Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Günlerdir başka bir şey düşünemiyoruz.

        Çünkü daha iki hafta önce konuştuğumuz her şeyi çöp haline getiren bir değişken ortaya çıktı. Ona Coronavirus (Covid-19) deniliyor.

        Düşünün, dolar 6.45, ama kimsenin umrunda değil. O derece mühim bir değişken bu, hayatımıza girdi ve her şeyi ters yüz etti.

        Felaket senaryoları gerçeğe dönüşürse, sahneye çıkan yeni ölümcül aktör bütün dinamikleri değiştirebilir.

        Zira aslında hakkındaki tüm veriler ham.

        Uluslararası ilişkiler, malların ve hizmetlerin dünyayı dolaşması, küresel finans kapitalizmi, küresel üretim-tüketim kalıplarının gereksindiği akışkan düzenekler ortada. Peki eğer aşı yakın vadede bulunmazsa, uyguladığımız gönüllü sosyal izolasyon ya da karantina süreci kalıcı bir çözüm sağlayacak mı? Virüsten kaçan açlıktan kurtulabilecek mi?

        TÜRKİYE ŞU ANA KADAR ÇOK DOĞRU BİR MÜCADELE YÜRÜTTÜ

        Hayat devam etsin ve ‘sürü bağışıklığı oluşsun’ gibi tezlerin de ne kadar geçerli olduğu tartışılır. Çünkü, bir kere hasta olanın bağışıklık kazanıp kazanmadığı da bilinmiyor. Bazı virüsler bağışıklık düştüğü zaman tekrar saldırma özelliğine sahipler ve covid-19 onlardan biri mi değil mi henüz hiçbir şey net değil.

        Allah var, Türkiye krizi çok iyi yönetti. O yerin dibine sokulan şehir hastaneleri, tablo kötüleştiğinde cankurtaran rolü üstlenecek. Kimilerinin 7/24 sövdüğü ahlak anlayışımız ve geleneklerimiz, virüs nedeniyle hayatını kaybetme eşiğine gelen yaşlıları en güvenli yoldan korumamızı sağlayacak. Zekat ve hayır hasenatta bulunma gibi dini pratiklerimiz, kurumlarımız işleri bozulan, kazancı kritik düzeylere düşmüş kişilere yardım yapmanın tetikleyicisi olacak.

        Sosyal izolasyon konusunda da doğru yaptık.

        Bir önceki yazımda ‘kul hakkı’ argümanı ile kitlelerin uyarılmasını ve Cuma namazlarının toplu kılınmasının engellenmesini savunmuştum, aynı gün Diyanet benzer bir açıklama yaptı. Türkiye’nin İslam’ın ‘akılcı’ bir yorumunu benimsediğine duyduğum inanç da kuvvetlendi, kimse “Ben cumayı camide kılarım o kadar!” demedi, herkes kabullendi. Oysa İran’da mesela durum bu değil. Oluk oluk türbelere akın edip sağlıksız şartların oluşmasına engel olan polisle çatışmaya kalkan bir halk var İran’da.

        Sosyal izolasyon ile doğru yapıyoruz ve zaman kazanıyoruz.

        Ama elbette “Peki ya sonra?” diye bir soru daha var.

        HİÇBİR ŞEY AYNI KALMAZ

        Zira, bilinen bir şey var, tüm simülasyonlar öyle ya da böyle bu virüsün çok ama çok geniş kitlelere bulaşacağını gösteriyor.

        Bu kadar çok ülkenin ne zamana kadar bütün kartları ‘zaman kazanmaya’ yatırabileceği muamma.

        Milyonlarca insan ölürse düzen değişir.

        Sağlık sistemi iflas eden ülke, güvenli yürüyorsa sendeler, topallıyorsa düşer.

        Öte yandan aşının yapılması, bazı kaynakların dediği gibi Kasım-2021’i bulursa pek çok ülke ekonomik nedenlerle çok ciddi darboğaza girer. Küresel ekonomik çöküş istediğimiz kadar uzakta mı, emin olamıyoruz. O varsıl, zengin ve refah ve kalkınma düzeyleriyle övünen liberal demokrasilerin altı ay sonrasını tahmin edemiyoruz.

        KÜRESELLEŞMENİN İFLASI İHTİMALİ VE SOLUN OLASI YÜKSELİŞİ

        İbrenin ne tarafa kayacağı, aşıyı bulan ve vatandaşını sağ tutma oranı yüksek olan tarafın kim/kimler olacağına bağlı olarak farklılık gösterecektir. Ancak tek dinamik bu olmayacak. Çünkü eğer felaket senaryoları gerçekleşirse ekonomi ile, piyasa ile ilgili kurallar da değişecek.Dolayısıyla ‘küreselleşme’ de etkilenecek ya da artık tanımı küreselleşme olmayana dek değişecek. Pek çok ülkenin siyasal sistemi bu değişimlere karşı direnç gösteremeyecek.

        Kabaca sermaye, mal ve hizmetin serbest dolaşımı anlamına gelen küreselleşme, daha açık şekliyle küresel kapitalizm sermayenin ucuz iş gücü bulduğu yerleri tercih etmesi nedeniyle Çin’i adeta rakipsiz bir tekel haline getirdi. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği bir iklimde bu realitenin koronavirüsün bu kadar hızlı yayılmasıyla arasındaki bağlantı majör bir hesaplaşmanın konusu olabilir. Küreselleşmenin Çin’i bu kadar vazgeçilmez yapan koşulları, ırkçılığa da göz kırpan bileşenlerle beraber, ABD’deki bazı taşra şehirlerinin uzun bir süredir korku filmlerine konu olan çöküşlerinin, General Motors gibi devlerin kapattığı fabrikalar nedeniyle işsiz kalan yığınlarının tekrar masaya yatırılmasına neden olabilir.

        Durun, daha jetset sosyete güvenlikli havuzlu malikanelerinden ‘izolasyon’dan keyif süzen selfilerini instagramda paylaşmaya başlamadı.

        Koronavirüsün sınıflara göre değişen yıkım paritesi, hastanelerin oksijen tüpü bağlayacakları ‘sıradanlar’ arasında mecburen yapacakları ‘öncelik-sonralık’ tercihleri ile billurlaşırken, her şeyin aynı kalması beklenemez.

        Bu gidişat Amerikan Sol’u diye bir şeyin ortaya çıkmasına yararken Avrupa’da da solu güçlendirebilir. Ancak bu enternasyonel bir sol olmayacağı için hemen sevinmeyin. Yeni hareket kitlesel insan hareketliliğine, mültecilere göçlere, yabancıların eğitim ve geçim kapılarına el atmasına öfke duyan halkları arkasına alarak yükseleceği için maalesef solun en vandal hali olacaktır.

        Sağlık sistemi dayanıklı olmayan, misal Türkiye’nin ‘şehir hastaneleri’ avantajına sahip olmayan ülkeler çöküşe ilk yakalananlar olabilir. Felaket senaryoları doğru çıkarsa, hastenelerdeki koyu renkli çekik gözlü köri kokan insanlara sedye ve oksijen tüpünün verilmemesi gibi hadiseler ‘Suriye sonrası’ Avrupa’nın elinde kalan son moral üstünlüğü de yitirmesiyle sonuçlanır. Bunun anlamı bugüne kadar yapılmış ve üzerinde Avrupa imzası taşıyan ‘evrensel’ değer, hak ve teamül repertuarının silikleşmesi, siyasi belirleyeceğini tamamen yitirmesidir. Ne kadar Batı düşmanı olursanız olun, bu bildiğiniz anlamda hukukun sona ermesi olur, sevindirici bir durum değildir.

        NÜFUS GENÇLEŞEBİLİR, AMA BU O KADAR İYİ BİR HABER OLMAYABİLİR

        Yayılımı önlenemeyen bir viral enfeksiyon kimi yerde doğal seleksiyon kimi yerde ırkçı müdahale eliyle yaşlıları öldürüp genç nesili bağışladığı için, bazı ülkelerin nüfusunun ‘gençleşmesi’ sanıldığı kadar parlak sonuçlar vermeyebilir.

        Zira o genç nesilin içinden tüm bu stres ve acı birikimine karşı daha fazla ‘Greta’laşarak cevap veren önemli bir yekun çıkacağına şüpheniz olmasın.

        Batılı demokrasilerde gençler zaten “Küresel ısınmaya neden oldunuz, denizleri kirlettiniz ve bize yaşayacak bir dünya bırakmadınız” öfkesi vardı. Peki büyük bir buhrandan sonra ne olur? Öfkenin yerini olup biteni “Gezegen intikamını aldı” cümlesiyle özetleyebilecek ve tanrısallaştırılmış bir doğaya boyun eğmeyi salık veren radikal çevreci akımlara tutunmak alır. İçinde pek de humaniter bir yaklaşım içermeyen bu genç yekunun genişlemesi bir kez daha bildik ezberlere tutunularak kurulmaya çalışılan yeni düzen için epey baş ağrısı yaratabilir. Çünkü bu gençler ‘ilerleme’ ve ‘kalkınma’ kavramlarına, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yıkımı toparlayan nesil kadar inanıyor olmayacak.

        ORMAN KANUNLARI MI, TOTALİTARİZM Mİ?

        Kürselleşmenin değerleri anonimleştiren, kültürleri zenginleştiren, demokrasiyi işlevsel/ erişilebilir hale getiren ve özgürlüğü anonimleştiren iyi yanları da vardı. Özgürlükçü tutuma ağırlık veren ülkelerde ipleri eline geçiren ‘orman kanunları’ olursa, buna mukabil koronavirüsü yenme adına sertleşen devletler kontrolcü, kısıtlayıcı, gözetleyici yöntemlerle de olsa olumlu sonuçlar elde ederse olacak olan belli: Totalitarizmin aklanması.

        O vakit, seçimler hayal olabilir, seyahat özgürlüğü bir hak olmaktan çıkar. Dijital devrimin sağladığı özgürlükler sıradan insanların elinden alınıp, otoritelerin tekeline geçebilir ve onlar da bu yetileri önce tehlikeyi savuşturmak için, sonra edindikleri iktidarı belki 20 belki 50 yıl koruma adına kitleleri kontrol etmek için kullanılabilirler.

        Elbette tersi de olabilir. Can kayıplarının ve çaresizliğin kenetlediği halklar, zor durumda olanın yardımına koşan ve yardım alacağını da bilen devletlerden mürekkep dayanışma tabloları ile, bir kriz insanlığı potansiyelinin olabilecek en iyi versiyonuna taşıyan bir araca da dönüşebilir. Keşke. Ama insanlığın bugüne kadar yaptıkları bugünden sonra yapacakları açısından ümit vaadediyor dersek yalan olur. O yüzden günlerden sonra bulabildiğim kolonya için şükredip, henüz yapabilirken olabilecek en kötü ihtimaller üzerine bir beyin fırtınası yapmaya çalıştım. Moralinizi bozmaya çalışmadım, bilakis, saati bu olasılıklara kurmayan sistemlerin daha fazla yara alacağını düşündüğüm için yaptım.

        Diğer Yazılar