"Hayır bu raporlar yalan" diyebilecek olan kaldı mı?
Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü (IDEA), "Küresel Demokrasi Durumu 2021 - Pandemi Çağında Direnç Oluşturma" isimli bir rapor yayımladı. Rapor giderek daha fazla sayıda ülkenin otoriterliğe doğru kaydığını, tehdit altındaki yerleşik demokrasilerin sayısının da hiç olmadığı kadar yükseldiğini bildiriyor. Raporda "Popülist siyaset, muhalifleri susturmak için Covid-19 salgını kısıtlamalarının kullanılması ve toplumları kutuplaştırmak için dezenformasyonun kullanılması" gibi başlıklar var.
Türkiye'nin, 2010-2020 yılları arasında en büyük düşüşlerden birini yaşadığı dile getiriliyor.
Malum, Türkiye ABD’nin düzenlediği Demokrasi Zirvesi 2021’e de davet edilmedi.
Angola, Botsvana, Liberya, Nijerya, Malezya, Moğolistan, Nauru, Palau, Timor Leste, Tongo, Pakistan, Belize, Kolombiya’nın davetli olduğunu belirtelim. Haydi diyelim ki, bunlar bulundukları coğrafyanın teamüllerine oranla mesafe kaydettiler, o yüzden.
AB üyesi olmakla beraber, AB hukukuna uymayan pek çok sınır aşımı sergilemiş olan Polonya da davetli. O bile.
Hoş Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi onu da ekleyelim.
22 Ocak 2020’de yayınlanan The Economist grubuna bağlı araştırma ve analiz ünitesi olan The Economist Intelligence Unit’in 2019 Demokrasi Endeksi’ne göre de iyi bir yerde değildik.
Endeksin baz aldığı beş temel kategori şunlardı: Seçim Süreci ve Çoğulculuk, Hükümetin İşleyişi, Siyasal Katılım, Siyasi Kültür ve Sivil Özgürlük.
Bu beş kategorinin değerlendirilmesi sonucunda 165 bağımsız ülke ve iki bölge Tam Demokrasi, Kusurlu Demokrasi, Karma Rejim, Otoriter Rejim olmak üzere dört başlıkta sınıflandırılıyordu.
Demokrasi puanlarına göre en yüksek puanı alan Norveç’i sırasıyla İzlanda, İsveç, Yeni Zelanda, Finlandiya, İrlanda, Danimarka, Kanada, Avustralya ve İsviçre takip ederken, Türkiye ise Gambiya, Pakistan ve Nijerya’dan sonra ancak 110. sırada kendine yer bulabiliyordu. Batı Avrupa ülkeleri arasında değerlendirilen Türkiye, bölgedeki tek karma rejim olarak gösteriliyordu. Puan Dağılımına göre Türkiye seçim süreçlerinde demokrasinin gereklerini tam olarak karşılayamayan, çoğulculuk noktasında eksiği bulunan, en düşük puanı ise sivil özgürlükler alanında alan bir ülke konumundaydı.
2020 yılına ait puanlamalara göre yapılan endekste ise Türkiye 6 sıra yükselerek 104. sırada yer aldı. Nerede hangi alanda yükselmişiz ben pek anlamadım, benden daha insaflılar demek ki. Aferin.
104. sıra ya da 110. sıra, arada o kadar fark yok. İkisi de kötü bir derece.
Ancak durum her zaman böyle değildi.
Endeksin ilk oluşturulduğu 2006 yılında Türkiye, dünya ortalamasının üzerinde bir puan almış ve 2014 yılına kadar bunu sürdürmeyi başarmıştı.
Ayrıca ABD’nin de endekste ‘Kusurlu Demokrasi’ kategorisinde yer aldığını belirtelim.
Yani dünya devi ABD bu raporlarda "Her bakımdan mükemmel bir demokrasi" olarak sunulmuyor. Türkiye de her zaman bu kadar kötü sıralarda yer almıyordu.
Bazılarımız sadece içerden baktığı ve hamasi duygularla dolu olduğu için geldiğimiz noktayı görmeyebilir.
Bazılarımız da görüp dert etmiyor.
İşin en kötüsü demokrasi kalitemizi, gelişmişlik düzeyimizi ortaya koyan kıstasları kulak arkası etmemiz ve hepsine de bir gerekçe bulabilmemiz.
“Amaaan elin gavuru işte, bizi sevmiyorlar zaten, dahası kıskanıyorlar’ diyerek, kendimize bakmayı reddetmemiz.
Eskiden hiç değilse, “Hayır bakın biz hukukun, demokrasinin gereklerini yerine getiriyoruz ama bize karşı bir önyargı var” diye bir derdimiz, o önyargıyı aşma çabamız olurdu.
Elimize rakamları alır karşılarına çıkar, "Yanlış düşünüyorsunuz" der, yanıldıklarını ispat etmeye çalışırdık.
O da kalmadı.
Ya demokrasi kimsenin umrunda değil, ya insanlar olduğumuz yerin farkında ama mahcubiyetten itiraz edilemiyor.
Öyle ya…
Hükümete yakın bir gazetede CHP kapatılabilir, sürgünler olabilir yazıp ertesi gün şaka yapmıştım diyenlerin büyük kanaat önderi gibi algılandığı bir ülkede,
Cumhur ittifakı ortağının Kılıçdaroğlu’na "Suyun ısındı” gibi bir ifade kullanıp kendi taraftarlarınca "Suyu ısınmak ne demek, suyu ısınana ne olur? Böyle bir laf edilir ve edilmemiş gibi yapılabilir mi?" diye sorgulanmadığı bir ülkede,
İktidarda olan partinin genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan kişinin muhalefet partilerine “Bunlar daha iyi günleriniz” diye seslenmekte sakınca görmediği bir ülkede,
Erken kalkanın HDP kapatılsın dediği, sonra dönüp “Madem HDP’yi kapatmıyor, o zaman Anayasa Mahkemesi de kapatılsın" diye devam ettiği bir ülkede,
“Döviz kurundaki bu muazzam artışa bir çözüm yok mudur?” Diye sormanın devlete güvenmemekle, ihanete meyyal olmakla suçlandığı bir ülkede,
KPSS’de 83 gibi gayet güzel bir puan alan öğretmenin atanamayıp, aç kalmamak için çalıştığı inşaat şirketinde elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiği bir ülkede,
Merkez Bankası Başkanı’nın "Faiz indirimi yapmaya mecbur bırakıldığı" bir ülkede,
Yüzü kızarmadan, “Demokrasimiz kalitelidir” denilebilir mi?
Ya da böyle bir ülkede mahcubiyet duymadan yaşamak mümkün olabilir mi?