Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Mübarek Ramazan ayı geldi, ama insanlarda ne Ramazan neşesi var ne bu kutlu ayın hikmetini müdrik bir hal.

Oruç tutmak hala çok güzel, tutabiliyorken yapmak çok değerli. Biliyorsunuz bu ibadet namaz kılmak gibi, zikir çekmek gibi, tesettüre girmek gibi vâki olana dek yapılabilecek bir ibadet değil. Ağır şeker hastası olursanız az az sık sık yemeniz gerektiğinden tutamıyorsunuz, böbrek yetmezliğine yakalanırsanız sık sık su içmeniz gerekiyor tutamıyorsunuz. Günde üç kez saatine dikkat edilerek alınan ilaçlarla yaşamanız gereken bir yaşlılık hastalığına yakalanırsanız, tutamıyorsunuz. Velhasılı çok yaşlandığınızda tutamıyorsunuz.

Oruç tutabiliyorsanız bu sıhhatli olduğunuz anlamına geliyor. Bu anlamda oruç tutabilmek Hak’tan gelen bir ikram. Oruç aynı zamanda sıhhate dair bir emare ve her iftar bir teşekkür.

Bir zamanlar bu ikramı taçlandırmak ve beraberce teşekkür edebilmek için güzel sofralar kurulur, ibadetin neşesi eşle dostla aile büyükleri ile güzelce paylaşılırdı. Güçlü sofralar hazırlanırdı. Su için ayrı, Ramazan’ın gediklisi Demirhindi şerbeti için ayrı, çay için ayrı bardak konulurdu. Mebrun ya da Medjoul hurma ve su ile açılan oruç, tercihen mercimek çorbası ile devam eder, çorba önceden hazırlanmış baharatlı kıtır ekmek yani kruton ile servis edilirdi. Çorba sonunda sigaralar yakılır, isteyene bir bardak çay ikram edilirdi, az demlenilir ve çayla beraber iftariyeliklerin olmazsa olmazı pastırma, tulum peyniri, ceviz ve Ramazan pidesine sürmek için kaymak ve bala sıra gelirdi. Sofrada barbunya, yaprak sarması, taze fasulye olmadı közlenmiş patlıcan salatası gibi zeytinyağlılardan biri ya da ikisi bulunur, ama genelde ihmal edilir, ama sahurda mutlaka işe yararlardı. Bazen bu safhada kalkıp akşam namazı kılınır sonra ana yemek için tekrar oturulurdu. Nedense tam bir Ramazan yemeği olan hünkar beğendi mübarek ayda birkaç kez yapılırdı. Patates püresi, biftek ve pirinç pilavı da fena olmaz, bifteğin yeri sık sık kuru köfte ile ikame olur, pürenin yerini ise patates ve biber kızartması alır, pilav daimi yerini korurdu. Ve yine nedense ana yemek kolaylaştırıcısı için çoban ya da mevsim salatası değil cacık tercih edilirdi. İftar seremonisi güllaç, künefe, şekerpare veya baklava ile son bulur, tekrar çay faslı başlar isteyene kahve yapılırdı. Teravih vakti gelir, erkekler teravihe gider kadınlar onlarca minnak orta ve büyük tabağın bulunduğu sofradan geride kalanları toplamaya koyulurdu.

Bir zamanlar dediysem şunun şurasında beş yıl öncesini falan anlatıyorum.

Resmen beş yıl öncesi ile nostalji yaşıyoruz.

İstanbul depremi olursa artık bir zamanlar ısınırdık, başımızın üstünde tavan vardı, tavandan avize sarkardı diye nostalji yapacağız. Onu da biliyoruz ama insan böyle bir varlık. Şimdi Ramazan ve zihin aşina olduğu eski Ramazan’lara gidiyor.

Eski derken tekrar hatırlatayım, çok eskilere değil, dört-beş yıl öncesinin kalabalık iftar sofralarına.

Kalabalıklar tükendi artık. Araya kutuplaşmalar, tartışmalar girdi. Sayılar azaldı.

Ama Ramazan sofralarında arkadaş ağırlamayı engelleyen asıl faktör siyaset değil. Fiyatlar.

Üç kişilik bir ailenin üç kişi daha çağırarak -bakın 8 ya da 10 değil üç, rakamla 3 toplam altı kişi için- hazırlayacağı bir iftar sofrası bugün kaça mal oluyor biliyor musunuz?

Üşenmedim hesapladım.

Tereyağı, soğan, un, salça, süt, tuz gibi harç malzemelerini ve pideyi dahil etmedim ve sadece bir çeşit zeytinyağlı ile birlikte ana yemek olarak iki kilo sotelik etin, tatlı olarak -tek çeşit olacağından- bir buçuk kilo baklavanın tercih edildiği bir sofrayı varsaydım. Malzemelerin daha kaliteli ama daha pahalı ürün satan mahalle kasabı, manavından değil zincir marketlerden alınması ihtimalinde dahi, tutar tam olarak 2 bin 376 TL. Bu rakama misafirleri kirli bir eve çağıramayacağınızı, yemek yapmakla uğraşacağınız için temizliğe vakit kalmayacağını varsayarak ödeyeceğiniz temizlik yardımcısı hanım ücretini de eklediğinizde -ki o rakam artık 600 TL- rakam 2 bin 976’ya çıkıyor. Siz buna 3 bin TL deyin. Şu an aklıma gelmeyen gider kalemleri ile birlikte bu rakam daha da yükseğe tırmanacaktır zaten.

Dindar orta sınıf çekirdek ailenin "sadece" üç kişiyi, anne baba kardeş gibi yakın aile üyelerini ya da dostlarını "sadece" bir akşam iftara çağırmasının maliyeti 3 bin TL.

Ki Ramazan bu. Normalde asla tek iftarla bitmez.

Kafayı uçurdunuz ve "bereketi yukarıdan gelir" diye, seremoniyi normal adaba uygun olsun diye birkaç kez tekrarladınız diyelim. 4 kez iftar verseniz maliyet 12 bin TL oluyor.

Bu rakama "biz hamdolsun yiyip içtik ama deprem bölgesindeki vatandaşlarımız, din kardeşlerimiz de oruçlu, onları unutmak mevzu bahis olamaz" diyerek, yardım kuruluşlarına yapacağınız ya da zaten yapıp da zekat ve fitreleri de ekleyerek artırdığınız yardımları, dini inancınız gereği yapmak zorunda olduğunuz bağışları da ilave edin.

Ortaya çıkan rakamı ödemek için bankadan kredi çekmek zorunda kalır, Ramazan ayının mübarek muhtevasıyla epey çelişki içine girersiniz. Zira kredi demek faiz demek. "Banka kredisi alıp faiziyle fitre versem kabul olur mu” diye Nihat Hatipoğlu’na soru yazdırmaktır bunun sonu. Hoş değil.

Tablo sahiden öfkelendiriyor.

Ramazan ayı bereket ayı, sabır ayı, verme ve verdiğinin arkasından söylenmeme ayı diyor susuyorsunuz doğal olarak.

Siz susuyorsunuz ama Beştepe adına ortalığa tehdit gibi kavramsallaştırmalar yapanlar susmuyor. "Bu adam size Ayasofya’yı verdi, başörtüsünü verdi, nankörler sizi” gibi abuk subuk cümlelerle, sizin dindarlığınızı size karşı koz olarak kullanmaya yeltenenlerin, mütedeyyin sosyolojiyi kendisini o sosyolojinin sahibi olarak addedenler adına esir almaya çalıştıklarını görüyorsunuz bir de. Lahavle.

Siz susuyorsunuz ama bakıyorsunuz muhalefet de artık ekonomiyi konuşmayı bırakmış. Sanki ekonomide işler yoluna girmiş gibi bir tablo oluşmasına izin veriliyor.

Varsa yoksa Muharrem İnce.

Oysa toplumun en yakıcı sorunu hala ekonomi.

Kasdi olarak kontrolsüz bırakılan fiyatlar.

“Bırakalım seçime kadar yapabilen yapsın indra gandisini” stili öyle bir denetimsizlik var ki, alış veriş sitelerinde aynı ürünü dört ayrı fiyatla yan yana görebiliyor, fiyatlar arasındaki makasa bakıp hayrete düşüyorsunuz.

Alt sınıfı iyice aşağıya itilmiş, sosyal yardım ve "dış güçler" söyleminin bağımlısı haline getirildiği, başına geleni Almanya’nın falan yaptığını zannettiği için elinde kalan son imkana; sosyal yardıma aşırı minnet duyan, böylece iktidara daha da bağlanan, hakları için itiraz ettiğinizde de çıkar telefonunu diye öfkelenen, neyin ne olduğunu anlayanların ise kapısını kapatıp evde için için ağladığı bir ülkeyiz bugün.

Yoksullaştırılan orta sınıfı ise aslında az önce anlattım. Onlar da şu an, beş yıl önce kurabildikleri sofraların yanından bile geçemiyor ve bu ay kimseyi iftara çağıramıyor olmalarına “influenza olmuşum, hastayım” “Bu yıl nedense hiç keyfim yok” gibi bahaneler geliştirmeye çalışıyorlar. Çünkü “Arkadaş artık ben de fakirim” demek, en çok orta sınıf için zor.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar