İyi ticaret mi, haksız avantaj temini mi?
Anlıyorum, Katar, Türkiye’nin sorun yaşamadığı tek zengin körfez ülkesi.
Anlıyorum, Katar ve Türkiye’nin dış politika yaklaşımları genellikle paralel. Sözgelimi her ikisi de Mısır’da Sisi tarafından gerçekleştirilen darbeyi kınamıştı. Her ikisi de Mısır’ın, Suudi Arabistan’ın, BAE’nin terör örgütü olarak görmekte ısrarcı olduğu İhvan-ı Müslimin’i kendi sosyolojik tabanı olan normal bir siyasi hareket olarak görüyorlardı. Ki doğrusu da buydu.
Anlıyorum. Her iki ülke de, Sünni karakterlerine rağmen İran’la sağlıklı ilişkiler kurmayı savunmaları itibariyle bölgede bulunan devletlerin yeminli Şia düşmanlıklarından ayrışıyor. Her iki ülke de ‘İran’ı denize dökelim’ anlayışını savunmuyor. Her iki ülke de İran’a ontolojik olarak karşı değiller, yanlış politika yürüttüğünde ‘o politikaya’ karşı durma gibi bir siyaseti tercih ediyorlar. Ayrıca her iki ülkenin Filistin’in Gazze bölgesi sözkonusu olduğunda Hamas gibi bir ortak noktası var.
İki ülke iyi anlaşıyor, anlaşmalarını ticari anlaşmalarla perçinliyor. Ticari anlaşma imzaladığımız yabancı ülkeler arasında Katar’ın öne çıkması yabancı yatırımcıların Türkiye ile iş yapmak istememesinden ileri gelmekte. İpi hep Katar göğüslüyor çünkü yarışa giren sadece o. Hatta bazen yarışa girmesine bile gerek kalmıyor. İhalesiz kazanımları olduğu da düşünülürse…
Tamam, ilişkiler iyi olsun. Bari Katar’ı kaybetmeyelim. Tamam.
TRUMP KAZANSAYDI BU İLİŞKİ DE BOZULURDU
Zaten ufukta bir tehlike de görünmüyor.
ABD yönetiminin Suudi Arabistan’ı ve BAE’yi İsrail’le nikahlama projesi eğer Trump kazansaydı, Katar’ı da içine alacak hatta Suudi Arabistan ile Katar’ın ilişkilerini ‘düzeltmek’ gibi nosyonları da kuşanarak genişleyecekti. Suudi Arabistan tarafından ablukaya alınan ve Türkiye’nin desteği sayesinde zor günleri atlatan Katar, Suud ve etkisi altındaki ülkelerle ilişkileri yeniden düzelince Türkiye’den uzaklaşabilirdi. Ama Biden döneminde o iş olmaz. Biden’ın Trump’ın bol keseden yaptığı ’ne kadar ekmek o kadar köfte’ dinamiklerinden geri duracağı ve Suudi Arabistan’a o kadar yüz vermeyeceği tahmin edilebilir olgular arasında. Yani yakın zamanda Katar’ın mevcut özgün duruşundan çekilip İsrail-Suudi Arabistan-BAE üçlüsüne dahil edilmesi beklenmiyor. Bu da Katar Türkiye ilişkilerinin bir süre daha önünün açık olması demek.
Bunların hepsine OK.
Borsa İstanbul'un yüzde 10 hissesinin satışı konusuna da OK.
Sonuçta bundan iki yıl önce Borsa İstanbul'un yüzde 7'lik hissesi Amerikan Nasdaq OMX'te, yüzde 10'u da Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası'ndaydı. Borsa İstanbul, Varlık Fonu kapsamına alınınca Nasdaq ve Avrupa İmar Bankası çıktı, yerine Katar geldi. İyi hoş da, satışın değeri bilinmiyor. Ne saçma.
Gerçi saçmalıktan ötesi var. Geçmişi var.
Hatırlayalım mı?
Ataköy sahilinde usulsüz rant yaratan, kıyı ile gerisi arasına betondan kale ören Sea Pearl projesi mesela. Hatırlanacağı gibi Katar Devleti TOKİ'den 125 dönümlük arazi almış sonra allem edilip kullem edilip 250 bin metrekare inşaat hakkı olan arsaya tam 547 bin metrekare inşaat yapılarak İstanbul’un en yeşil sahili betona dönüştürülüp Katar’ın ‘kapatma’sı olmuştu.
Memorial Sağlık Grubu, Beymen, Banvit, Finansbank, Abank gibi kuruluşları da bünyesine kattı Katar. Süleymaniye yenileme projesini de aldı.
En ses getiren olay ise Katar’ın son derece stratejik bir önem taşıyan BMC’yle kurduğu ortaklık oldu. BMC özel bir şirket ve Türk Ticaret Kanunu'na bağlı, hisselerinin alınıp satılmasında bir sorun yoktu. Ancak Milli Savunma Bakanlığı’nın %49’u Katar Devlet fonunca satın alınmış olan BMC’ye, tank palet fabrikasının işletme hakkını hem de uzun dönemli vermiş olması, evet, bir sorundu. Gerekçe olarak "Bizim fabrikayı modernize edebilecek imkanlarımız yok" denildi. Bu açıklamanın üzücü olduğunu reddedebilecek tek bir vatandaş var mıdır?
Muhalefetten bazı profillerin “Türk Ordusu satılmıştır” mugalatası, Türk ordusuna hakaret teşkil ettiği gibi safsatadır da. Ama bu durum Katar’ın BMC gibi TSK’nın ihtiyaçlarını karşılayan stratejik önemi haiz bir kurumun %49 oranındaki hissesine ihalesiz ve şeffaf olmaktan uzak yollarla sahip oluşunun ‘skandal’ olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Kusura bakmayın, insanlar bunu konuşur.
Şimdi Katar ile Türkiye, 10 anlaşmaya daha imza attı.
Borsa İstanbul’un %10’luk hisse satışında sorun görmediğimi yukarıda anlatmıştım. Diğer anlaşmalara bakınca İstinye Park, Antalya Limanı, Haliç Projesinde aslında özel sektör arasındaki hisse devrinden ibaret bir olay olduğunu görebiliyoruz.
Ancak başından itibaren, bu devirlerin ne kadarının ‘gönüllü’ olduğunu misal ne kadarının Türk ekonomisinin düşürüldüğü darboğazla ilgili olduğunu ya da ne kadarında göklerden gelen bir emir olduğunu göremiyoruz. Malum ‘şeffaflık’ bu dönemin trendlerinden biri değil.
SU YÖNETİMİ? NASIL YANİ?
Daha can sıkıcı olanı ise “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Katar Devleti Hükümeti Arasında Su Yönetimi Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı” adlı şey.
Anlaşmanın kapsamı nedir, sularımızı neden başka bir ülke ile beraber yönetecekmişiz belli değil. İklim değişikliği alarm zillerini çaldırırken, dünyanın bir kısmının kuruyacağı diğer bir kısmının sellere kasırgalara teslim olup yaşanmaz hale geleceği biraz çevre sorunları aktivitelerini takip eden herkesin malumu iken, çevre felaketlerinin ulus devletlerin egemenlik sahalarını destabilize edebileceği konuşulurken, su savaşlarının kapıda olduğu tartışılırken bu nasıl bir anlaşmadır Allah aşkına?
Sermaye ırkçısı değilim, Katar’a yönelik tepkilerin hiç değilse bir kısmının arkasında klasik ‘zengin Arap’ nefretinin yattığının farkındayım. Ama el insaf, bu kadar torpil İtalyan’a yapılsa, o da sorun olur, sorgulanır.
Türkiye’de kâr eden kamu iktisadi teşebbüsleri bile ederinin altına satılarak özelleştirilirken dahi bu kadar dehşete düşmemiştim. İtiraz edenler "Kimin malını kime satıyorsun?” diye sorarken “Geliri yine devletin hazinesine gitmiyor mu kardeşim" deyip geçiştirmiştim. Meğer öyle değilmiş, devletin güya serbest piyasa güya özelleştirme adı altında sınırsız ‘satma’ hakkına sahip olması gayet nahoş bir işmiş. Zira o devlet, teşbihte hata olmaz, benim bir köprüden geçiş olasılığımı bile satabilirmiş. Ki oldu. Geçmiyorsam, geçmediğim için gücenme hakkı olduğuna karar verip üzüntü giderini tahsil edebilirmiş. Ki oldu.
Hadi olan oldu.
Ama ya su?
Su, paraya çevrilebilir bir değer değil, bekletilip sonra harcanacak bir şey değil, finans kapitalizminin kağıda ve kağıdı temsil eden ürünlerine tahvil edilebilir bir şey değil.
Devletin de değil üstelik, halkın, ülke insanının. Devletin suyla ilgili tek hakkı, onun halkına ulaşımını regule etmek ve sır gibi sakınmak olabilir ancak. Çünkü hiçbir hazineye hiçbir kasaya sığmayacak kadar büyük bir hazinedir o.
İyi misiniz?