"Küreselci oyunları" diyerek gezegenin kanına girmek
"Kaçınılmaz olana adapte olmanın, yönetilemez olanı azaltmanın yollarını da aramalıyız. Yani saatlerimizi yeniden ayarlamalıyız.(…) Bunun ilk ayağı, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak. Yani, orman alanlarını çoğaltıp, farklı enerji kaynaklarına geçmek. İkinci ayağı ise iklim adaptasyonuna yönelik acil önlemler almak.”
“Biz insanların şöyle bir özelliği var, stresle ve endişeyle başa çıkmak için bazı gerçekleri göz ardı ediyoruz. Üzülerek ifade ediyorum ki artık böyle bir lüksümüz yok. Son dönemeçteyiz. Elimizde gidişatı olumlu yönde değiştirebilecek son on yılımız var ve bu fırsatı değerlendirebilecek son nesiliz.”
“Bu cümleler kime ait sence?” diye sordu kardeşim. İlk anda hemen hayranı olduğum doğal tarih araştırmacısı ve belgesel yapımcısı aklıma geldi ve “Sir David Frederick Attenborough’nun olabilir” dedim. Sabahın köründe size sorulsa belki hayatını çevre sorunlarına adamış Ömer Madra’nın sözleri olabileceğini düşünecektiniz.
Ama bu sözler Emine Erdoğan’a ait.
Birkaç gün önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Beştepe Kongre ve Kültür Merkezi’nde İklim Değişikliğiyle Mücadele başlığı altında bir toplantı düzenlenmişti. Kaç kişi gerçekten ilgilendi bilmiyorum.
Memlekette ‘yeşil’, ‘iklim’, ‘küresel ısınma’, ‘denizlerin kirliliği’ gibi ifadeler bile ‘amerigancı’, ‘küreselci’ gibi bozuk yumurta kokan paranoyalarla yaftalanır hale geldiği için olsa gerek, Cumhurbaşkanı’nın eşinin konuşmasına bile burun kıvrılabiliyor.
İktidar medyasında yazan, takip ettiğim hiçbir yandaş köşe yazarının bu konuşmayla ilgilendiğini görmedim. Hatta tam tersi, söylenenen, "Şimdi de aklımıza bu iklim işini sokacaklar, beynimizi yıkayacaklar" diyenini gördüm.
Oysa iklim değişikliği o kadar hayati bir konu ki, meselenin sadece kenarını kazdığınızda bile dehşete kapılıyorsunuz. Tam da bu nedenle bu konu üzerinde defalarca yazdım. Özellikle aşağıya linklerini bırakacağım yazıları yeniden refere etmekte sakınca görmüyorum. Sakınca ne demek, küresel ısınma başta olmak üzere bütün çevre sorunlarını Allah’a havale etmiş, ama toprağı suyu havayı Allah yaratmış demeden tepe tepe kullanmakta sorun görmeyen, Müslüman gibi inanan ama Darwinist gibi yaşayan sözde mü’min bolluğunda çevre sorunlarına karşı duyarlı 3-4 dindardan biri olduğum için kendimle gurur bile duyuyorum.
“İklim Değişikliği ile mücadele vatan sevgisindendir” “Muhalefetin bahanesi mi, zamanın ruhu mu?” Oysa peygemberi ‘çevreci’ olan tek ümmetiz”Anlayacağınız, ben bu konuda “Zihinler alarme edilecek, beyinler yıkanacak çünkü yeni dünya düzeni bunu gerektiriyor"culardan değilim. Her şeyi "Bakın görün bu da bizim ulus devlet egemenliğimiz aleyhine bir müdahale biçimine dönüşecek"cilerden de değilim.
KONU İKLİM VE ÇEVRE SORUNLARI İSE BÜTÜN SİYASİ GÜNDEMLER SÛNİ GÜNDEMDİR
Gezegenle ilgili toptan sorunlar topyekun tedbirleri gerektirir ve kimse coğrafya üzerinde insanlar tarafından harita üzerine çizilmiş çizgileri ve devlet bağlılığını mazeret göstererek yaşamın ana kaynaklarının tükenişi/erozyonu ile ilgili zillerin çaldığı gerçeğine kulak tıkayamaz. Konu iklim değişikliği, küresel ısınma, deniz, hava ve toprağın kirliliği olduğunda, aslına bakarsanız bütün siyasi gündemler sunî gündemdir.
Mantığı basit: Çocuğumun yaşamı söz konusu ise benim bekâm tali meseledir. Ülke varlık yokluk krizi yaşarken “Ateistler için neden krematoryum yok?” gibi temsil sorunları tali meseledir. Tüm gezegenin varlığı-yokluğu-bekası tehlikeye girdiğinde ise ülkelerin ekonomik ve sanayii sorunları/endişelerinden mütevellit ‘egemenlik’ kaygıları tali bir meseledir.
Taşın altına elini koyma bağlamında her ülke ‘kirlettiği oranda’ sorumluluk almalıdır. Kirlettiği orandan ‘kurtardığı alan’ büyüklüğü düşülebilir. Ama bunların hesaplanması, sorumluluğun adil dağılımı, cezaların tahsili ve bu cezaların ‘siyasi’ cezalandırma niyetlerine karışmaması, geleceğin planlanması için Birleşmiş Milletler denilen ama şimdiye kadar çok afedersiniz ancak bir ‘hamamoğlanı’ kadar muktedir olabilmiş yapının yeniden regule edilmesinden başka bir yol yoktur. Gezegeni en çok kirletenler ve onların yardakçıları, yardakçılarının tuttuğu şarlatanlar ise bu cümleleri "Bakın bunlar ‘tek devlet’ istiyor” diyerek yerel devlete, özellikle sert otoriter rejimlere şikayet ederler. Temiz enerjiye geçmemek için direnen, nehirleri kirletip bulundukları yerleşim yerlerindeki kanser oranlarının artmasına neden olan şirketler/fabrikalar vaktiyle verdikleri zararı hasır altı etmek için bu yolda insan bile öldürttüler. Artık kan dökmekle kalmayıp, buradan ideolojik duruş bile çıkarıyorlar, yakın gelecekte sözde ‘gizlenen bilimsel veriler’ adı altında safsataya dayalı propagandalarını kitleselleştirmek için daha fazla finansör de bulurlar. En çok yapacakları şey de küresel ölçekte alınacak tedbirleri lokal otoriteleri satın alarak ve meseleleri ‘ulusal egemenlik’ sularına, oradan da ‘bağımsızlık/güvenlik’ denklemine çekerek etkisizleştirmek olacak.
Tabii bunlar çok ciddi meseleler.
İş biraz ciddiye binerse, ‘ortamlarda’ entel, hip ya da con-con kesilen, Turgut Uyar şiirleri paylaşan ama İstanbul Boğazı'nın kıyı şeridinde eğlence mekanı olup bütün pisliğini boğaza boşaltan ne kadar ‘tip’ varsa hepsinin "Küreselcilik, yeni dünya düzeni…” diye bağırırken ya da "Hani ulus devletimiz, hani egemenlik…” diye haykırırken göreceksiniz.
İş biraz ciddiye binerse Instagram’da ‘Ölürüm Türkiyem’ paylaşımları yapan, tesbih koleksiyonu sergilemeye doyamayan kasaba çıkışlı yerli milli zenginin yeşili katletme pahasına otel yapmasına izin verilmediği için birden devlete küfretme fazına geçtiğini de göreceksiniz.
Vatanseverlik bazıları için sadece vergi indirimi, ucuz kredi ya da teşvik primidir.
Sözün özü dünyanın bu coğrafyasında yaşayanların kaderiyle, Atlantik okyanusunun karbonmonoksit absorbe etme noktasında doyuma ulaştığı, artık zehirli atıkları tolere edemediği, okyanuslar artan karbonmonoksit oranları yüzünden fitoplankton üretemezse bulut da oluşmayacağı, bulut oluşmazsa yağmur da yağmayacağı gerçeği arasında bir ‘bağlantı’ var. Mesele hiç olmadığı kadar ‘küresel’.
Emine Hanım’ın konuşmasından bahsediyordum. Güzel bir konuşmaydı. Ülkenin en önemli kişisinin eşinin bu meseleyle ilgili olması, haklı kaygı ve üzüntüler içinde olması umut verici.
(Konuşmanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.)Umarım, icra makamları da Emine Hanım’ın konuşmasına kulak vererek, içtenlikle dinlemiştir.
Umarım, iklim ve çevre felaketlerine karşı uyanık olmak gerektiği noktasında yapılan güzel konuşmalar, güzel icraatlarla desteklenir. Daha doğrusu ‘ses getirecek’ işler yapılmadan önce çevre maliyeti de hesaplanır. Yeni havalimanının Istranca ormanlarına verdiği zararı biliyor musunuz mesela? Hayır biz milletçe, sadece her şeyin en büyüğünü yapmakla övünmeyi biliyoruz maalesef.
Umarım, hem yetkililerimiz hem de çevre için alınacak tedbirlere ‘ulusal egemenlik’ kaygılarıyla karşı çıkanlar neden AB ülkelerinden ve İngiltere’den çöp/atık ithal ettiğimizi bir zahmet açıklarlar.
Söz konusu ürkütücü ve alçaltıcı durumu daha önce de defalarca dile getirdim. Türkiye'nin aylık plastik çöp ithalatı 2016'de 4 bin tondu, bu miktar giderek arttı ve 2018'in başında 33 bin tona yükseldi.
İklim deyince ‘bunlar küreselci oyunu’ diyerek zıplayan, ama ülke denizlerinin ve toprağının ‘gelişmiş’ ülkelerin pisliği ile kirletilmesi söz konusu olunca havaya bakıp ıslık çalanlar, kulağının üzerine yatanlar izah etsin.
İlgili linkler için bkz.
1) https://www.dogrulukpayi.com/bulten/ab-ulkelerinden-en-cok-atik-ithal-eden-ulke-turkiye?gclid=Cj0KCQiApsiBBhCKARIsAN8o_4h6gBc4vk8wkCF-LxOoTlJoEENtdA1eGVhGjSoUHYEzkWafbhekVVkaAvKpEALw_wcB 2) https://www.dw.com/tr/abden-en-%C3%A7ok-%C3%A7%C3%B6p-alan-%C3%BClke-t%C3%BCrkiye/a-53153246 3) Şurada da şaka gibi bir açıklama var, çöp değil plastik atık ithal ediyormuşuz, bunun neden daha olumlu bir şey olduğunu algılayabilen varsa beri gelsin.Ummaya, umud etmeye devam edelim ama artık umudu somut eylemlerle destekleyelim. Müfredat değişmeli. İklim değişikliği çeşitli derslere yedirilmiş şekilde bahsi geçen bir mevzuu, bilgiler de yüzeysel. “Mercan resifleri yok oluyor” gibi, “Yağmur ormanları son elli yılda %60 oranında küçüldü” gibi cümlelerin şımarıklık olsun diye söylenmediğini, Mehmet Emmi’nin tarlasına düşen yağmurun, Asiye teyzenin çatısını indiren kasırganın o mercan resifleriyle ya da yağmur ormanları ile bağlantılı olduğunu her ilköğretim okulu öğrencisi bilmeli. Orta öğretimde ise iklim değişikliği eğitimini, çevre eğitimi, sürdürülebilir kalkınma eğitimi ve afet riski azaltma eğitimi ile beraber veren, disiplinler arası, karşılaştırmalı metodu seçen ülkeler model alınmalı ve iklim okur yazarlığı olan bir toplum hedeflenmeli.
Mesele mavi balina değil artık, beyaz tavşanın ta kendisi. Ağlama dövünme eşiğini geçtik. Artık yapılması gereken bakış açısını, yaklaşımı değiştirmek ve harekete geçmek.