Albright'ın son uyarısı faşizm tehlikesiydi
ABD’nin ilk kadın dışişleri bakanı Madeleine Albright’ın kendine ait 200 broşun olduğu sergi yıllar içinde çeşitli müzelerde sergilendi, hala Washington’daki Smithsonian müzesinin daimi koleksiyonunun parçası. Albright’ın maddi değerindense manevi anlamı yüksek broşları bir mücevher sergisi değil ama. Erkeklerin egemen olduğu siyaset dünyasında yükselen bir kadın olarak, kadınlarla özdeşleşen bir aksesuarı kullanarak siyasetçilere mesaj vermenin, yer yer hadlerini bildirmenin aracısı bu broşlar. 2017’de Los Angeles yakınlarındaki Ronald Reagan Başkanlık Kütüphanesi’nde bu sergiyi gezerken her birinin kendine ait bir hikayesi olduğunu, hiçbirinin rastgele takılmadığını öğrenmiştim.
Putin’in Çeçenistan’ı işgali sırasında Bill Clinton’la Rusya’ya giden Albright’ın yakasında üç maymun iğnesi vardı örneğin. Putin neden özellikle bu broşu seçtiğini sorduğunda “Sizin Çeçenistan politikanız yüzünde ,” demişti. O yıllarda Rus medyası bu işgal hakkında hiç haber yapmıyor, üç maymunu oynuyordu. Albright benzer şekilde Arafat’la da görüştüğünde yakasında bir arı broşu taşıyordu, çünkü ona arı gibi sokan bir mesaj iletmek istiyordu. Rus ajanların Amerikan Dışişleri’ne böcek yerleştirdiği ortaya çıktığında da muhatap diplomatlarla görüşmeye yakasında böcek broşuyla gitti. Dün hayatını kaybeden Albright yer yer böyle usturuplu, kinayeli, mizah dolu mesajlar veren usta bir siyasetçiydi. Son yıllarda ise dünyayı apaçık faşizm tehlikesine karşı uyardı.
ENDİŞELER HAKLI
Albright’ın “Fascism: A Warning” kitabı Trump’lı yılların başında yayımlandı. Donald Trump’ın başkan seçilmesinden sonra ABD’de herkes “Acaba bize de faşizm gelebilir mi?” diye tartışıyordu. Ülkenin en prestijli televizyon kanalı HBO en büyük yatırımını Philip Roth’un ABD’ye Nazi yanlısı Charles Lindbergh’in başkan seçildiği “The Plot Against America” romanını uyarlamaya yaptı. Sohbetlerde, panellerde, televizyonda bir zamanlar kimsenin ağzına almadığı Nazizm benzetmeleri kolaylıkla yapılmaya başlanmıştı. Abartılıydı ya da değil, o önemli değil, ama Amerika’da bir kesim ciddi anlamda demokrasinin askıya alınacağından endişeliydi.
Bu endişeler yer yer gerçek de oldu. Parlamento baskını, seçim sonuçlarının tanınmaması, anayasal hakkını kullanıp protesto edenlere biber gazı sıkılarak dağıtılmaları gibi olaylarla ABD adeta bir üçüncü dünya diktatörlüğüne dönüşmenin sinyalini vermeye başladı. Albright’ın kitabı usturuplu broşlarının aksine faşizmin ABD’de de kolaylıkla gerçek olabileceğine dair çok net bir uyarıydı. Bu tehlike onun için kişisel bir meseleydi; sadece dışişleri bakanlığı yaptığı için değil, Nazi zulmünden kaçıp ABD’ye sığınıp siyasetin en üst noktalarına kadar çıkmayı başardığı için.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ailesi din değiştirip Yahudilikten Katolikliğe geçmiş, gerçek kökenlerini söylemeden çocuklarını Katolik olarak yetiştirmişti. Bütün bunları dışişleri bakanı olduktan sonra öğrendi; ailesinden 26 kişinin, büyük anne ve babalarından üçünün Yahudi Soykırımı sonrasında öldürüldüğünü de.
Biraz da bu kişisel geçmişinden dolayı Batı demokrasisine hep kıymet verdi ve bakanlık yaptığı yıllarda yaymak için uğraştı. Bugün Rusya-Ukrayna savaşının nedenlerinden biri olan NATO genişlemesinin destekçilerinden biriydi Albright; eski Doğu Bloku ülkeleri ve Sovyet cumhuriyetlerinin NATO’ya katılmasından yanaydı.
BAŞUCU KİTABI
Görevden ayrıldıktan sonra Georgetown’da popüler bir ders vermeye başlayan Albright biraz öğrencilerine anlattıkları, biraz da kendi tecrübelerinden yola çıkarak “Faşizm” kitabını yazdı. Otokrasinin yükselmesinden endişe duyan herkesin okuması gereken, tarihi hatırlatan önemli bir kitap. Albright örneklerle hangi ülkede faşizmin nasıl yükseldiğini tıpkı bakanlığındaki konuşmaları gibi anlaşılır bir şekilde anlatıyor, dünden bugüne paralellikler kuruyor.
Putin, Orban ve Chavez gibi liderlerin göreve gelmelerinin ve güçlenmelerinin ilk nedeni ekonomik faktörler. İnsanların ceplerindeki para azalmaya başladıkça kendilerini yönetmesi için alternatif çözümler sunan otokrat liderler seçiyorlar. Bir diğer neden görevdeki partilerin çürümüşlüğü, yetersizliği, yolsuzlukla yıpranmaları. Seçmen çürümüş eski parti düzeninden bıktığı için dışarıdan gibi gördüğü faşizm tandanslı liderleri seçiyor. Trump’tan Le Pen’e birçok aşırı sağ liderin yükselişi birbirine paralel. Albright’ın dikkat çektiği bir diğer faktör de muhafazakarların kendi istediklerini yaptırmak için faşistlerle işbirliği yapmaları, onları kontrol altına alabileceklerini düşünmeleri. İtalya ve Almanya’da Mussolini ve Hitler’e çoğunluğun oyu almadıkları halde hükümeti kurma görevi kurulmasını muhafazakarların suç ortaklığına bağlıyor Albright. İçinde Türkiye’den de uzun uzun bahsediyor.
Kitapta belki de en çarpıcı cümle “Dünya liderleri birbirinden öğrenir,” tespiti. Bir ülkede tutan faşist yöntemler bir başka devletin başına ilham veriyor, başka ülkelerde uygulanan modelleri kendi topraklarında da denemeye çalışıyorlar. Putin, Kim Jong-un gibi liderlerden ilham alan Donald Trump başka devlet başkanlarına örnek oldu, başta Brezilya’da küçük Trump’lar belirmeye başladı örneğin.
Albright kitabını umutlu bitirmişti. Geçmişten ders alındığı sürece ve demokratik kurumlara sahip çıkıldıkça tehlike önlenebilirdi. Ancak pandemi sırasında endişeleri yeniden tırmandı. Şimdi dünya bir savaşın ortasında, her gelişmiş ülke ekonomik kriz ve yüksek enflasyonla boğuşuyor, aşırı sağ yeniden yükseliyor ve ilk kitapta uyarının devamını yazacak en kıdemli isim artık aramızda yok.