Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bundan 20 yıl önce Marsilya’da bir duvara asılı dev bir posterin önünde insanlar toplanmış, tepeden onlara bakan adamın önünde adeta ibadet ediyorlardı. Yıllar öncesinde bir dergi sayfaları arasından aklımda kalmış fotoğraf 1998 yılında Fransa’nın ruh halini anlatıyordu aslında. Zinedine Zidane o sene sadece bir futbolcu değil, dünyanın en bilinen Fransız vatandaşıydı. Dünya Kupası’nı ilk kez ülkesine getiren Fransa Milli Takımı “Les Bleus”u sırtlamış, sureti Paris’in ortasındakiArc de Triomphe’u aydınlatmıştı.

        Şimdi bu unvan 19 yaşındaki Kylian Mbappé’ye ait.

        Paris’in Bondy banliyösündeki aşırı kalabalık toplu konutlarda yaşayıp, her köşe başında polisin beklediği beton caddelerde duvarlara vurarak top koşturan göçmen gençlerden biriydi. Artık dünyanın en değerli futbolcularından olmasının yanı sıra Mbappé’nin başarısı ırkçılığın, yabancı düşmanlığının ve İslamofobi’nin “liberté, égalité, fraternité” milli sloganının yerini almaya başladığı Fransa’da daha da anlamlı.

        SAĞCILAR MİLLİ TAKIMI HİÇ SEVMEDİ

        1998 yılında Jean-Marie Le Pen Fransız Milli Takımı’nı yeteri kadar Fransız olmamakla itham ediyordu. Kurduğu ırkçı parti henüz bir tehlike ihtimaliydi sadece. Henüz 11 Eylül yaşanmamış, “tarihin sonunun” geldiği teorisi kabul görmüş, ırkçılığın ve milliyetçiliğin İkinci Dünya Savaşı’nda atlatılan bir çocukluk hastalığı olduğu düşünülüyordu. Zidane ise Einstein’in tabiriyle “beyinlerdeki kızamık”a vurulacak bir aşıydı.

        2018’de babasının memnuniyetsizliğinin bayraktarlığı kızı Marine Le Pen yapıyor. Günümüz dünyasında faşizm sadece uzak bir ihtimal, yükselen bir dalga, hatta hayatın bir gerçeği. Sınırların kalkması, göç, dünyanın birkaç ülkeden ibaret olmadığı gerçeği azımsanmayacak bir karşıt nefret dalgasını da yarattı.

        Günümüz dünyasında duvarlar yeniden örülüyor.

        Fransız Milli Takımı’nda Rusya’ya götürülen kadrodaki 23 oyuncudan 12’si Afrika kökenli. Marine Le Pen’lere rağmen Fransa’ya Dünya Kupası’nı o Afrikalı göçmenler getirdi.

        Turnuvanın başında Afrika kıtasından beş ülkenin temsil edilmesine rağmen “Les Bleus” da altıncı takım olarak sayılıyordu. Senegal ve Nijerya’nın elenmesinden sonra tek Afrika takımının Fransa olduğu yorumlarıyapıldı.

        FAŞİZME KARŞI KAZANILAN KUPA

        Fransa Futbol Federasyonu 2014’ten beri Milli Takım gol attığında stadyumlarda çalınan Fildişi Sahilleri’nden Magic System’in "Magic in the Air" şarkısını bu sene takımın resmi şarkısı seçti.

        Dünya Kupası esnasında Fransa maç kazanınca Instagram hesabında Kimpembetakım arkadaşlarıyla birlikte Kongolu DJ Marechal’in “Seka Seka” şarkısıyla uçakta galibiyeti kutladı.

        Dünya Kupası’nı Fransa’nın kazanmasına haklı olarak en çok sevinenlerden biri de Cumhurbaşkanı Macron’du. Sadece temsil ettiği ülkesinin zaferi değil, aynı zamanda yükselen faşizme karşı da kazanıldı çünkü bu kupa. Macron, seçilmesinde banliyölerde yetişen, bir önceki Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin “racaille” (haydut) diye aşağıladığı Mbappé gibi göçmenlerin etkisinin de farkında.

        Futbol asla sadece futbol değil, artık beynimize kazındı. Ama tek başına bir kupanın da Fransa gibi eski bir imparatorluğun kirli geçmişini temize çekmesini beklemek de iyimserlik olur. Bu zafer kuşkusuz Fransa’nın tarihi günahlarını örtmüyor.

        Tam da bu yüzden yarı Ganalı yarı Nijeryalı yazar Karen Attiah Fransa’ya “Dünya Kupası’ndaki son Afrika takımı” demenin sorunlu olduğunu vurguluyor.

        FRANSA’NIN KİRLİ TARİHİ

        Cezayir’de 132 yıl süren vahşi ve kanlı sömürgeciliğin izleri eski kuşak tarafından hala unutulmadığı için ülkede Les Bleus’u destekleyenler ancak tarihten bihaber gençler. Dahası, Fransa bugün hala geçmiş sömürgelerine parasal baskı uygulamayı sürdürüyor—12’si eski sömürge 14 Afrika ülkesinin para birimi hala CFA frank ve Fransa hazinesine bağımlı. Bu ülkeler aynı zamanda dünyanın en fakirleri.

        Kupa tek başına bir şey ifade etmiyor, evet. Ama işte o kupaya sevinen Macron aynı zamanda yakın zamanda Fransa’nın tarihi haksızlıklarını kabul etti, aşırı sağdan tepki toplamak pahasına. Fransa’nın Cezayir’de insanlık suçları işlediğini itiraf eden, sömürgecilik yıllarında çalınan eserleri iade etme taahhüdünde bulunan da yine oydu.

        Zidane’dan sonra dünya daha iyiye gitmedi, ama işte Mbappé yine de bir umut.

        ***

        HANGİ FUTBOLCU NERELİ?

        Defansta Samuel Umtiti aslen Kamerun, Adil Rami ise Fas kökenli.

        Senegal’i Benjamin Mendy, Mali’yi Djibril Sidibé temsil ediyor.

        Presnel Kimpembe’nin babası Kongolu. Kaleyi yine Kongo kökenli Steve Mandanda koruyor.

        Orta sahanın beyni Paul Pogba’nın ailesi Gine’den… Balise Matuidi’nin babası Andola, annesi Kongolu. Bir başka Kongo kökenli oyuncu ise Steven N’Zonzi.

        Ousmane Dembélé’nin soyacağı Senegal ve Moritanya’ya uzanıyor.

        Nabil Fekir’in anne-babası Cezayir diasporasından, N’Golo Kante’ninkiler ise Malili.

        Ve tabii hepsi Fransız.

        ***

        19 YAŞINDA SİZ NE YAPIYORDUNUZ?

        Fransa’yı sırtlayan Mbappé’den yola çıkarak dün Twitter’da sordum: Siz 19 yaşında ne yapıyordunuz?

        Walter Benjamin “Tıpkı barfikste büyük dönüşüş yapmaya çalışan jimnastikçi gibi her çocuk er ya da geç kendi payına düşecek kaderi belirleyen talih çarkını kendisi için çevirir” yazmıştı. “Çünkü yalnız 15’indeyken bildiğimiz ya da yaptığımız şey bizi cezbedecektir. Dolayısıyla hiçbir zaman telafi edemeyeceğimiz bir şey vardır: 15’imizden evden kaçmamış olmak. Sonradan anlarız: Sokakta geçirilen 48 saat, tıpkı alkalik çözeltide olduğu gibi mutluluğun kristalini yaratır.”

        Benjamin’in sanırım Pasajlar’ında bu bölümü okuduğumda 15’imden epey yol almış, o fırsatı kaçırmıştım.

        DünMbappé’yi izlerken “19’unda Dünya Kupası’nı kazanmamış olmak insanın asla telafi edemeyeceği bir şeydir” diye düşündüm.

        Gençliğin gençlerin elinde heba olduğu klişesi vardır ya, Mbappé hepimizi ters köşeye yatırdı. Dahası, başarı çıtasının yaşını iyice düşürdü. Halbuki Orson Welles bile hala dünyanın yapılmış en iyi filmi olduğu kabul edilen “Citizen Kane”i yönettiğinde 25 yaşındaydı.

        ASLA TATMİN OLAMIYORUM

        Peki 19’unda Dünya Kupası’nı kazanan biri bundan sonraki hayatında ne yapar, artık hayat onu nasıl tatmin eder, geriye ne kalır?

        Hafızam iyice bulanıklaştı ama ben 19’umda bir yandan okuyor, bir yandan “32.Gün”de çalışıyor ve bitmek bilmez bir enerjiyle yazıyordum. Her fırsatta, yayımlansın ya da yayımlanmasın sürekli kendimce üretiyordum. Makaleler, söyleşiler, kısa öyküler, hatta roman taslakları… İlk yazılarım yayımlanmaya başlamış, Birikim’de imzam çıkınca bunun ulaşılabilecek en büyük mertebe olduğunu düşünüyordum o kafamla…

        Bugün ne eski heyecanım, ne eski enerjim var… 19’umu boşa harcadığımı sanmıyorum, ama Dünya Kupası’nı da kazanmadım. Ve 22 yaşındaki Mick Jagger gibi deniyorum, deniyorum, ama asla tatmin olamıyorum.

        Diğer Yazılar