Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu da oldu, Şehir Üniversitesi’nden sonra Bilim Sanat Vakfı’na da (BİSAV) kayyum atandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne göre bu işlem vakfın varlıklarını ‘koruma’ işlemi ve işlem yasalara uygun. Neyi kimden hangi amaçla korudukları meçhul olduğu için doğal olarak muhafazakar camia isyanda.

        Nitekim eski AK Parti milletvekili Hüseyin Kocabıyık’tan eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e varana kadar ‘camia’ daha önceki hadiselerde göstermediği kadar net bir tepki verdi. Bu yelpazenin ilginç yanı bugüne kadar hiçbir politik tartışmanın içinde yer almamış kişilerin de refleks göstermesiydi. Çok sayıda tweet “Bu hesabı bilenler fark etmiştir, bugüne kadar hiç siyasi paylaşım yapmadım, politik tartışmalara taraf olmadım ama BİSAV’a yapılan…” diye başlıyor, bu mealde sesler yükseliyordu.

        Aksa Eğitim ve Dayanışma Vakfı, İHH, İnsan ve Medeniyet Hareketi, İstikamet Vakfı, Mazlumder, Medeniyet Vakfı ve Umran Hareketi ne dediği belli, lafı dolandırmayan ve süreci ‘akıl tutulması’ olarak niteleyen bir metin yayınladılar. Bir kısmı şöyle:

        “Gönüllülüğün esas olduğu vakıf kültüründe isimler de mekanlar da geçicidir. Bilim ve Sanat Vakfı’nı kuranlar elbette çalışmalarına başka bir isim ve mekanda devam edebilirler, ancak vakıflara siyasi saiklerle yaptırım uygulanması yüzlerce yıllık vakıf kültürünü ve vakfetme düşüncesini zedeleyecek bir uygulama olup asırlara meydan okumuş vakıf kültürünün tehlikede olduğunun işaretidir.

        Yaşanan süreç maalesef İslami camiaya karşı güveni ciddi manada zedelemektedir. Kazananı olmayan; ama kaybedeni İslami camia olan bu sürecin bir an önce suhulete kavuşması en büyük arzumuzdur.

        Siyasi olarak yaşanan rekabet, binlerce insanı ve kurumu tedirgin etmektedir. Yaşananların vakıf kültürümüze ve geleneğimize büyük bir zarar vereceği aşikardır. Bir akıl tutulması olarak gördüğümüz bu süreç devam ettirilmemelidir.”

        STK’LARIN HAKLI İTİRAZI

        Ne oldu da söz konusu sivil toplum dernekleri artık yeter dedi?

        İlk sebep düşünce ve yaşam düsturlarımızı oluşturan geleneğimizde gönüllülük esasına göre sadece Allah rızası gözetilerek idame ettirilen vakıfların kutsalla alakasıdır. Vakfa dokunulmaz. Vakıfların bu kadar yaygın kabul görmesinin altında şöyle bir hadisi şerif de var. “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”

        ‘Hayırlı evlat’ zaten belli. Sadaka-i cariye ise şu: Hayrı devam eden iyilik. Herkesin faydalandığı ve varlığı devam ettiği müddetçe sevabı da devam eden hayırlar için kullanılan bir terim. Câmi ve mescidler, mektep ve medreseler, yollar ve köprüler, çeşmeler ve sebiller, hanlar ve hamamlar, her çeşit hayır vakıfları bu kapsama girer. İstifade edilen ilim, zaten adı üzerinde. Talebe yetiştirmeyi, ilmi derinliği arttırmayı hedefleyen faaliyetlerin sürmesi için mal, emek ve ömür adayanlar, yani vakıf kuranlar ve yürütenler öldükten sonra bile sanki hayattalarmış gibi sevap kazanmaya devam ederler.

        İkinci sebep BİSAV’ın tam da bu şartları karşılayan on yıllardır muhafazakar dindar tabanın entelektüel mutfağını oluşturan saygın, verimli bir kurum olduğuna kimsenin şüphesinin olmaması.

        Bilabedel çalışmalar yürüten, itibarını kâra tahvil etmeyen, İslam medeniyetinin büyüteç ve teleskoplarını çağının bilimini, felsefesini, edebiyatını anlamaya ve işlemeye adamış, 28 Şubat döneminde eğitim hayatından uzak kalan kişiler için sığınak, bilgi ve eğitim açlığına aşevi olmuş bir vakıf BİSAV. Bu yönüyle bakıldığında BİSAV’a el koyma, kayyum atama, özerkliğine ve özgünlüğüne balta vurma işleminin AK Parti iktidarında olması açıklanamaz bir durum. Çünkü bir nevi kendi kendini imha etme durumu bu. Kendi ağacını susuz bırakmak gibi.

        İSTİSNAİ BİR DURUMU GENELLEŞTİRMEK CİDDİ BİR SORUN

        Üçüncü sebep ise Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ve bazı siyasetçilerin, danışmanların dindar bir gelenekten geldiklerini filan da unutup açıklama olarak bula bula, FETÖ ile mücadele için çıkarılmış yasayı bulup savunma yapmaları.

        2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ek 11’inci maddesinin onuncu fıkrası öyle diyormuş.

        Yasanın tarihi ne?

        20 Ağustos 2016.

        15 Temmuz’dan hemen sonra çıkarılmış bir yasa.

        Teröre bulaşmış bir grubun faaliyetlerini sınırlamak için getirilen düzenlemenin şimdi terörle, vatana ihanetle, devlete kumpasla alakalı olmayan, bilakis FETÖ tehdidine karşı hükümetin talebi ile kurulmuş bir STK platformu olan ‘milli irade platformu’ üyesi STK’larına da uygulanıyor olması, gerçekten “Allah akıl fikir versin” denilmesini gerektiren bir durum.

        Zurnanın zırt dediği yer, çok az ülkenin başına gelen FETÖ gibi bir sorunla baş etmek için ‘istisna ile sınırlı kalma koşulu ile’ alınarak meşru sayılmış bir yetkinin; ‘vakfa bile müdahale edebilme’ yetkisinin keyfi olarak genelleştirilmesi sorunudur.

        İki üç katmanlı bir sorun kümesi var burada.

        İlki, tanımlaması ve tarifi zor bir mücadelenin yürütülmesi için çıkarılan yasanın, durum kontrol altına alındıktan sonra yürürlükte kalması. Neden süreye bağlı bir yasa değil? Yürürlüğü OHAL ile sınırlı olabilirdi, neden olmadı?

        İkincisi şu: “Meşruiyetini istisnai bir sorunla baş etme ihtiyacına borçlu olan yasa, biraz sıkıntı içine düşen her vakfa yani sıradan ve rutin durumlarda da uygulanırsa hâlâ meşru olur mu?” sorusunun cevabı hukuk felsefesinde de vicdanlarda tek bir cevaba sahip: Hayır meşru olmaz.

        Çünkü darbeye teşebbüs etmiş bir grubu etkisizleştirmek için yaptığınız yasayı, darbeyle silahla külahla işi olmayan masum hayır kurumlarına uygulayamazsınız.

        BİSAV meselesi gösterdi ki 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ek 11’inci maddesinin onuncu fıkrasına göre eğitim kurumu mali zorluklar içinde olan her vakfa kayyum atanabilir.

        Mali zorluk içinde olmamak için yapılması gereken de belli: İktidarla iyi ilişkiler içinde olmak. Kazara bile olsa ters düşmemek.

        Anlayacağınız BİSAV için kötü olan bu durum, bütün vakıflar için kötü. Aslında sivil toplum için, hatta başlı başına ‘sivil’ kavramının akıbeti için kötü.

        Peki devlet bu gibi akıl yürütmelerin şüphelerin, alttan alta kaynayan tedirginliğin önünü kesip insanları rahatlatamaz mı?

        Yapabilir.

        Metin İyidil konusunda, Berfin Özek davasında hüküm bildirmekten “Talimat verdik” ifadesini kullanmaktan çekinmemiş, “Kanunla vicdan çelişiyorsa vicdanı seçin” diyen bir iktidar haydi haydi yapabilir.

        Herkes biliyor ki Erdoğan’ın bir işareti bir sözü BİSAV’ın durumunu düzeltmeye yeter. Ama mesele sadece BİSAV değil. Vakıflara el koymayı, bir nevi kamulaştırmayı mümkün hale getiren söz konusu ek maddenin ve KHK’nın ilga edilmesi lazım. “OHAL’de çıkardık ama OHAL geride kaldı, o halde bitti” denmesi lazım. Aksi takdirde bu toplum daha çok uzun süre diken üzerinde kalır ve tedirginlik aşama aşama büyüyerek toplumu esir alır.

        Diğer Yazılar