Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Öncelikle bütün Habertürk okurlarının geçmiş Kurban Bayramını kutlarım.

        Bayrama bir hekimin çalıştığı hastanede, bir avukatın ise bürosunda katledilmesi haberleri ile girdik, arife günü ise eski Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin ev yapımı silahla suikasta kurban gittiğini duyduk. Bayram biterken Datça’daki ormanlar yanıyordu ve Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden’ın hacklenen telefonundan akan rezaletler mide bulandırıyordu.

        Girişimiz tatsız, çıkışımız nahoş oldu velhasılı.

        Bayram ortamı siyasette tırmanan ve tırmandırılan tansiyonu düşürür, iklimi yumuşatmak için bayramlar fırsattır diye düşünürsünüz değil mi? O da olmadı.

        AK Parti, HDP, DEVA, Gelecek Partisi ve Zafer Partisi’yle bayramlaşmadı.

        MHP, HDP ve İyi Parti ile bayramlaşmadı.

        CHP, HÜDAPAR, Merkez Parti, Milli Yol Partisi’yle bayramlaşmadı.

        İyi Parti, MHP ve HDP ile bayramlaşmadı.

        Dört partinin dördü ayrıca Zafer Partisi ile bayramlaşmadı.

        Arada olan tek güzel şey, anne babalarımız, çocuklarımız yeğenlerimizle geçirdiğimiz eşsiz bayramın birinci günü kahvaltı buluşmaları… Ancak ona da yeniden canlanan eski hasmımız Covid 19’un gölgesi düştü.

        MASKE ZORUNLULUĞUNA SON VERMEK YANLIŞTI

        Vaka sayılarının arttığını etrafınıza kulak kesilerek bile fark edebilirsiniz.

        Gün geçmiyor ki, ikinci Covid’ini geçiren birini daha duymayalım.

        Hakeza Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Alper Şener hastanelerde kapatılan Covid servislerinin geri döndüğünü açıkladı.

        Uzmanlar yaz aylarında klima çarptı zannederek sırt ve bel ağrısı şikayetleriyle hastaneye gelenlerin çoğunun ‘pozitif’ çıktığına dair açıklamalar yapıyor.

        Şunu bilir şunu söylerim: Maske çok erken bırakıldı.

        Oysa Covid tedbirleri arasındaki en etkin korumanın maske olduğu bilinen, deneyimlenen bir gerçekti.

        Pandemi yasaklarının bitmesi, işyerlerinin okulların açılması ekonomik krizin de baskısı nedeniyle artık zorunlu hale gelmişti, dolayısıyla sokağa çıkma yasaklarının eve kapanma zorunluluğunun kalkması anlaşılırdı.

        Ama maske takma zorunluluğuna neden son verildiğini anlamak sahiden zordu. Üstelik halen ‘hatırlatma dozlarını yaptırın’ uyarılarının yapıldığı bir dönemde…

        Hoş hangi işimiz mütenasip ki?

        Sokağa çıkma sınırlamasının olduğu dönemde, on dakika gecikmiş diye çocuklarının gözü önünde babalarını dövdüler. Silahla külahla sokak ahalisine dalıp havaya ateş eden, çocukların travma geçirmesine neden olan güvenlik görevlileri gördük. Bu hadiselerden sadece altı ay sonra, ortada ne maske kaldı, ne dezenfektan. Ne tedbir kaldı ne mesafe.

        Oysa şöyle bir realite var: Nüfusun büyük yoğunluğunun metropollerde yaşadığı 21.yy gerçekliği virüslerin her daim mesai yaptığı bir evren.

        Covid 19 olsun olmasın, artık virüsler on yıllar öncesine oranla daha kolay teşhis edilebilir, ama daha kolay bulaşabilir varlıklar olarak hayatımızın merkezindeler. Ne yazık ki bulaş, teşhis ve farkındalığın hızı ile tedavi ya da aşının bulunma/geliştirilme hızı aynı değil. Bu şartlarda maske kullanımı açık havada süresiz olarak serbest, toplu taşıma araçları gibi hıncahınç dolu olan ortamlarda süresiz olarak zorunlu tutulsa gayet makul olurdu.

        Her hâlükârda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, maske kullanma zorunluluğuna henüz gereken şartlar oluşmadan son vermek iyi bir karar olmadı.

        Bu taksimi kurt yapmaz...

        Bu taksimi kurt yapmaz...
        0:00 / 0:00

        Sayı ile ‘3’ yazı ile ‘üç’ sevgili okur.

        Evet yanlış görmediniz: Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı, 20 bin öğretmen atamasında Kürtçe için sadece 3 kontenjan ayırdı.

        Kusura bakmayın ama bu rakam “Dostlar alışverişte görsün” pozu yapma gayretini bile parodiye dönüştürüyor.

        İktidar “Kürt meselesi bitmiştir” şeklindeki hakikatten uzak tezi inandırıcı kılmaya bile üşeniyor iyi mi?

        Parti devlet ele ele, “Gerek yok”, diyorlar yani, “…üç yeter diyorsak yeter”.

        Devlet hep bu kadardı, hep böyleydi, ama AK Parti Kürtçe yayın yapan TRT Şeş’i açmak gibi büyük bir iş yapmış; Çözüm Süreci için bu ülkedeki hiçbir siyasi partinin o güne kadar almadığı riskleri almış bir partiydi.

        Bu ‘üç’ devlete yakışıyor, ama AK Parti’nin geçmişine uymuyor. Her şeye rağmen, parti olarak geldiği sevimsiz, otoriter, hukuksuz noktaya rağmen yakışmıyor.

        Zira, AK Parti halen, misal “Bu ülkede artık Kürt meselesi diye bir şey kalmadı" derken, bu propagandasını, Kürtçe’ye getirdiği özgürlüklere, Kürtçe’yi öğrenmenin ve konuşmanın önündeki engelleri kaldırmış olmasına dayanarak yapıyor.

        Gelgelelim, 20 bin öğretmen ataması yaparken Kürtçe öğrenimi için sadece üç öğretmen için kontenjan ayırıyorsanız geçtim hakkaniyete uygun olmak gibi yüksek erdemleri, en başta kendi propagandanızın altını boş bırakmış olursunuz.

        Acaba AK Parti’de bu durumun farkında olan var mı?

        Baktım, baktım sadece iki kişiyi gördüm. İki kişi itiraz etmiş.

        Biri AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) Üyesi Abdurrahman Kurt. Diğeri AK Parti MKYK Üyesi Alaattin Parlak.

        Hoş, itiraz dedim ama aslında bu doğru ifade değil, ortada itiraz yok, bilgi isteme ve niyet beyanı var. Sadece Diyarbakır Eğitim İzleme ve Reform Girişimi’nin (DİERG) Kürtçe için en az 200 kontenjan ayrılması talebiyle sosyal medyada başlattığı "#Kurdceye200Atama" kampanyasına destek vermişler aslında. Umarım mesajları Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer tarafından ciddiye alınır. Lakin alınmama ihtimali daha yüksek.

        Yazık. AK Parti’de AK Parti’nin yaptığı doğru şeyleri hatırlatacak sadece iki kişi kalmış.

        Gürül gürül savunacak kişi sayısı ise 0.

        Rakam ile ‘0’, yazı ile ‘sıfır’.

        Dram gibi dram.

        Diğer Yazılar