Hızlı ve kirli
Yola 3Y ile mücadele diyerek çıkmış, Yasaklarla, Yoksullukla ve Yolsuzlukla savaşma adına bir iddia ortaya koymuş AK Parti ağır ekonomik krizin baskıları ve Sedat Peker’in ifşaatları ile sarsılıyor.
Son ifşaatlar tabloyu daha da yakınlaştırdı.
Eskiden de rüşvet iddiaları olurdu ama hem miktarlar daha küçük olurdu hem de sosyal medya gibi bilenlerin bildiklerini paylaşmalarına ve dolayısıyla bir suçun aynı anda binlerce kişiyle eş zamanlı olarak dramatize edilmesine imkan veren aparatlar yoktu. Ama şimdi hem bu imkanlar var hem de belli ki bürokrasideki ‘hantallığın’ yerini danışmanlık ofisleri adı altında çalışan rüşvet şebekesi almış.
Son olay en başta Erzurumlu bir milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ile eşi Ünsal Ban’ın boşanması esnasında istenen paraların büyüklüğünden ibaretti.
Zehra Taşkesenlioğlu’ndan eski SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun olağanüstü malvarlığına geçiş oldu sonra.
Derken suç örgütü lideri Sedat Peker ‘deli çavuş’ adlı bir hesaptan Saray'daki danışmanlara kadar uzanan bir rüşvet ağından bahisle yeni iddialar ortaya attı.
İddiaya göre Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu, kendisine bir sorun nedeniyle başvuran Marka Yatırım Holding’in sahibi Mine Tozlu Sineren’i, vekil Zehra Taşkesenlioğlu’na yönlendiriyor, Zehra Taşkesenlioğlu da Mine Tozlu’yu Way Out adlı bir finansal danışmanlık şirketine yönlendiriyor. Burada Mine Tozlu Sineren’den danışmanlık adı altında 12 milyon TL “rüşvet” isteniyor, hatta danışmanlık sözleşmesine dair bir belge de düzenleniyor. Mine Tozlu Sineren ödemeyi reddediyor. Daha sonra Cumhurbaşkanı danışmanı Serkan Taranoğlu, Mine Tozlu Sineren ve eşinden acilen 200 bin lira istiyor, Sineren yine reddediyor. Dönemin Başbakanlık Danışmanı Salih Orakcı da söz konusu iddialar zincirinde adı geçen isimlerden.
“Sen yüz milyonluk iş yapmaya kalkıyorsun ama daha 200 bin TL bulamıyorsun” gibi Whatsapp yazışmalarıyla da ortaya konan rüşvet talebi, Halk TV’de Asıl Mesele’ye katılan iş kadını Mine Tozlu Sineren tarafından teyit edildi. Sineren bütün bu ilişki ağı hakkındaki iddiaları ve mağdur edildiğini ileri sürerek onayladı.
Bahsi geçen isimlerden Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve Zehra Taşkesenlioğlu'nun iddiaları yalanlayan açıklamalar yaptıklarını not düşelim.
Ayrıca "Şimdi biz bu Mine Tozlu Sineren'e neden güvenelim?" diyenler de oldu.
Şahsen ben de bunu düşündüm ve bazı iş insanlarına sordum, siyasi görüşleri itibariyle muhalefetin tam merkezinde duran kişilerdi hatta ve bana şu cevabı verdiler: “Borsada halen var görünen, ‘tahtada’ olan ama uyuyan, üretmeyen şirketlerin ele geçirilme safhası hiç temiz değildir. Bu ele geçirme faslı niteliği itibariyle ‘Valla ben mağdur yatırımcıları da kurtarmak için hareket ettim’ ifadesini tekzip edecek kadar sert ve ilginç önlemleri kapsar, bir kere sahte bilançolar düzenlenir vs. Çoğunlukla da amaç bu şirketleri alıp üretime katmak olmaz” cevabı aldım.
Ancak yangın sürerken, "Yanan evin sahibi de amaaan canım" denmez. Önce yangını söndürür, yaralıların durumuyla ilgilenirsin, sonra yangının neden/nasıl çıktığına bakarsın, kaza mı bilinçli mi diye incelersin.
İş yapmak isteyen kişilerin niyetinden, cemaziyel evvelinden daha önemli olan, devlet kurumlarının iş yapmak isteyenleri evire çevire soyduğu ile ilgili iddiaların kan dondurucu olması.
Olay patladıktan sonra Serkan Taranoğlu’nun sağlık gerekçelerini ileri sürerek istifa etmesi burada çok daha önemli bir ‘veri’dir. Sağlığı bozulmuş. Yerseniz.
Bürokrasinin hantallığından şikayet edilen dönemlerde işler yavaştı belki, ama bir zümre cumhurbaşkanlığı makamının ya da danışmanı oldukları siyasetçilerin yetkilerine yaslanarak bir değil yüzlerce milyon doların havada uçuştuğu avanta çiftliklerini bu kadar rahat işletmiyorlardı herhalde.
Yolsuzluk her zaman vardı ama bu kadar büyük rakamlarla, bu kadar sistemli değildi diye hatırlıyorum.
Bir şeylerin ucu yüzeye çıktığı zaman savcılar iyi kötü üzerine gider, hiç değilse ‘üzerine gidecekleri etkisi bırakarak’ caydırıcı bir rol oynarlardı sanki, ben mi yanılıyorum?
Şimdi iktidar medyasında bunlara ikinci 15 Temmuz, üçüncü 17-25 Aralık falan gibi yakıştırmalar yapılarak, "İddialar yalan bu ülkemizi hedef alan hain güçler tarafından yapılıyor” demeye getiriyorlar.
Yeni bir mağduriyet üretmeye ve bu arada merak eden, sorgulayan kişileri zan altında bırakmaya hazırlanıyorlar.
İnsan haliyle yahu millet artık buna kanar mı diye düşünüyor.
17-25 Aralık’ta ortaya saçılan iddialar inandırıcı gelmemişti çünkü Fetullahçılar sevilmiyordu. Daha önce de yazmıştım. Onların ahlaki açıdan üstünlük taslayan halleri de, arkadan dolaşan, sinsi davranan halleri sevilmiyordu. Ama en önemlisi halkın maddi durumu o zamanlar iyiydi, dolar 1,5 TL’ydi vs. İnsanlar sokak röportajlarında "Tapeler doğruysa bile inanmıyorum!” gibi cümleler kuruyorlardı. Bugün aynı atmosfer yok. O gün "Asla inanmıyorum" ya da "Bu hainlere karşı ne olursa olsun devletimi hükümetimi desteklerim" diyenler bugün aç. Çocuğunun okul parasına yetişemez haldeler.
Ancak iktidar tarafının en büyük avantajı AK Parti tabanındaki temiz ama kutuplaştırılmış insanların muhalefete ve muhalif basına güvenmemesi.
Sabahtan akşama kadar A Haber izleyen vatandaşın gözünde bütün muhalefet İslam düşmanı, yedi düvel Erdoğan’ı indirmek istiyor, dinini diyanetini milletini seven Cumhur İttifakı’na sahip çıkar, gerisi fasa fisodur hainliktir dönekliktir… Bu gotik masala inandırılmış vaziyetteler. Bazı ev kadınlarının bile trollük yaparak aile bütçesine katkı yaptığı haberleri doğru olsa da, bu haberlerin örttüğü bir gerçek var, o da şu: Cumhur İttifakı’na oy veren kitle çok geniş bir Anadolu coğrafyasına dağılıyor ve önemli bir kısmının sosyal medya hesabı yok. Haberle kurdukları tek ilişki %70’i iktidarın elinde olan kanallarda yayınlanan haberler.
Medyanın ele geçirilmesi için ödenen bedeller tam olarak bugünler için ödenmiş, belli. Bazı şeyleri anlamak ancak bugün gelinen noktadan geriye bakarak mümkün olabiliyor.
Ancak 'bugün hangi noktaya gelindiğini' anlamak, objektif bir gözle değerlendirip tavır almak, çok kaynaktan beslenerek; iddiaları, haberleri, analizleri internet sitelerinde arayıp bulmakla, süze süze okumakla, kenarda köşedeki birçok uzmanın, analistin YouTube kanalını izleyip sağlam bir vicdanda tartılmasıyla mümkün olabilecek bir iş. Bu da evini geçindirmeye çalışan ve giderek zorlaşan hayat şartlarıyla mücadele içinde vakit bulduğunda birkaç kanal arasında zapping yapan, üstüne üstlük hamaset bağımlısı haline getirilmiş insanların harcı değil.
Muhalif medya ise öfkeli ve rövanşist moderatörler, tek tip konuk kompozisyonu ve aralara serpiştirilen AK Parti’ye çok erken bir zaman diliminde karşı çıkmış ve dolayısıyla tabanla bağı yıllar önce kopmuş misafirleri arasına sıkışmış durumda.
Normal şartlarda etkili olması gereken başarılı yayınların bile "Sen bizim oğlan kendi kendimize çalar söyleriz" kapsamı dışına taşılamıyor.
Büyük anneannemin yani anneannemin annesinin "B.k içinde badem hanım" diye bir tabiri vardı. Sütü dibine tutmuş ve tenceresi yanmak üzere, evi örümcek ağı bağlamış, çocukları kirli çünkü günlerdir yıkanmamış, lavabolar tıkanmış ve taşmış, faturalar yatmadığı için su kesilmiş ama hala oturup dantelini örüp gergefini işleyen kadınlar için hatta bazen o tür pasaklı kadınların yüzüne söylerdi.
Milletçe o haldeyiz.
Lağım patlamış diz kapaklarımıza kadar çıkmış ama insanlar gündelik hay huy içinde büyük bir ciddiyetle "Patates daha ucuz olmalı"yı, "Gıda fiyatlarına fahiş zam yapanlar hükümet tarafından denetlenmeli"yi falan konuşuyor.
Hala delirmemiş olduğumuz için şanslı mıyız yoksa bu sadece ne kadar alıştığımıza mı işaret ediyor, hangisine daha fazla üzülmeli bilemiyorum.
*
30 Ağustos Zafer Bayramınız kutlu olsun.