Herkesin bitliymiş gibi göründüğü ibretlik dizi
Netflix belaya doymuyor. Pek çok kişi gibi benim de bağımlısı olduğum, bazı dizilerinden hoşnut olmasam da son dönemde yer verdiği ‘The Family’ ve ‘Great Hack’ adlı belgeselleriyle gönlümü yeniden fethetmiş bir platform olmasına rağmen zaman zaman tartışmaların odağında olmaktan gereğinden fazla haz aldığı izlenimine kapılıyorum.
Son vukuatı 13 Commandments (13 Emir) adlı dizi. Aslına bakarsanız dizi Netflix orijinal içeriği değil VTM adlı bir yapım şirketinin ürünü ama kimsenin bu detayı çok önemseyeceğini düşünmüyorum. Zira mekanın sahibi Netflix. Dolayısıyla Netflix sorumlu.
'13 Emir’ son dönemde pek moda olan ‘vigilante’ dizilerinin Belçika versiyonu. Gizemli bir kahramanın yasaların verdiği bir yetkiye dayanmadan zorla toplumsal düzen ve ahlak ihdas etme arayışı söz konusu.
Önce durumu aydınlatalım: 'On Emir’den ilham alan ‘cezalandırıcı’nın aslında yolsuz polislerden, düzeni vahşi kapitalizm lehine eğip büken bürokratlara, avukatlara ve tacizcilere kadar uzanan geniş bir portföyü var. Ama ilk ders verdiği kişinin “İstanbul’dan” geldiği vurgulanan ve Türkçe konuşan Ferhad Peres adlı eli kanlı bir adam olması gayet bilgi verici. Nişanlı olduğu halde bir Flamanla ilişkiye giren Esma isimli yeğenini boğazını keserek öldüren Ferhad’ın dizinin daha ilk bölümünde duvarında Erdoğan ve Atatürk fotoğraflarının asılı olduğu bir gurbetçi evinde görünmesi anlamsız bir mesaj değil. Gayet bilinçli ve pespaye bir niyet taşıdığı şüphe götürmez olan bir seçim. Tepki çekmesi gayet normal. İşin eğlenceli tarafı ise şu: Daha önce yine bir Netflix dizisi olan Designated Survivor’da Türkiye Cumhurbaşkanı'na ferah feza sövülürken kakara kikiri yapanlar bu kez işin içinde Atatürk de olunca çok kızdılar. Ne yapacaksın kardeş, olur öyle. Bazen coğrafya sahiden kaderdir. Sosyoloji daha da kaderdir. Sana uzaktan bakıp kategorize etmekten hiç gocunmayanların kedi misin, kuş musun diye sorduğunu soracağını düşünmen başlı başına naiflik.
Nitekim, diziyi çekenler her şeyi aynı torbaya koymakta bilinçliliğe varan bir özensizlik içindeler. Mustafa Kemal Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan fotoğraflarıyla Türklere çamur atmak istiyor ama amacıyla mütenasip araçlar kullanmaya gerek görmüyorlar.
Sözgelimi, katilin adı Ferhad Peres. Peres Türklerde yaygın olarak kullanılan bir isim mi? Hiç sanmıyorum. Ezde, Baz, Zehrin, Roze, Peres gibi isimler duvarına Mustafa Kemal Atatürk ve Erdoğan’ı aynı anda yan yana asacak Türklerin kullandığı isimler değil. Ortada Kürt, Türk, İran kırması bir bulamaç var.
Eh, çünkü amaç sadece Türkiye karşıtlığı yapmak değil. Amaç: İslamofobiyi makulleştirmek. Avrupa’daki ırkçıların hedef aldığı, Avrupalı siyasetçilerin sık sık neşter vurduğu ya da vurmaya çalıştığı camilerin bağnazlık kalesi olarak işaretlenmesi de bundan.
Kuzenleri tarafından bağlanıp kendisini öldürecek dayısına teslim edilen Esma’nın annesi, kızının öldürülmesine göz yuman bir karakter olarak çizilirken, yerli yersiz ve defaatle şu cümleleri kullanması sağlanıyor mesela: “Düzenli olarak camiye giderim” ya da “Ben o sırada camideydim” .
Esma’nın annesi kötü bir insan değil, cinayeti onaylamıyor, acı çekiyor ama etkisiz ve zayıf bir Müslüman kadın. 90 km'den daha uzun bir mesafeye tek başına yolculuk etmesi engellenmiş diyeyim anlayın. Tam da hem modernist laisistlerin hem de bazı İslamcıların kendi ideolojileri ve yaşam tarzı diktaları açısından ‘uygun buldukları’ bir Müslüman kadın profili bu. İlk grup din düşmanlıklarına iyi bir vitrin sağladığı için, ikincisi konforlu olsun diye böyle bir Müslüman kadın profilini seviyor, malum. Ülkemizde hemen her gün her iki grubu sosyal medyada birbirlerini çamura bularken görüyoruz.
AVRUPA SAĞININ GEREKÇELERİNİ MEŞRULAŞTIRIYOR
“Belçika’da hayat standardı amma düşükmüş arkadaş” dedirten, ortamların kirli, insanların duş almaktan yoksun embesiller gibi göründüğü ve başrollerini çekici olmaktan çok uzak ‘hasarlı’ karakterlerin paylaştığı küçük bütçeli dizi var karşımızda.
Ancak tümüyle önemsiz bir dizi de değil. Çoğulculuk, demokrasi, çok kültürlülük, her yaşam tarzına eşit ölçüde saygı, vahşi kapitalizm, mülteciler derken toplum bozuldu diyerek kendisine hedefler belirleyip 'kötü örnekleri’ cezalandıran ‘Musa’ avatarı çok şey anlatıyor. Avrupa’daki İslamofobi, çokkültürlülük düşmanlığı Judah-Christian ekolü perspektifiyle temize çekiliyor. Daha doğrusu aile bağlarının gevşemesi ve toplumsal ilişkilere bencilliğin egemen olmasına neden olarak çok kültürlülük, demokrasi, pazar ekonomisi, ülkeye gelen yabancılar gösteriliyor.
Madem artık söz konusu platformda yayında ve zaten olan olmuş, şu açıdan izlenmesinde fayda olabileceğini düşünüyorum: Bu dizi film aslında ahlaki temellere göre dizayn edilmiş bir Avrupa toplumunu özleyenleri okumuş, erdemli bir toplum için binlerce yıldır yol gösteren en hakiki referans kaynağı olan ‘10 Emir’ şeriatının önemini kavrama eğilimini kucaklamak için yapılmış. Böyle bir eğilim sahiden var. Yarı yolda menzili sapıtıp ‘çözüm bizim eski düzenimiz, eski Hristiyan, tekçi, homojen yapımız, o halde yabancılar kötü’ noktasına çok çabuk geliveren bir eğilim bu. Tam da bu nedenle, dizi, Avrupa’daki aşırı sağın neden yükseldiğini ve nasıl mücadele edileceğini anlamak isteyenler için mükemmel referans teşkil ediyor.