Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisine dönerek "Benimle misiniz?" sorusunu sorduğu gün dakikalar içinde hem Ekrem İmamoğlu hem Mansur Yavaş’tan "Seninleyiz" mesajı geldi. Cuma günü akşamı ise, Meral Akşener başka bir yerde, Kemal Bey’in şahsına ne kadar kıymet verdiğini anlatıyordu.

        Doğal olarak şöyle düşünüldü, Kemal Bey’in sorusu cumhurbaşkanlığı adaylık yarışına îma yoluyla, beden diliyle dahil olan İmamoğlu’na ve İyi Parti ile Ümit Özdağ tarafından dahil edilen Mansur Yavaş’a ve CHP içinde kafasıu mu olsun bu mu olsun" lotosu tarafından sürekli bir o tarafa bir bu tarafa çekilen CHP’lilere yönelik bir soruydu. Soru CHP’nin altılı masaya teklif edeceği adayın kim olacağı konusunu netleştirmek, ve Kılıçdaroğlu’nun yaptığı hamleleri desteklemek için sorulmuş ve cevabı gelmişti. “Seninleyiz”.

        REKLAM

        Akşener’in aynı akşam yaptığı olumlu konuşma da bu tablonun olumlandığı şeklinde okunmuştu ki, Habertürk ekranına Fatih Altaylı’nın Teke Tek programına konuk olan Meral Hanım’ın sözleri ortada büyük bir yanlış anlaşılma olduğunu ortaya koydu.

        Meğer, İyi Parti Kılıçdaroğlu’nun kendi partisine sorduğu soruyu aslında altılı masayı sıkıştırmak olarak görmüş. Bundan hoşlanmamışlar. Akşener’in sözlerinden öyle anlaşılıyor. Özellikle de altılı masa noter değildir ifadesi oldukça adrese teslim.

        Ayrıca şunu da dedi Akşener:

        “İster Mansur Bey ister Ekrem Bey aday gösterilecekse biz varız, itirazımız yok dedim. Buradaki amaç şu; kazanmak. Dolayısıyla aday olurlar olmazlar, bu insanların aday olmasını istemek başka bir şey aday olmalarına dair bu insanlara dair bir tutumun olması başka bir şey, bu iki arkadaşımızdan bahsediyorum.”

        İyi Parti, Kemal Kılıçdaroğlu’nun gayet doğal olan adaylıkla ilgili talebini masaya bir baskı olarak okuyor ve bundan rahatsız oluyor. Ancak masayı kuran, "Birlikte yöneteceğiz" perspektifini ortaya koyan Kılıçdaroğlu’nun da sürekli olarak karşısına İmamoğlu ve Yavaş isimlerinin çıkarılmasından rahatsız olabileceğini hiç düşünmüyor.

        İçime doğan hissi söyleyeyim: Meral Hanım’ın, genel başkanı olarak partisi tarafından şerh düşmeye zorlandığını düşünüyorum.

        İyi Parti kurmayları kanımca Akşener’i “Cumhurbaşkanı adayı olmayacağım diyerek feragat ettiniz, o halde kimin cumhurbaşkanı olacağı konusunda en çok söz hakkı bizde olmalı” gibi, işin esası seçmeni pek de ilgilendirmeyen sert bir oyuna yönlendiriliyor. Sıkça karşımıza çıkan “Kraliçe olmayı reddetim, bu bir fedakarlıktı ve bu fedakarlık bana kralı tayin etme hakkı veriyor” alt metinli hamlelerin nedeni bu.

        REKLAM

        Mesele sadece ‘kazanacak aday’ bulma baskısı olsaydı anlaşılabilirdi. Ama "HDP ile muhatap olmaya zorlanamayız"dan , "İkisi yeni üç küçük parti ile -Saadet, Deva, Gelecek- aynı kefeye konmak", "Kılıçdaroğlu altılı masayı bağlayacak hareketler yapıyor"a varana kadar bir çok itiraz var. Sözgelimi önce ilan edilen ve iki gün önce iptal edildiğini öğrendiğim ABD gezisi bile kaynaklarıma göre İyi Parti’de ‘rahatsızlık’ sebebi olmuş.

        Neden?

        Çünkü efendim, bu hamleler masayı bağlarmış.

        Türkiye’nin ana muhalefet partisi genel başkanı Batılı sivil toplum örgütleri ile, gazetecilerle konuşmasın mı? Altılı masanın demokratik dönüşüm iradesi ve bunun bugünkü koşullarda Türkiye’de neye tekabül ettiği anlatılmasın mı?

        ÜMİT ÖZDAĞ FAKTÖRÜ

        Bütün bunlar Gürsel Tekin’in sar fettiği "HDP mecliste değil mi? Anayasaya göre meşru bir parti değil mi?” diye başlayıp sonu 'bakanlık'la ilgili bir ifadeye varan o cümlesiyle başlamış gibi görünüyor, ama değil. Tekin, orada o kadar da anlaşılamayacak, tolere edilemeyecek bir şey söylemedi.

        Bence İyi Parti’nin altlı masanın bacaklarını sallamasının ardında iki sebep var.

        1) Ümit Özdağ’ın “Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olur ve kazanırsa HDP’li belediyelere artık kayyum falan atanamaz, HDP çok güçlenir. Bunun sonucunda da o bölgelere yerleşmiş Suriyelilerle çatışma çıkar bu çatışmalar büyür” mealindeki felaket senaryosunun İyi Partililer tarafından satın alınması.

        Özdağ güya partiden ayrıldı ama fütursuz ve pervasız bir milliyetçilikle ve Cumhur İttifakı'nın ‘yol vermesiyle’ yaptığı proaktif siyaset hala İyi Partililerin kafasını karıştırmayı, dengesini bozmayı başarıyor.

        Öte yandan, elbette HDP’nin PKK ile arasındaki bağı hala güçlü bir biçimde reddetmemesi büyük bir handikap. Ne zaman bir yerde saldırı olsa, Demirtaş ya da diğer HDP’liler “Şiddetin her türü” adlı bir örgütü kınıyor, PKK’yı değil.

        REKLAM

        Bu durum maalesef HDP’nin algısının değişmesini engelliyor, engellemeye de devam edecek.

        "Ama efendim bu gerçekçi bir beklenti değil" mi diyeceksiniz?

        O zaman Mersin’deki saldırının müsebbibinin -tesadüfe bakın- daha önce CHP’nin tutuklu gazeteciler raporunda yer alan bir isim tarafından gerçekleştirilmiş olmasını ‘gerçekçi’ bulmak zorunda kalacaksınız.

        “ALTILI MASAYI BY PASS EDİN” LOBİSİ VE MARİFETLERİ

        Velhasılı evet, söz konusu durum HDP’nin yasal olmasına engel değil, hatta ben keşke altılı masada HDP de olsaydı diye yazmış biriyim. Ama eğri oturalım doğru konuşalım, mevcut tablo ve içinde bulunulan koşullar HDP’nin ‘normal’ bir parti gibi muamele görmesine engel oluyor. Ancak yine de bu durum, İyi Parti’nin terör meselesini dert eden sadece kendisiymiş gibi davranmasını açıklamıyor.

        2) Ancak zaten ‘HDP meselesi’ tek konu değil.

        İyi Partililer, tıpkı Akşener gibi Kılıçdaroğlu’nun da adaylıktan feragat edip, altılı masayı falan da boşverip iki parti liderinin kafa kafaya vererek Yavaş’ı veya hadi o olmadı İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olarak tayin etmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu eğilimin CHP’de de karşılığı var (İmamoğlucular ve Yavaşçılarda). Öyle olmasa zaten Kılıçdaroğlu başta helalleşme hamlesine "Yaa ne gerek vardı şimdi buna" diye mız mız ederek karşılık veren partililere ‘Benimle misiniz?!” diye sormak durumunda kalmazdı.

        Anlamadıkları, İmamoğlu’nun ya da Yavaş’ın böyle bir tarz-ı siyasetle işaretlenmeleri ve aday gösterilmeleri halinde ülkenin tamamının adayı olamayacakları.

        REKLAM

        O ihtimalde başka bir ittifakın daha olup, başka bir adayın/ya da adayların çıkacağı. Bunun da ilk turu, Cumhur İttifakı'na hediye etmek anlamına geleceği.

        Çünkü altılı masayı anlamlı kılan aslında aritmetik olarak fazla oy getirememiş olan ama varlıkları itibariyle masanın temsiliyet gücünü arttıran üç parti.

        Hem temsiliyet gücü kazandırıyorlar hem de olası bir iktidar değişiminde rüzgarın çok sert esmesini, keskin bir rövanşizme savrulmayı engelleme potansiyelleri itibariyle önemliler. Yıllardır AK Parti’ye oy verenlerin değişimden korkmalarını ve saçma sapan bir direnç içine girmelerini engelleme bağlamında ‘altın değerinde’ler.

        Biraz daha açalım: Yıllardır AK Parti’ye oy verenler için CHP zaten CHP. “Kılıçdaroğlu iyi bir şeyler yapmaya çalışıyor ama o parti ile ve tabanı ile mümkün değil”. Söylenen hep bu. CHP değişmek isteyen ama ne yöne değişeceğini kestiremeyen, rövanşist ve toplumla barışmayı gururuna yediremeyen parti algısını hala aşamadı.

        İyi Parti ise Meral Hanım’a rağmen seküler milliyetçi olarak görülüyor.

        Bugün dindar Kürtler ve şehirli dindar ve muhafazakarlar dönüp muhalefete kulak kabartıyor ve son sallanışa kadar "Alternatif olabilir mi?" sorusunu samimiyetle soruyordu ise nedeni ‘altılı masa’. O masanın çoğulcu yapısı. Saadet’in, Deva’nın, Gelecek’in orada olması.

        Altılı masayı by pass etmek ve iki genel başkan oturalım aday belirleyelim demek, İyi Parti’ye danışmanlık yapan ya da çeşitli kanallardan oraya tesir eden kimi akıldanelerin kariyer hesaplarına uygun düşebilir. Ya da CHP’deki "Küçük olsun bizim olsun" alışkanlığının müdavimlerine tatlı görünebilir.

        REKLAM

        Ama hiçbir gerçekliği yok, başarı şansı yok.

        ALTILI MASA BY PASS EDİLİRSE…

        Çünkü altılı masa by pass edilirse ya da sürekli bacaklarına ateş edilir ve kopmalar olursa çok açık ki Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Temel Karamollaoğlu yahut Abdullah Gül, hepsi ayrı ayrı ya da başka bir ittifak daha kurularak en az biri kesin surette aday olur.

        Böyle bir tablo ortaya çıkınca belli olmaz, koşullar değişti diyerek bakarsınız Akşener de aday olur.

        “Birlikte yöneteceğiz” perspektifinin, aylarca süren çabanın, kayıkçı kavgası uğruna heba edilmesi ihtimalinde ise; bu şartlarda bile bir araya gelemeyen muhalefet partilerinin toplumdaki algısının yüzbinlerce kişinin sandığa gitmemesine sebep olacağını öngörmek hiç de zor değil.

        Her şey bir yana, böylesi bir aday enflasyonu ikliminde en iyi olasılıkta seçim ikinci tura kalır.

        İkinci tura kalınca da o seçimin başına her türlü, her şey gelir.

        Mevcut rejime ideolojiden ya da banka hesabından bağlı olan ne kadar unsur varsa kâh tezgahla, manipülasyon ve propaganda gücüyle kâh kaba kuvvetle halkı yıldırır ve statükonun devamından yana oy kullanmaya ikna ederler.

        Zaten bakın, Cumhur İttifakı seçim kampanyasını çoktan başlattı.

        Altılı masadaki partiler de artık iç çelişkilerinin peşine bu kadar iştahla düşmeyi bırakmalı ve Türk Tipi Başkanlık modelinin demokrasiyi nasıl bitirdiği ve demokrasi yoksunluğu ile ekonomik çöküş arasındaki bağlantıyı kurup, halkın güçlendirilmiş parlementer modele müşteri olmasını sağlamaya odaklanmalı.

        REKLAM

        Daha bu bile yapılabilmiş değil.

        Ama ne hazindir ki, uzun ihtiyaç listesi öylece dururken, sırf mümkün oldu, kolay kuruldu diye kıymeti bilinmeyen masanın ayakları sökülmeye çalışılıyor. Sebep de, seçmen olarak bu ülkenin vatandaşlarını hiç ilgilendirmeyen partilerin ve parti çevrelerinin ego meseleleri.

        İngilizlerin “Too good to be true” diye güzel bir lafı vardır.

        “Gerçek olmak için fazla iyi.”

        Ben de altılı masa acaba bu ülkenin başına gelemeyecek kadar, bu ülkenin haketmediği kadar iyi bir şey miydi, bunlar o yüzden mi oluyor diye düşünmeye başladım.

        Diğer Yazılar