Hastane odasında yalnız bir çocuk
Onu mavi çarşafı ve mavi yastığından tanıyoruz. Çünkü hakkında pek fazla bilgi yok. Hakan Ural’ın Montrö konulu atıp tutmaları hakkında bile daha fazla ‘etkileşim’ var.
Hakan Dağdeviren kanser hastası, 11 yaşında. Annesi Sabriye ve babası Gökhan Dağdeviren ise FETÖ üyeliği suçlamasından yargılanıp ceza almışlar.
Ancak hemen herkesin malumudur ki, her hastalık gibi lösemi hastalığının iyileşmesi de bağışıklık sisteminin güçlü olmasına muhtaç.
Bağışıklık sistemi de kalbi hasret dolu bir çocuğun bünyesinde sendeler.
Değil güçlenmek, günden güne siner. Işığı kaçar, feri söner.
Sosyal medya hesaplarından başka bir şeyi olmayan insanlar Hakan Dağdeviren için günlerdir duyarlılık oluşturmaya çalışıyor.
FETÖ’nün alt tabakasına yani aslında eskiden bu yapıya ‘cemaat’ denmesinin gerekçesi olan grubuna takınılan sert tutum, yukarıdaki kurmay tabakanın temize çıkmasına neden oluyor diye, yazıyorum yıllardır.
Mavi nevresim takımı içindeki hasta Hakan'ın fotoğrafı da bir bakıma söylediğim şeye örnek teşkil ediyor.
Sağa dönmüş, sargı bezlerinin flasterle tutturulduğu kolu üzerinde yatıyor. Saçları derbeder.
Eli yatağın dışına uzanmış, avucu havaya doğru açık. Bir el gelip o avucun içini doldursun istiyor gibi, açık.
Annesinin hayali eli için rezerve edilmiş Hakan’ın küçük avucu.
İnsanın boğazı höpür höpür yiyip löp löp yutmak için değil, ‘düğümlenmek’ için yaratılmış olabilir mi?
İnsanın nefesi alınmak için değil ‘kesilmek’ için yaratılmış olabilir mi?
İnsanın kanı akmak için değil ‘donmak’ için yaratılmış olabilir mi?
O fotoğrafa bakınca akla gelen cümleler sadece bunlar.
Hakan Dağdeviren’in ve şimdi ona bakmakla yükümlü dedesinin hikayesi münferit bir hikaye değil kuşkusuz. Cezalarını çeken ailelerin etrafında böyle yığınla dert ve tasa var.
Kimselerin dönüp bakmadığı hikayelerin arka planında, yetkililerin söylemeye dilinin varmadığı, trollerinin ise rahatça söyleyebildiği taştan bir anlayışın esamileri var.
O anlayış aşağı yukarı şöyle bir şey: “FETÖ’cü birinin çocuğu isen, hak ettiğin bundan daha iyisi olamaz”
Vicdanları kadük eden bir anlayış bu. Vicdanları sağır bırakan bir lakaytlık.
Dahası empatiden uzak, bela çağıran bir vurdumduymazlık.
Kimsenin ‘bak ben ne oldum’ deme lüksünün olmadığı, ‘acaba ne olacağım?’ diye düşünmesini gerektiren bir ülkede yaşadığımız gerçeği dikkate alındığında, büyük bir naifliktir bu vurdumduymazlık.
NE OLDUM DEME, NE OLACAĞIM DE
Oysa, bakın Sedat Peker iki yıl önce, bugün Hakan Dağdeviren’in anne ve babası gibi olan kişilere ve esasında maraza çıkarmaya yeltenebilecek tüm muhaliflere seslenerek ‘kanlarınızda duş alacağız’ diyordu.
Mermilerin topların tüfeklerin üzerine ismi yazılıyordu Peker'in. Suriye’de, Kuzey Irak’ta sürmekte olan operasyonlara giden askerler Sedat Peker’in neferleriyiz tadında övgü dolu cümleler, tekerlemeler söyleyip videolar kaydediyor ve her mecrada paylaşıyorlardı. Siyasi iradeye rağmen değil, o irade izin verdiği için oluyordu bu.
Bugün Sedat Peker’in aslında yeraltı dünyasının yani suç evreninin nüvesi olduğu hatırlandı ve taraftarlarına operasyon düzenleniyor.
Bugün Sedat Peker’in sabahın köründe evi basılıyor, yatağında uyumakta olan küçük evladı zıplayarak uyandığı anda kendisine doğrultulmuş silahları görüp korku içinde ellerini havaya kaldırıp ‘teslim oluyor’.
Dünün buyurganı ve mütehakkimi, kanlı fantezilerin düdükçüsü, bugünün aranan adamı. Dün tehdit edendi. Bugün kendisi tehdit olarak kabul ediliyor. Hem de öylece, birdenbire, aradaki değişkenin ne olduğu, ne kadar hukuki olduğu konusunda hiçbir açıklamaya gerek duyulmadan…
Yanlış anlaşılmasın. Sedat Peker lehinde eser miktarda herhangi bir düşüncem yok, olamaz.
Ancak.
Kimin evi olursa olsun, kendisinin evde olmadığı bilinmesine rağmen yapılan bu tür baskın ‘show’larıyla sorunum var.
Kimin çocuğu olursa olsun, onun suratına silah doğrultan sözde ‘güvenlik’ anlayışıyla bir sorunum var.
Mazereti ne olursa olsun çocukların kalbine korku salan bir devletle sorunum var.
Tıpkı, kanser hastası çocukları yalnız bırakan, hasta yatağında çile dolduran bir çocuğa anne şefkatini çok gören bir hukuk sistemiyle sorunum olduğu gibi.
Tıpkı, bugün sahip olduğu ‘meşruiyeti’ yarın yitirebileceğinden; ‘hukuk güvenliği’ diye bir şeyin son derece tartışmalı olduğu bir ülkede yaşadığından bihaber, güçlülerin davulunu çalıp türküsünü söylerken gaddarlaşmakta hiç beis görmeyen kalabalıklarla bir sorunum olduğu gibi.
O kalabalıklar ki, Ramazan ayında ”Mübarek ay kimsesizleri gözetme ayıdır, açları doyurma, dertlilere çare olma ayıdır” diye konuşan kanaat önderlerini ahü vah ile dinleyip tepsi tepsi güllaç bitirdikten sonra oruca niyet edip ertesi güne koyulacaklar.
Ne dert ne tasa olacak içlerinde.
Hepsini havale ettiler çünkü. Ümmetin lideri onların yerine de düşünüyordur, onların yerine de aklediyordur, onların yerine de dertleniyordur nasılsa.
RAMAZAN AYI İSTİRHAMI
Baba Gökhan Dağdeviren sadece örgüt üyeliğinden değil örgüt yöneticiliğinden de ceza almış. Ama anne Sabriye Hanım’ın durumu öyle değil. Kendisine verilen ceza 6 yıl. Bir kısmını yatmış zaten.
Yetkililere bir Ramazan çağrısı yapmak istiyorum.
Bu mübarek ayda yapacağınız en büyük hayır, Sabriye Dağdeviren’in ellerinin Hakan’ın uzun zamandır taranmamış saçlarında dolanmasına izin vermektir.
Mübarek ayda yapacağınız en büyük iyilik, Hakan’ın damarları delik deşik olmuş kollarına, annesinin dokunmasını sağlamaktır.
Anneyi yatağın başlığına mı zincirliyorsunuz, ayağına pranga mı takıyorsunuz, ne yaparsanız yapın, hastane odasında annesiz bırakmayın Hakan’ı.
İyileşsin çocuk, ondan sonra alırsınız yeniden.
Zor değil bunu yapmak, istenen af değil burada. Hasta bir çocuk için nefes aranıyor.
Biliyorsunuz, kötülük diye bir şey yoktur, kötülüğe neden olan merhametin yokluğudur.
Hakan’ın iyileşmesinin önündeki engel de anne yokluğu.
İman etmiş her Müslüman bilir ki, Ramazan ayı yoklukla imtihan olanların yoksunluklarını tecrübe etme ve yapılabiliyorsa o yoksunluğa çare olma ayıdır.
Hakan’ın yoksunluğuna çare olun.