Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Abartmıyorum, 20 yıldan fazla olmuştur bir Işıl Özgentürk yazısı okuyalı. Pepsi’nin bir reklam kampanyasını Ayşe Arman’ın yaptığı bir söyleşi üzerinden eleştiren bir yazım çıkmıştı Radikal İki’de. Yazdığım en harika yazı değildi kuşkusuz, hatta normal şartlarda unuturdum da. Ama yayımlandıktan bir hafta sonra Cumhuriyet’in arka sayfasında Işıl Özgentürk’ün aynı konuda, benim yazımın ana fikrini aynen kullandığı, yer yer cümlelerin de benzeştiği bir yazısı çıkmıştı.

        O yıllarda mesleğe yeni başlamış, dergi ve gazetelerde yeni yeni yazıları yayımlanan genç bir gazeteciydim. İmzam bilinmiyordu, henüz “kulübe” girmemiştim, dolayısıyla kültür-sanat ve medya dünyasında kontrolü elinden tutanlar tarafından görmezden gelinmem oyununun bir parçasıydı. Bana Türkiye’deki entelijansiya için de erken bir ders olmuştu: Görmezden gelebildikleri sürece görmezden gelecekler, başkasının emeğini hiç çekinmeden kendilerine mal edebileceklerdi.

        90’ların ortasından 2000’lerin başına kadar Radikal İki’nin bütün medyaya tepeden bakan, kendini diğerlerinden üstün gören -haksız da diyemeyeceğim- bir tavrı vardı. Başka yazarlarla polemiklere girdiği çok nadir görülen, kendisini açıklama gereği duymayan, medyanın geri kalanından daha üstün olduğunu bilen ve bunu göstermekten çekinmeyen bir yayın organıydı.

        REKLAM

        Editörüm yazıyı gösterdiğinde “E ne yapacağız?” diye sormuştum.

        “Hiçbir şey tabii ki,” yanıtını vermişti.

        Görevimiz oturup işimize bakmaktı, nitekim ben de öyle yaptım ve üzerinden yıllar geçti. Ama bende de fil hafızası var, ne yapayım.

        LİNÇ ETTİĞİN KİŞİYİ TANI

        Geçen hafta sosyal medyada Işıl Özgentürk iptal edilmeye çalışılırken de en ilkel duygularımla “nehir kenarı” hislerine kapıldım önce. Yeteri kadar bekleyince bütün düşmanlar önümüzden teker teker geçiyor ya. Ama bu gibi ilkel düşüncelere karşı en kuvvetli ilaç biraz geriye çekilmek, herhangi bir tartışmayı şahsilikten uzak değerlendirmek. .

        Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ün, t24’te de Tuğrul Eryılmaz’ın -o Radikal İki’nin yayın yönetmeni- konuyla ilgili yazılarını okudum. Aynı mahallenin birbirine zıt iki ucu Özgentürk’e yönelik linç kampanyasına isyan ediyordu. “İptal edeceğiniz insanı önce bir tanıyın,” diyen Özkök onun siyasi mücadelelerle dolu geçmişini hatırlatıyor, Eryılmaz da konunun basit bir editör müdahalesiyle yazı yayımlanmadan halledilebileceğini söylüyordu.

        Sonuçta ne yazı kıyameti kopartacak kadar vahim, ne de Özgentürk bir kalemde silinecek kadar önemsiz. Oysa Türkiye son yıllarda çok kolay insan harcamaya başladı; geçen hafta piyango Işıl Özgentürk’e vurdu, önümüzdeki hafta yine bir başkası hedefe konulacak. Bu bir alışkanlık oldu. Tribünlerden kolay alkış almak isteyenler de alelacele bu kınama/linç dalgasının peşine takılıyor, koro da böyle genişliyor.

        REKLAM

        Sosyal medyanın tetiklediği bu linç hevesi bugün Batı’daki düşünce hayatını da etkisi altına alan “cancel culture”dan bağımsız değil. Artık kişinin geçmişinde yaptığı en ufak bir gaf, bir hata, bir konuda yanlış düşünmesi günümüzde aleyhinde kullanılabilecek bir malzemeye dönüşüyor. Birkaç sene önce Barack Obama gençleri bu tehlikeli dalgaya karşı uyarmıştı, geçtiğimiz aylarda Donald Trump da şikayet etmeye başladı “cancel culture”dan. İptaller sağlı sollu geliyor çünkü.

        ABD gibi ifade özgürlüğünün neredeyse sınırsız olduğu bir ülkede bile iptal kültürü yüzünden yeni, çığır açıcı, ezber bozan, tartışmalı yeni fikirler doğmaz oldu. Amerikan düşünce hayatı bu yüzden de çoktandır krizde.

        İptal edilmeye uygun bir cümle kuracağım: Batı’da yakın zamana kadar sadece Yahudiler aleyhinde konuşanlar anında iptal edilirdi, Mel Gibson ve John Galliano gibi. Şimdi ağ genişledi, rencide olanlar çoğaldı.

        Türkiye’de “iptal kültürü” sahte duyarlıklarda ortaya çıkıyor. 90’larda Güner Ümit’i iptal eden Türkiye sanki Alevilik konusunda çok adım attı, kültür ilerledi, önyargılar ve Alevifobi ortadan kalktı. Oysa Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermemeye yeminli insanlar var hala. Batman’a -şehre, süper kahramana değil- yönelik genellemeler dolu bir yazıya yönelik tepkilere bakıldığında da insan zanneder ki Türkiye kendi iç meselelerini aşmış, Güneydoğu’nun sistematik bir şekilde ezilmesi ortadan kalkmış.

        SONUÇ OTOSANSÜR

        Bugün ben de dahil olmak üzere bütün yazarlar cümlelerini “Başka bir yere çekilir mi, aleyhimizde kullanılır mı?” çekincesiyle kaleme alıyor. Çünkü linç edenlerin en büyük özellikleri cümleleri veya kelimeleri cımbızla ayırıp bağlamından koparmaları, bütününe bakmamaları, okumamaları. Henüz hiçbirimiz bu cehalet terörizmiyle nasıl savaşacağımızı öğrenemedik. Son yıllarda yazılarımın üzerinde daha fazla uğraşırken, daha fazla düzeltme yaparken buluyorum kendimi. Bazen insan korktuğundan ya da çekindiğinden değil, bıktığı ve uğraşmaya değer bulmadığı için pes ediyor.

        İptal kültürü belli bir yere gelmiş, adı bilinen, konumu sağlam kişileri çok fazla etkilemiyor. Özkök yıllardır Ahmet Kaya meselesinden iptal edilmeye çalışılıyor mesela, ama tutmuyor. Zaten Türkiye’de iki kutup o kadar fanatikleşti ki, birinin körü körüne iptal etmeye çalıştığına karşı taraf körü körüne sahip çıkıyor. Mine G. Kırıkkanat iyi bir örnek.

        Ancak asıl tehlike daha genç insanların, mesleğinin başındaki kişilerin serüvenlerinin başında otosansürü benimsemeleri. Bir diğer tehlike de linçin hedefindekilerin zaman zaman hoşumuza gitmesi, iptal edilmelerinden dolayı içimizin yağlarının erimesi ve sessiz kalmamız. Sessizliğimiz tek sesli, tek renkli, tek boyutlu bir dünyaya onay vermektir oysa.

        Diğer Yazılar