Altı partiden seçim mühendisliği hamlelerine karşı ortak tavır
Altı parti 27-28 Mart’ta Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’in ev sahipliğinde buluştu ve bir açıklama yayınladı.
Buluşma öncesinde ise Babacan’ın gündeminde seçimin kazanılması halinde, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden, güçlendirilmiş parlamenter sistem değişikliğine kadar geçecek sürede ittifakın ilkelerine ve izlenecek politikalara dair yapılması gerekenler vardı ve partilere bunlarla ilgili öneriler sunduğu basına yansımıştı.
Beklenebileceği gibi toplantıya CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal katıldı.
Toplantının yapıldığı zaman ve zemin önemliydi.
Çünkü kısa bir zaman önce yapılan seçim yasası değişikliği teklifi, Gelecek, Deva, Saadet ve Demokrat partilerinin Millet İttifakı içindeki önemine, ağırlığına darbe vuran bir içerik arz ediyordu.
D’hont sistemine göre bir ildeki artık oylar artık o ilde en yüksek oyu alan ittifaka değil, o ilde en yüksek oyu alan partiye gidecek. Bu durum belki de Saadet, Gelecek ve Deva gibi partilerin adaylarının CHP ya da İyi Parti listelerinden aday gösterilmesini gerektirecek. Bu da partilerin tabanlarının hassasiyetleri ile oynayan bir durum olacak ve zaten Cumhur İttifakı'nın hedefi de bu.
İktidar bloku, Saadet, Gelecek ve Deva’nın Millet İttifakı'nda olmasının bu ittifakı anlamlı kıldığını biliyor, o yüzden bu partilerin ittifak içindeki konumlarını sarsacak, etkilerini azaltacak şekilde hamleler yapıyor.
“27 MART TOPLANTISI 28 ŞUBAT’TAN DAHA SAMİMİ GEÇTİ”
CHP ve İyi Parti’de tabloyu böyle göremeyenler vardı ama anlaşılan bu son hamle bu konuda bir tecessüse ve farkındalığa neden olmuş gibi görünüyor.
Zira büyük partilerdeki kaynaklarımdan gelen bilgi, 27 Mart’taki toplantının 28 Şubat öncesinde Şubat ayında gerçekleştirilen toplantıdan çok daha samimi geçtiği ve beraber yürüme iradesinin daha da kuvvetlendiği yönünde.
Bu bilgi önemli.
Çünkü seçim yasası değişikliği ile ortaya çıkan yeni durumun büyük partileri küçük partilere karşı olan davranışını değiştirmeye sevk etmesi ihtimali vardı, bu olasılığa yüz verilmemesi sevindirici ve önemli.
Çünkü bugüne kadar muhatabının oynayacağı kum havuzunun çerçevesini hep iktidar çizdi, ve her zaman zorun, güç kullanımının sonucu belirlemesi şeklinde gelişti olaylar.
İktidarın yaptığı bu tür müdahalelere önce bağırılıp çağırılıyor sonra "Artık oldu bitti ne yapalım?" yoluna giriliyor, eh bir kere o yola girilince, zamanla alışkanlık ve uyum da hasıl oluyor.
UNUTUYOR, ALIŞIYOR VE KREATİF TARTIŞMALAR İÇİNDE KAYBOLUYORUZ
Örnek mi?
En önemlisini vereyim.
Türkiye’de sistem değişikliği OHAL’de yapıldı. Bu kadar hayati bir değişikliğin OHAL şartlarında yani 7/24 vatan haini iftirasına maruz kalan muhalefete karşı propaganda imkanlarının tümünü elinde tutan iktidarın ezici üstünlüğünün olduğu vasatta yapıldığı bugün unutuldu.
Dahası modelin ilk parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimi de OHAL şartlarında yapıldı. (24 Haziran 2018). Hükümet, 18 Temmuz 2018'de OHAL’i bitirme kararı aldı ama birkaç gün sonra 25 Temmuz’da "terörle mücadele" gerekçesiyle 7145 sayılı Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u kabul etti. Yani OHAL’i kaldırdı ama OHAL’e mahsus bazı özel yetkilerini korudu. Dolayısıyla aslında 2019 yerel seçimleri de OHAL gölgesinde yapıldı. Bunu da hatırlayan yok.
Uzatma aslında 2021’de bitecekti ama Temmuz 2021’de üç yıllığına bir kez daha uzatıldı. Bu durumda hükümetin OHAL yetkileri 2024’e kadar uzamış oldu. Yani içinde bir kez daha seçim yapılacak bir süreci içine alacak şekilde. Bundan şikayet eden, buradaki saçmalığı, absürdlüğü ve iktidarın "Süresiz OHAL olsa ne güzel olur" eğiliminin önümüzdeki seçimlere yapacağı baskıyı da pek hatırlayan yok, konuşan yok. Her gün ama her gün tek başına gündem olmaya değecek bir konu, hem de 2023 seçimleri yaklaşırken kimsenin gündeminde değil.
Unutuyor ve alışıyoruz.
Unutulduğu ve alışıldığı için hala armudun sapı üzümün çöpü diyerek ülkede her şey yolundaymış, hafif bir sapma varmış ya da olay sadece en tepedeki kişiyle başka birinin yer değiştirmesinden ibaretmiş gibi davranılabiliyor; kreatif tartışmalara girilebiliyor.
Millet İttifakı'nı oluşturan partilerin tabanlarından ve o tabana hitap edenlerden gelen "Muhafazakar partiler ittifaka zarar veriyor" çıkışları böyleydi.
Muhafazakar partilerin tabanlarında olduğu varsayılan “3. ittifak daha iyi, Saadet, Gelecek ve Deva 3. ittifak oluştursun” talepleri de böyle.
Konformist, büyük ve güçlü partiyi terk etmiş olmanın travmasını "CHP’ye güvenmiyorum, bunlar sahtekar" şeklinde özetlenebilecek bir kaprise dönüştürme eğilimi de, Millet İttifakı'nı eski CHP tarzı bir rövanşizmin kalesi yapmaya çalışan ‘biz bize olalım’cı taifeninki kadar konformist bir talebe tekabül ediyor.
Ben bu köşede birkaç defa Millet İttifakı'nı dindarları ve muhafazakârları dışlayan bir irade üzerinden cisimleştirmek isteyen, üstüne üstlük bir de kendilerini ‘demokrat’ diye konumlandıran çevreleri eleştirdim. Ancak bu meselede bir de AK Parti’den kopmuş ve kendilerine Saadet, Gelecek ve Deva’da yer arayan ve Millet İttifakı'nda yer almamak gerektiğini düşünen dindarların görmesi gereken bir şey var. Dini değerlerle ve sosyolojiyle kavga etmeyeceğim mesajı vermek için 28 Şubat mağdurları ile buluşan, Elmalılı Hamdi Yazır paneli düzenleyen Yeni CHP’nin biraz daha insani bir ilgiyle takip edilmesi gerektiği gerçeği. Dahası Türk toplumunun dindar değil ‘sadece muhafazakar’ olduğu gerçeğinin idraki.
İkisi arasındaki farka gerek duyulursa daha sonra gireriz.
SOMUT İÇERİK ÜRETİMİNE İHTİYAÇ VAR
Millet İttifakı'na da bir eleştirim var.
Elbette bu ittifakı oluşturmaya aday partilerin bir arada durabildiklerini, çoğulcu bir yapıyı asgari temel ilkeler etrafında ortaklaşarak sürdürme iradelerini göstermeleri anlamlı ve güzel. Ama bunlar bana hep bir yıl önce olması gerekirken şimdi oluyormuş gibi bir ‘gecikmişlik’ ve ‘yetersizlik’ duygusu ile beraber geliyor.
İki basit önerim var
1) Söz konusu buluşmaların parti genel başkan yardımcıları ve sözcüleri eşliğinde her hafta yapılması ve Millet İttifakı'nın hayat pahalılığından, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline, "Muhalefette siyasi ahlak yok" ifadesinden, ekonomi yönetimindeki çelişkilere varana dek birçok can yakıcı konuda içerik üretmeleri ve bunu olabilecek en yüksek perdeden kamuoyunda dolaşıma sokmaları gerekiyor.
2) Artık cumhurbaşkanı adayının da netleşmesi lazım.
Aksi takdirde şu an Putin’in de, Biden’ın da konuşabildiği tek lider konumunda olmak gibi yüksek bir profil edinmiş, sıcak para arayışını ilişkileri düzelttiği Suudi Arabistan ve BAE aracılığı ile sağlayabilecek bir pozisyona kavuşmuş, İsrail ile ilişkileri yeniden kurma arefesinde olan dolayısıyla Rusya-Ukrayna krizinin vurduğu Batı’ya enerji transferi meselesinde yeniden aktör haline gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salvolarına direnmeleri giderek zorlaşacak. Cumhurbaşkanı bu noktalara çalışıyor, çünkü bu noktalara çalışmak, çalışan bir yöntem.
Zira halkta da “Buluşuyor, konuşuyorsunuz da ne oluyor, reçeteniz nasıl, ne sunuyorsunuz, hangi çözümlerde mutabıksınız?” sızlanmaları başladı ve giderek artacak.