Ayasofya cami olsun mu?
Başlıktaki soruya "Hayır olmasın" demek hiç kolay değil. Diyebilenler de bunu gönüllerinden geçirmedikleri için değil, uluslararası siyasette malolacağı yük üzerinden düşünüp "Hayır" derler.
Hadis-i şerifle müjdelenmiş Konstantiniyye’yi fethin, Müslüman Türkler tarafından gerçekleştirildiği hakikatinin sembolik izdüşümü, Ayasofya’da tecessüm eder. Ancak mesele sadece Müslümanlıkla ilgili de değildir.
MS 476’da Batı Roma barbar krallarca yakılır yıkılırken Odoakr adlı aşiret reisi ve kumandan kırması bir adam İtalya’yı ele geçirdi ve İmparator Romulus Augustus'u tahtından indirerek imparatorluk alametlerini Konsantiniyye’ye gönderdi ve kendisini İtalya Kralı ilan ederek ortaçağı başlattı. O tarihe kadar var olan Batı Roma-Doğu Roma (Bizans) ayrımı o gün son buldu. Roma İmparatorluğu, Bizans olarak yaşadı ve asırlarca İstanbul’dan hükmetti, yani İstanbul Roma İmparatorluğu'nun başkentiydi ve II. Mehmet İstanbul’u bir Bizans tekfurunun elinden almadı, Roma İmparatorluğu'nun elinden aldı. Tam da bu nedenle bu fetih Yeniçağ’ın başlangıcı sayıldı.
AYASOFYA’NIN ANLAM BAGAJI
Çağ kapatıp çağ açan ataların torunları yüzyıllar sonra yüzbinlerce kilometre kaybedip imparatorluktan geride kalan dar bir coğrafyaya sıkışınca, Ayasofya’nın arkasındaki anlam ve duygu bagajı da ağırlaştıkça ağırlaştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanışının ardından hilafeti de kaybeden Müslüman Anadolu halkı, kimliğine yönelik müdahalelerden de duyduğu acıyla, geriye dönüp tekrar bakılan tarihin içinde mutena bir zafer olarak ışıldayan İstanbul’un fethini gördü ve o temanın altına sığındı.
Bugün İstanbul’a hayatı boyunca belki bir ya da iki kez gelmiş bir Anadolu’lunun kafasındaki Ayasofya, 18.yy’da Süleymaniye’de yaşayan bir esnaftan çok daha fazla mana ihtiva ediyor.
Yeniden cami olması demek, bugünün milliyetçi muhafazakar mukaddesatçı imgeleminde şanlı tarihimizle kurmamız gereken ama ‘Batı zoruyla’ koparılan bağın onarılması demek. Bağ onarılınca bağlam da kendiliğinden gelecek gibi. Osmanlı’nın ‘İstanbul’un fethi dahil bütün zaferleri temellük edilecek gibi. Ayasofya’nın statüsünün değiştirilerek yeniden cami olmasının muhayyilede tekabül ettiği yer bu.
O yüzden boğaza takılmış bir düğüm gibi milliyetçi mukaddesatçı her hıçkırık Ayasofya der. Öyle aman aman dindar olmasa da der. Hatta Türk olmasına da gerek yoktur, Müslüman üstkimliği yeter. Baksanıza, Hamza Dağ’ın açıkladığına göre 29 Mayıs’ta Ayasofya’da Fetih Suresi'nin okunmasından sonra bu olayın algısını ölçmek için yapılan anket sonuçlarına göre halkın %75’i hadiseyi destekliyor, %11’i görüş beyan etmek istemiyor ve sadece %14’ü desteklemediğini söylüyor. CHP’ye oy verenlerin %41’inin, HDP’ye oy verenlerin %46’sının destekleyenler arasında olduğunu düşünürsek, Ayasofya’ya dair algının ne olduğunu daha iyi anlarız sanırım.
NEDEN ŞİMDİ?
O yüzden yıllarca tartışıldı. Yıllarca sağ partiler alttan alta bu özlemi besledi.
O yüzden 18 yıllık iktidarı boyunca defaatle konu Erdoğan’a soruldu. Erdoğan "Madem o kadar güçlüyüz, o zaman bu işe de bir el atsak ya" denilerek adeta zorlandı. Cumhurbaşkanı bu meseleyi kâh “Önce Sultanahmet’i doldurun” diye savuşturdu, kâh “Ben bu tuzağa düşecek kadar istikametimi kaybetmedim” diyerek sert çıktı.
İlginç olan tam da bu nokta.
Dün ‘istikamet kaybı’ gibi görünenin şimdi ciddi adımlar atılmak suretiyle hayata geçirilmek isteniyor oluşundaki sır nedir, bilinmiyor.
Daha 15 Mart 2019’da Yeni Zelanda’da bir cami cemaatini katleden katilin Ayasofya üzerinde hak iddia etmesi nedeniyle "Orada hayatını kaybedenlerin gıyabi cenaze namazları Ayasofya’da kılınsın” diye tivit atmıştım. Bazıları bununla yetinmemiş "Ayasofya açılsın" demişti ve azarlanmışlardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söylemişti: “Ayasofya açılsın diyorlar. Be kardeşim. Bir şey söylerken duygusallıkla, afedersin bu alçağın, bu teröristin sözlerine karşı böyle bir talepte bulunmanın bir anlamı yok. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunlar da bir tahriktir. (…) Mesela orada bir sergi yapıldı. Orada Kur'an tilaveti de yaptık. Belli bir bölümünde şu anda namaz da kılınıyor. Bunları aşmak bizim için sorun değil. Aşarız. Ama getirisi götürüsü nedir? Bunu da burada açıklamam doğru olmaz. Bizim için faturası çok daha ağırdır. Unutmayalım, şu anda dünyanın çok çeşitli ülkelerinde bizim binlerce camimiz var. Acaba bunu söyleyenler, o camilerin başına ne gelir diye düşünüyor mu? Bir sürü kundaklama hareketleri yapılıyor. Bunları düşünmeden, hesabını yapmadan söylüyorlar. Kusura bakmasınlar, bunlar dünyayı tanımıyorlar. Muhataplarını bilmiyorlar. Onun için ben bir siyasi lider olarak, bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim. İslam dünyasının şu anda yükünü çekiyoruz. (…)"
Haklıydı da.
Sivil Osmanlı torunları böyle şeyler arzu edebilirdi ama, çoğunluğu Hristiyan olan ülkelerdeki camilerin durumunun hatırlatılması gayet mantıklı bir uyarıydı. “İslam dünyasının yükünü çekiyoruz şu anda biz” cümlesi dokunaklıydı.
Peki ne değişti?
Bir yıl önce tuzak olan, şimdi neden mümkün görülür oldu?
RUSYA VE YUNANİSTAN’A MESAJ MI?
Herkes gibi benim de aklıma ilk olarak iç siyaset odaklı gerekçeler geliyor. Siyasete duygu karıştırmanın karşı konulamaz cazibesi.
Ama 'faturası ağır olur' denilen bu açılımın ‘şimdi’ gerçekleştirilmesindeki nedenlerden bir diğeri ‘faturanın hafiflemesi’ olmalı, mantıken…
- ABD’nin ve AB’nin başka ülkelerdeki azınlık haklarını ve dini özgürlükleri takip edecek, bunlar üzerinden yaptırım uygulayacak ahlaki ve siyasi üstünlüklerinin kalmadığına güveniliyor olabilir. Kaldı ki çok bilinen örnekler var. İspanya’da Endülüs Emevi Devleti döneminde yapılan Kurtuba Camii ‘müze’ değil mesela. İspanyollar Endülüs Emevi Devleti'nin yıkılmasından sonra caminin bir bölümüne yapılan kilisede ibadet edebiliyor hâlâ. Yapı ana hatları, mimarisi, hat sanatı ve tezhib örnekleri, minberi ile hâlâ cami olsa da, içinde namaza durmaya kalkarsanız eğer, güvenlik görevlileri ensenizde bitiyor ve yaptığınızın yasa dışı korsan gösteri olduğunu söylüyor, ısrar ederseniz yaka paça götürüyor.
- Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi Antalya körfezine sıkıştırmak isteyen Güney Kıbrıs Rum yönetimi-Mısır-İsrail üçgeninin planlarını Libya politikasıyla akim bırakan Türkiye’nin karşısında konumlanan Yunanistan’a ve Hafter’e destek veren Rusya’ya can yakan mesajlar verilmek isteniyor da olabilir.
- ABD Dışişleri Bakanlığı daha 1.5 ay önce hazırlanan Dini Özgürlükler Raporu’nda Türkiye'nin “Özel izleme listesine” alınmasının önerildiğini açıklamış, endişeler dile getirilmişti ama olsun. Ama aynı ABD, büyükeleçiliğini Kudüs’e taşıyarak Filistin meselesinde galip gelenin ‘kılıç hakkını’ zımnnen tanımış oldu. Diğer Batılı başkentlerden de kaydadeğer bir itiraz gelmedi. İsrail’e gösterilen anlayış, Türkiye’ye de gösterilmek zorunda, Trump halen başkan iken bu fırsatı değerlendirelim diye düşünülüyor olması mümkün.
AYASOFYA CAMİ OLURSA, MESCİDİ AKSA NASIL SAVUNULABİLİR?
Ayasofya’nın anlamının farkındayım, camiye dönüşmesi beklentisinin altında yatan nedeni gayet iyi anlıyorum. Çok özel günlerde, uygun koşullar sağlanarak bu mekanın Müslümanların ibadeti için kullanılabilmesinin ‘hak’ olduğunu düşünüyorum. Ancak kalıcı bir statü değişiminin tarih ve kültür kaybına sebep olması ihtimali var. İki büyük dine ev sahipliği yapmış bu kutsal mabedin, fetihten önceki durumunun, fresklerinin, mozaiklerinin yani evrensel sanat/dini sanat değerinin korunması nasıl sağlanacak meselesi önemli bir soru işaretidir. ‘Suret olan yerde namaz kılınmaz’ denilerek 9.yy'dan kalma mozaiklerin üzerine sıva atmak, 15 yy. için ‘hoşgörü’dür ama 21.yy’da hoyratlık olur. O ihtimalde şu ana kadar önerilen Sultanahmet Camii formülünün işlemesi, yani "Hem ibadet edilsin hem turistler ziyaret etsin" formülünün işlemesi de mümkün olmaz. Ayasofya’nın her yıl 3 milyon kişi tarafından ziyaret edildiği düşünülürse getirdiği gelir hakkında fikir yürütülebilir. Mesele sadece gelir de değil, tarihsel bir zaferi taçlandıralım derken, bu yapıya içinde yer alan bin yıllık dini sanat motifleri nedeniyle muhabbet besleyen Hristiyanları -ki bir kısmı vatandaşımız oluyor- incitmemek.
Bir de şu var ki, üzerinde düşünmek gerekir: Ayasofya camiye çevrildiğinde, İsrail’in insafına kalmış olan Mescid-i Aksa’yı hangi değerlere göre, hangi argümanlarla savunacaksınız? Ya Batı başkentlerindeki diğer camileri? Dini semboller üzerinde egemenlik yetkisini kullanarak dini millileştirdiğinizde kendi ulus devlet sınırlarınız dışında kalan diğer başka dini semboller üzerindeki tasarruf ve söz söyleme hakkınızdan zımnen vazgeçmiş olmuyor musunuz?