Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ümit Özdağ, İyi Parti’deki liste krizini çok ileri bir safhaya taşıyarak ağır bir hamle yaptı. Meral Akşener’i defalarca uyardığı halde, Akşener’in ‘FETÖ'cü’ Saltık Buğra Kavuncu’yu İstanbul İl Başkanı yapmakta ısrar ettiği iddiasını savurdu. Savurdu demek yanlış olur aslında, yeri geldi de söylemiş değil, ifşa amaçlı tasarlanmış, tek başına konuk alındığı bir yayında yaptı bunu.

        Kendi partisine, parti genel başkanına ateş etmeyi sahiden FETÖ ile mücadele hassasiyeti ile mi yaptı Özdağ? Doğrusu pek öyle görünmüyor.

        Malum, kongre öncesinde bir grup ismin ‘oy verilemeyecek isimler’ olarak kodlanarak delegeleri yönlendirmek için kullanıldığı iddiası vardı ve bundan birinci derecede Koray Aydın, ikinci derecede Meral Akşener sorumlu tutuluyordu. Listede Özdağ’ın da ismi vardı. Sonuç: İstenmeyenler alanına ışınlandığını düşünen Ümit Özdağ’ın, siyasi güç mücadelesi adına bu iddiaları ileri sürdüğünü düşünmek akla daha yakın. Buna bir de kılıf bulmuş Özdağ. ‘Küreselcilere karşı vatanseverlerin mücadelesi’. Evet, bu sözü İsrail’i güçlendirerek vatanseverlik yaptığını düşünen Trump’tan hatırlıyoruz. Başarılar.

        Peki Buğra Kavuncu’nun FETÖ'cü olup olmadığı meselesi önemli değil mi? Elbette önemli. Ancak “2007-2010 arasında KATİAD (Kazakistan Türk İş adamları Derneği) başkan yardımcılığı yapmış” verisine yahut ‘Dayısı da Enver Altaylı’ bilgisine bir kişiyi FETÖ’cü yapacak kesin kanıt gözüyle bakamıyoruz. Neden? O yıllarda Kazakistan’da KATİAD’dan başka dernek yok ve devlet erbabının, eşrafının da Kazakistan’a gittiklerinde ziyaret ettikleri bir dernek bu. Dahası, 2010 yılında AK Parti her fırsatta Gülenistlerle halaya duruyordu. Daha 7 Şubat vakasının gerçekleşmesine iki yıl, 17 -25 Aralık’ın yaşanmasına 3 yıl, darbe girişimine ise 6 yıl vardı. Geçiniz.

        Enver Altaylı ile akrabalık meselesinin ise normal şartlarda dile getirilmesinin ayıp olması lazım. Suçun şahsiliği ilkesi gereği. Nitekim kardeşi hapiste olmasına rağmen kendisi bakan olan Pakdemirli örneği var. Yine kardeşi darbe girişiminde rolü olduğu suçlamasıyla yargılanmış ve şu an cezaevinde bulunan Mehmet Dişli olduğu halde, terfi ettirilen ve dünyanın en güzel şehirlerinden birinde büyükelçilik görevini sürdüren Şaban Dişli örneği de var. Gelgelelim Türkiye’de yaşıyoruz ve iktidar partisi üyeleri için geçerli olan ‘suçun şahsiliği’ ilkesi sıradan siviller için geçerli değil. Bu ülke, meşum darbe girişiminden bu yana emmisinin sınıkçısı FETÖ’cü diye bedel ödeyenler ülkesi oldu. Bu yüzden, Buğra Kavuncu’nun Ümit Özdağ aleyhine yaptığı suç duyurusunun kendi aleyhine dönmesi ihtimali bile var.

        Peki Ümit Özdağ kendi partisine yaptığı bu kasıtlı hamleyi tek başına mı yaptı? Her köşede sorulan, cevabı aranan soru bu.

        Soruluyor çünkü, Meral Akşener önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışa katılması muhtemel Millet İttifakı çatı adaylarından biridir. İyi Parti’nin iç karışıklık yaşaması hatta dağılma eşiğine gelmesi, potansiyel çatı adayının konsantrasyonunu da bozar, Millet İttifakı'nı birleştirecek tek parça tutacak isim olmasını da zorlaştırır. AK Parti’nin kendi bünyesinde yaşanan kopuşları dengelemek için Millet İttifakı'nı oluşturan partilerde çıkan karışıklıkları körüklemek istediği tezleri de yabana atılacak türden değil. Muhalefet, Davutoğlu’nun, Babacan’ın kopuşunu nasıl desteklediyse, iktidar da muhalefetteki çatlakları büyütmek istiyor. AK Parti'yi destekleyen bazı kamusal figürlerin Muharrem İnce’nin CHP’den kopmasını nasıl teşvik ettiğini izlemiştik. Benzeri şimdi Ümit Özdağ’ın yaptığı ‘istishad eylemi’nin faydalarını süzmek için kullanılacak.

        İşin doğrusu dışardan teşvik alsın ya da almasın, Özdağ gibi deneyimli bir ismin bu çıkışının iktidar cenahına verilmiş bir ‘hediye’ olarak kabul edileceğini öngörmemesi düşünülemez.

        Parti içi demokrasi, parti liderine en çok hırpalandığı yerden ateş açmak değildir. Bu bakımdan Meral Akşener’in Özdağ’ın tutumuna verdiği cevabı zayıf bulduğumu ifade etmeliyim. Her hâlükârda Özdağ’ın bundan sonra İyi Parti’de kalması sürpriz olur. Hatta normal şartlarda siyasi kariyerinin bitmesi beklenir. Çünkü normal şartlarda parti içi güç mücadelesini bu kadar hoyratça yapan birini hiçbir parti davet etmez.

        Ama siyasetin normal kuralları, siyasetin asgari miktarda ilke ile yapıldığı zamanlar için geçerlidir.

        Oysa günümüzde böyle değil.

        Cumhurbaşkanlığı hükümet modeli siyaseti bitirdi. Artık prensipler değil, parti programları değil, milletin gerçek sorunlarına, kanayan yaralarına değinmek çözüm üretmek değil, sadece rakamlar, oranlar var. Artık sadece '%50 + 1 nasıl gelir?’in hesabı var.

        Artık sadece kim bize nereden ne kadar oy getirir ve bunun için ne kadar taviz verebiliriz’in tartısı var.

        O yüzden “Eve ekmek götüremiyorsan al keyif çayı iç” tavrını takınmak, olabilecek en nezih şekilde sorununu anlatan kişilere bigane kalmak sakıncalı görülmüyor. O yüzden döviz dalgalanıp durulmazken muhatap ‘dolarla mı maaş alıyorsun’ diye küçük düşürülebiliyor. O yüzden perişan olduğunu evde tencere kaynamadığını söyleyen insanların üzerine erzak paketi fırlatmanın yeterli olacağı düşünülebiliyor. Her açız diyene ‘ama yol ama köprü ama siha’ denilerek üretilen cevapların tam orta yerinde buz kalıbı gibi duran ‘yabancılaşma’ hiç dert değil artık. Çünkü “Benim sosyolojim sizin siyasetinizi gömer” diye korkunç, yeni bir adet var.

        Diğer Yazılar