler yaşadık. şimdi bunlar ortadan kalktı, CHP bile bu kafadan vazgeçti diye unutacak mıyız?
Elbette çok daha farklı ve yeni mağduriyetlere sebebiyet verilen bir dönemde durup durup aynı pilavı kaşıklamıyoruz, zırt pırt hatırlatmıyoruz. Ama bahsi geçen dönemi bu gerçekliklerden bağımsız değerlendirme dayatmalarınıza “he” diyecek omurgasızlardan da değiliz.
“SAVCISIYIM” DİYEN ERDOĞAN’DAN DA MI HESAP SORACAKSINIZ?
Çünkü işin doğrusu şu bak…
60’ları hatırlayan, 70’leri yaşayan , 80’lerde canı yanan herkes için “Ergenekon davaları” demek derin devletle, cuntalarla, siyasete müdahale etmeyi rutin haline getirmiş ve bunun için rutin dışına çıkmaktan hiç geri durmamış yapılarla mücadele etmek demekti. Bir daha Yassıada olmasın demekti. Bir daha sandıktan çıkıp seçilmiş başbakanlar “Vay sen ezanı Türkçe okuttun” diye idama gönderilmesin demekti. Madanoğlu gibileri butik darbeler dizayn edemesin demekti. Bir daha 12 Eylül olmasın demekti.Darbelerin şartlarının olgunlaşması için katakulliler yapılmasın demekti. Kahramanmaraşlar, Çorumlar yaşanmasın demekti.
90’ları yaşayan herkes için Ergenekon davaları demek , bir daha bu ülkede faili meçhuller olmasın demekti. Adapazarı-Düzce şeytan üçgeni diye anılan yerlerde Kürt işadamları hesapsız kitapsız ortadan kaldırılmasın demekti. Bir daha bu ülkede gazeteci yazarlar bombalanmış araçları içinde can vermesin demekti. Madımak’ta insanların yakılmasını izleyen şartları hazırlayan gizli eller hesap versin demekti. “Susurluk” skandalları olmasın demekti. Tam da bu nedenle olsa gerek ilk Ergenekon iddianamesinde tam 1348 kere “Susurluk” geçiyordu. Susurluk’u sahiden aydınlatabilmek sadece liberallerin değil, solun ve islamcıların da talebiydi. Dahası bir daha 28 Şubatlar olmasın demekti. Ülkenin generalleri çıkıp gazetelere “Gerekirse silah kullanırız” diyemesin demekti.
2007-2008’i yaşayan her makul muhafazakar insan için Ergenekon davalarını hak bayram zannetmek, bir daha kimse üniversiteli kızları başörtülerinden dolayı okula almamazlık edemesin demekti. Hiçbir anne oğlunu ziyaret ettiği için gittiği kışladan “başörtülüsün be annem” diye geri yollanmasın, oğlunu göremeden ağlaya ağlaya eve geri dönmesin demekti. Bir daha hiçbir emekli general muvazzaf askerle dirsek temaslı işler, haltlar karıştırmasın, “cumhuriyet” mitingi adı altında seçilmiş bir başbakanı düşürmek için fesat çıkarmaya kalkamasın demekti. Bir daha kimse Özden Örnek’in günlüklerinde geçen işlere kafa yormasın, asker askerliğini siyasetçi siyasetini yapsın demekti. Daha birkaç ay önce kalkıp “28 Şubat devam etseydi 15 Temmuz olmazdı” gibi tahammülfersa laflar eden Çetin Doğan gibileri ordunun da milletin de zekasına tecavüz etmesin demekti.
FETÖ suçlu, hain, tamam. Peki bu umutları taşıyan kişiler suçlu mu? Bu insanları da kriminalize edecek misiniz?
Erdoğan’a “Ben bu davanın savcısıyım” dedirten şey, toplumun taa derinlerinden yükselen temiz devlet taleplerinin toplamıydı ve haklıydı. Bu haklılık nedeniyle, o günün şartlarında moral üstünlüğünü çoktan yitirmiş ve ahlaken çökmüş olan zevat, şimdi FETÖ’nün ihaneti sayesinde toplumun ve AK Parti’nin, o günlerde sahip olduğu derin devlet yapılanmalarıyla yüzleşme isteğini karalama fırsatı buluyor. Bu fırsatı da tepe tepe kullanıyor. Davaların ardındaki toplumsal talep, 15 Temmuz hain darbe girişimi nedeniyle ihanetinin ipliği iyice pazara çıkan FETÖ üzerinden karalanıyor.
Deniliyor ki, “Yoo, bu ülkede derin devlet hiç olmadı, derin yapılar hiç olmadı, çoğunluk dışlanmadı ve siyasete de sistematik bir müdahale yoktu, hepsini FETÖ ve liberaller uydurdu”.
Hadi oradan… Hepimiz oradaydık.
Haksızlığa uğradığınızı biliyoruz. Haksızlığa uğradığımızı bildiğimiz gibi.
Kandırılmamızın sebebi derdimizdi.
Derdimizin nedeni ölümüne sahip çıkıp savunduğunuz resmi ideolojinin çarpıklıklarıydı.
SİZ BU SORULARI KENDİNİZE HİÇ SORDUNUZ MU?
“Ahmaklar kandırıldınız, bize eziyet edilmesine sebep oldunuz” diyorsunuz ama hâlâ şu soruyu kendinize sormuyorsunuz: “FETÖ bu kadar insanı bu kadar kolay kandırabildiyse, acaba Kemalistler, Atatürkçüler olarak, ‘Asli unsur biziz’ diyenler olarak, bizde de bir sorun var mıydı? FETÖ’ye bu zemini biz temin etmiş olabilir miyiz? ”
Bu soruyu sormadığınız gibi “Özür dileyin”, “Hesap vereceksiniz” diyorsunuz.
Peki siz 28 Şubat döneminde görevli olduğunuz haber masalarında ortaokul çocuklarının yakınlarda bir mescide gidip namaz kılmasını “şok şok şok” gerilimi ve korku filmi müzikleriyle haberleştirdiğiniz için özür dilediniz mi?
Kemal Alemdaroğlu odasına çektikleri akademisyenlerin hayatlarını İmam Hatip kökenli diye, ailesi dindar diye bazen de Erzurum kongresinin maddelerini teklemeden sayamadı diye karartırken ve sizler bunu gayet iyi bilirken, gidişata dur demiş miydiniz? Demediğiniz için özür dilediniz mi?
Kemal Gürüz başörtülülerin üzerine polisleri saldığında ve siz bunlar gayet “olağan” şeylermiş gibi davrandığınızda yüzünüzü öbür tarafa çevirdiğiniz için özür dilediniz mi?
Ülkenin Başbakanı olan adamın eşini, Emine Erdoğan’ı GATA hasta ziyaretinde adım adım kovalayanları eleştirdiniz mi? Gık bile demediğiniz için özür dilediniz mi?
Sandıktan yeni çıkmış partiyi kapatmaya kalkan yandaşlarınız, Abdurrahman Yalçınkayalarınız vardı, o savcıyı kapatma davası açmaya teşvik edenleri teşhir ettiniz mi? Onlardan hesap sorulmasını istediniz mi?
Askeri okullara alacağınız çocuklardan sırf anneleri başörtülü mü değil mi diye görebilmek için aile fotoğrafı talep ettiniz mi? Bunların olduğunu bilenlerdeyseniz çalıştığınız gazete ve TV’lerde neden bunları eleştirmediniz? Eleştirmediğiniz için özür dilediniz mi?
VATANINI SEVMEMEK, TAM OLARAK BU OLSA GEREK
Ortada “Haklı çıktık” diye sevinilecek bir durum yok. “Aaaa hepsi yalanmıııış, hiçbiri olmamış, hayal görmüşüz” diyebileceğimiz bir durum yok.
Bari “Gelin birbirimizi anlamaya çalışalım, vicdan muhasebemizi yapalım, beyaz bir sayfa açalım. Belli ki, yüzleşmeyi hesaplaşmayı beceremiyoruz. Ama belki barışmayı becerebiliriz” diyebilmek mümkün olsaydı.
Çünkü gelinen noktada yapılabilecek, umut olabilecek tek şey bu; böyle bir çağrı altında birleşebilmek.
Bu olasılığı mahkum eden, Kemalistleri ayrı, dindarları ayrı, liberalleri ayrı, Kürtleri ayrı, milliyetçiler ayrı dehlizlere alıp korkutmayı, birbirine karşı kışkırtmayı tercih eden adam ve kadınlar hakkında verilecek tek bir hükmüm var: Vatanlarını sevmiyorlar.