Mülteciler, yeniden
Türkiye’yi ziyaret eden Amerikalı arkadaşım hemen her girdiği ortamda mülteciler konusunun açıldığını, benim de masadaki diğer insanlar gibi bu sorunu mesele ettiğimi, acilen önüne geçilmesi gerektiğini söylediğimi duyunca tereddüt etti. Göçmen toplumu ABD’den gelen birinin bir başka göçmen toplumu olan Türkiye’deki mülteci konusunu “yabancı düşmanlığı” olarak anlaması doğal. “Senin daha önce hiç rastlamadığım aşırı sağcı yönünü gördüm,” diye bana itiraz etti, ben de sarsıldım. Oysa Amerika’da “bok çukuru” ülkelerden göçmenleri istemeyen, güney sınırına duvar örülmesini isteyen Trump aşığı aşırı sağ hezeyanlarla Türkiye’deki mülteci hassasiyetini aynı kefeye koymak zor. Ama gel de bunu bir Amerikalıya anlat. Ben de denedim.
“Beyaz insanların çoğunluğunun siyah olduğu bir ülkeyi yavaş yavaş ele geçirmeye başladığını düşün,” diye söze girdim. “Zamanla bu beyaz azınlığın toplum nüfusunun yüzde 10’una eşit gelmeye başladığını, bir süre sonra da o ülke vatandaşlarının hayat tarzına karışmaya başladıklarını varsay. Siyahlara ‘Saçınız böyle olmamalı, bu kıyafetleri giymemelisiniz, bu dansları yapmamalısınız, bu insanlarla evlenmemelisiniz, daha çok bize benzemelisiniz,’ dediklerini hayal et. Türkiye’de yaşanan bu.” Buna ek olarak sığınılan ülkenin mültecilere bakacak hiçbir imkanı olmadığını, kasanın tam takır olduğunu da unutmayalım.
“Evet anlıyorum,” dedi. Belki kibarlıktan.
Benden daha liberal bir arkadaşım da aynı argümanları ortaya koyunca ikna oldu.
Mesele yaşam tarzı.
KENDİ KÜLTÜRLERİNİ DAYATIYORLAR
Türkiye son 20 yıldır laik-İslamcı çatışmasının gölgesinde yaşam tarzını tartıştı. Ancak bu kadar sürede kıyılar biraz daha özgürleşti, muhafazalar daha da muhafazakarlaştı en fazla. O da görünürde; araştırmalar muhafazakar iktidarda muhafazakarlığın, inanan oranının azaldığını ortaya koyuyor. Türkiye’yi muhafazakarlaştırma projesi tutmadı. Tutmadığını kendi gözlerimle de görüyorum: 10 yıldır yurtdışında yaşıyorum, bu ülkeyi bıraktığımda dudak dudağa öpüşen çiftler görmezdim, şimdi aşıkların birbirlerini sokakta “French” öptüğünü görüyorum sokaklarda bir turist gibi dolaşırken. İstanbul metrosunda erkek aşıklar el ele geziyor. Bir kadın sporcu sevdiği kadını duyurmaktan çekinmiyor, sosyal medyada kim ne havlarsa havlasın. Bunlar iyi gelişmeler.
Oysa şimdi Türkiye’de ilk kez gerçek bir yaşam tarzı tartışması yaşanıyor. Büyük bir yüce gönüllülükle kapılarımızı açtığımız mülteciler Türkiye toplumunun kendine özgü dengelerinin, yıllar içinde oluşturulmuş hayatının bir parçası olmayı reddedip kendi gerici hayat tarzlarını dikte etmeye çalışıyorlar. Gelip bizimle yaşamaları değil sorun, gelip bize karışmaları ve bizi değiştirmeye çalışmaları problemli.
Bu mesele önümüzdeki yıllarda artarak devam edecek. Afganistan’dan kaçan insanların görüntülerini bütün dünya izledi; bu insanların bir kısmı bizim kucağımıza düştü. Türkiye bu kaçan insanlarla bizzat uğraşmak zorunda kalacak. Kendi topraklarımızda, örneğin, Afganistan’ın bir bölümünde epey yaygın olan çarpık bir kültürü barındıracak durumumuz var mı?
“Bachi bazi” kelimenin tam anlamıyla “oğlan oyunu” demek. Kadınları eve hapseden, dans etmelerine izin vermeyen bu çarpık kültürde anne-babalarından satın alınan erkek çocukları tecavüzle erkenden yüzleşiyor, hayatları boyunca bu sömürünün etkisinden kutulamıyor.
“Bachi bazi” bütün dünyaca bilinen bir Afganistan çarpıklığı. Aynı zamanda bütün dünyanın göz yumduğu bir sapkınlık. Birkaç sene önce New York Times yaptığı haberde bu suça karşı çıkan Amerikan askerlerinin uyarıldığını, Amerikan ordusunun komutanlarının görevlerinin Afganistan’daki çocuk istismarını durdurmak olmadığını yazdı. Hatta müdahale eden, engellemek isteyen, çocukların bizzat ırzına geçildiğini gören ve durdurmak isteyen askerler bizim-işimiz-değil diye cezalandırıldı.
MUHALEFETİN ÇARESİZLİĞİ
Batı girdiği ülkelerde sadece işine geldiği konulara karışıyor. Türkiye’de de mülteciler konusunda kelle başı para verse bile bu gelen insanların yaratacağı toplumsal tehdit konusunda hiç oralı olmayacak. Şimdiden Suriyeli ve Afgan mülteciler Anadolu’daki bilgisiz halka kendilerince “İslam bu,” diye Türk toplumunun özünde olmayan bir muhafazakarlık dayatıyor. Saf halkımızın bir kısmı da bunlar Kur’an’ı orijinal dilinden okuyor diye inanıyor. Bir sonraki aşama “Bachi bazi” mi olacak? Elbette bütün Afganların sapık olmadığını biliyorum, belki Türkiye’ye gelenlerin hiçbiri bu sapıklığı onaylamıyor. Söylemek istediğim farklı göçmen gruplarının farklı gelenek ve kültürlerden geldiği, bütün ülkelerde bunun bir uyum sorunu yarattığı. Dahası, Türkiye devleti bu insanları Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası yapmak, sistemin içine dahil etmek çabasında da gözükmüyor. Dışarıda tutulan öteki bir azınlık grubu olarak kalacaklarsa bunun sonu, telaffuz dahi etmek istemiyorum ama, çatışmaya kadar varır.
Meral Akşener mülteciler konusunu ağzına dahi almak istemiyor, çünkü nereden aklına estiyse, hangi liberal onu ikna ettiyse, bu konuda hoşgörülü davranarak Amerika ve AB’nin sempatisini kazanacağını, bu sayede ABD ve AB desteğiyle Cumhurbaşkanı olacağını düşünüyor. Sanki Biden’ın elinde Türkiye’ye Başkan seçtiren değnek var. Muhalefetin diğer unsurlarının bu konuda da yeteri kadar sert tavırları yok. Nerede durdukları, ne dedikleri bile belli değil. Oysa iki sene sonra bile çok geç olabilir. Her geçen dakika mülteciler konusunda bir saatli bomba.