Ekrem İmamoğlu'nun ekran karnesi
Ekrem İmamoğlu çok fazla televizyona çıkmıyor, iyi ki de çıkmıyor. Böylece uzun aralıklardan sonra ekranda göründüğünde daha fazla ilgi çekebiliyor. Bu süre ona dersine çalışma, iyi hazırlanma ve boş konuşmama fırsatı da tanıyor. Birçok medya kuruluşunun kapısı ona kapalı zaten. Ama o mevcut her daveti de kabul etmediğini söylüyor. Böylece alttan alta şov yapmayıp çalıştığını söylüyor. Önceki geceki “Teke Tek” performansı böyle birçok mesajla doluydu; bundan sonraki siyasi yolculuğunda kendisini nasıl konumlandıracağının yol haritasının işaretlerini paylaştı.
NE DEDİ NE DEMEK İSTEDİ
Tatil eleştirileri: Fazla tatil yaptığı eleştirilerine hala katılmıyor, tatilden de şehri yönettiğini söylüyor. Hatta uzakta olmasına rağmen kendi yaptığı çalışmalar sayesinde sel sırasında büyük bir felaket yaşanmadığını da vurguluyor. Siyasette “orada olmanın” şov olduğunu düşünüyor. Bu konuda hala ikna edici değil, dışarıdan görünmenin önemini “Ben böyle biri değilim, şov yapmayı sevmiyorum,” diye açıklıyor. Farklı bir siyasetçi prototipi çizmeye çalışıyor ama şimdilik pek tutmuyor. Bir de aile babası olduğunu vurguluyor, böylece kendisi gibi çocuk sahiplerine sempatik gelebileceğini düşünüyor. Kullandığı izin günlerini kıyaslayarak ringe Erdoğan’ı da davet etme hamleleri yaptı, ama cılız kaldı. Rakibini bu tuzağa düşürmesi zor ama deneyecektir. İçten içe “tatilci” damgasının yapıştığını biliyor, bundan sonra kolay kolay tatile çıkacağını zannetmiyorum.
Özel hayat vurgusu: Türkiye’nin bir gözetim toplumuna dönüştüğü herkesin malumu, polis devletinin üzerinde yeteri kadar durulmayan problemlerinden biri bu. Ekrem İmamoğlu kendisinin MOBESE kayıtlarının servis edilmesini hayatı boyunca unutmayacağını, bu konuda hesap soracağını söyledi. Benzer şekilde Fethiye’de tatil yaptığı otelin bilgisinin de sızdırıldığını söyledi. Bilginin denetimsiz dolaştığı bir çağda özel hayatlarımızı yeteri kadar koruyamıyoruz, her yazdığımız ve konuştuğumuz sürekli takip altında. Telefonlarımız dinleniyor, tweet atanlar hapse atılıyor, devlet kiminle sevişeceğimize bile karışıyor. Yeni mücadele alanlarından birisi mahremiyetin gizliliği. İyi bir damar yakaladı, buradan yürürse çok iş yapar.
Kararlı ve meydan okuyan: Muhalefetin ezeli problemi sesinin cılız çıkması, yeteri kadar meydan okuyamaması, rakibini şöyle yerinden sarsamaması. İmamoğlu bu ataleti de aşacağının sinyalini verdi. Sertleşmedi, üslubunu bozmadı ama karşısındaki meydan okumaya kararlı biri olduğu imajını çizdi. Zaman zaman kibre kaçan özgüveni bu sefer dozundaydı.
Zihniyet farkı: Programın açılışında belediye kaynaklarının nasıl eşe dosta tahsis edildiğine dair çok çarpıcı bir örnek verdi: Geçmişte Florya’da belediye konutu olarak kullanılan lüks tesislerde şimdi İstanbul’un geleceğinin planladığı bir araştırma merkezi kurulmuş. Program sunum salonuna dönüştürülmüş yüzme havuzundan yapıldı. Bu bile zihniyet farkını göstermek için simgeseldi—iyi numara. İmamoğlu özellikle liyakati sık sık vurguladı; Türkiye’de işinin ehli olmayanların her yeri ele geçirmesine haklı tepkinin sözcüsü oldu. Bence en önemli çıkışı geçmişte alelacele karar verilen, ayrıntıları yeteri kadar düşünülmeyen, sırf yapılmış olmak için planlanmadan yapılan projelerden kaçınacağını söylemesiydi. “Açılış yapmayan, dev projeler üretmeyen, başkan” vurgusu hepimizdeki dev proje ve açılış yorgunluğuna ilaç gibi geldi.
Çok kişinin görüşünü dinlediğini, en iyisini bulmak için her seçeneği tarttığını, sınırlı kaynakları en iyi şekilde değerlendirdiğine dair ikna edici yanıtlar verdi. Burada demek istediği: Tek adam değilim, her şeyi ben bilmiyorum. İkinci puan topladığı nokta eleştiriye açıklığı, siyasi mizahı ne kadar özlediğini söylemesi, karikatürlerinin çizilmesinden hoşnut olduğunu anlatmasıydı. İfade özgürlüğü açlığını kendisinin gidereceğini vaat etti böylece. Seçilene kadar göstermelik değil de kendisiyle barışık olmasından dolayı eleştirileri kabul ediyormuş gibiydi.
İş bitirici: Türkiye’de sol partilere yönelik temel eleştiri proje getirip iş yapamadıklarıdır. Sağ siyasetse iş bitirir ama projeleri zayıftır. İmamoğlu tartışmalı birkaç konuda masaya oturup karşı tarafla uzlaştığını, iş bitiriciliğini gösterdi. Swissôtel’in sahibinden tapuyu geri almak için bir sene istemiş ve anlaşmış. Tünel kazan müteahhitlere yeni bir proje geliştirip yolu uzatmaları gerektiğini söylemiş. Kültür Bakanlığı’yla masaya oturup Taksim’deki AKM’nin önündeki alanı düzenlemek için el sıkışmış. Ayrıca AK Partili ilçe belediye başkanlarıyla da yakın çalıştığını, onları ziyaret ettiğini ve davet ettiğini de vurguladı. Birkaç kuş vurdu böylece: İş dünyasına ben sizinle iş yapabilirim mesajı verdi, sağ seçmene de uzlaştırıcı, birleştirici, ortada bir siyasetçi olduğunu gösterdi.
Adaylık konusu: Tabii ki şimdi durup dururken adayım demeyecek. Ama önünde hiçbir engelin duramayacağını, partisinin de onu engelleyemeyeceğini, gerekirse 100 bin imzayla aday olup ilerleyebileceğini biliyor. Bu sefer, seçilmesi için sadece umut değil bazı başarılar satması gerektiğini de fark etmiş. O yüzden “Vaatlerimin yüzde 60’ını gerçekleştirdim,” diyor ve dosyalardan, projelerden bahsediyor. Demek ki yakında İstanbul’a yaptıklarını daha fazla göstermeye başlayacak, çünkü şu andaki algı pek bir şey yapmadığı yönünde. Sorun şu: Gözle görülür bir değişiklik yok. Bu algıyı kırmak için çalışacak ve daha fazla gösterecek gibiydi. Bugüne kadar sadece umut veriyordu, şimdi işlerini gösterecek.
Mağduriyet: Belediye meclisindeki çoğunluğun kendisini engellediği sır değil, birçok konuda Ankara tarafından elinin kolunun bağlandığı da. Zaten seçimin iptal edilmesi ona belli bir mağduriyet sempatisi kazanmıştı. Türk seçmeni mağduru sever ama bir süre sonra da fazla mızmızlanandan sıkılır. İmamoğlu epey bir süre “Hem seçimi iptal ettiler, hem iş yaptırmıyorlar,” mağduriyetini kullandı ama bu mesajın süresinin dolduğunun farkında. Şimdi ray değiştiriyor, kendisini çalışkan bir kamu görevlisi olarak konumluyor. “Yapan adam” Türkiye’de karşılık bulur.
SON KARARIM
Tanıdığım andan beri hiç kimsenin veya hiçbir engelin Ekrem İmamoğlu’nun önünde duramayacağını düşünüyorum. Pek az isimde olan yıldızı tozu onun da üzerinde dolaşıyor ve doğal bir çekim alanı yaratıyor. İnsanları ona çeken de bu. Ancak tek bir düşmanı var: kendisi. Bu siyasi macera ancak kendi ayağına kurşun sıkarsa bitebilir.
Bazen aşırı özgüven ve kibir yüzünden siyasi ölümle burun buruna geldiği oldu. Karadeniz gezisi, felaketlere tatilde yakalanması. Bu hatalarını hala tam olarak kabul etmiyor. Ama “Teke Tek”te ders alan, bir daha başkalarına malzeme vermeyecek görüntüsü çizen, kendisini gerçek bir lider olarak konumlayan bir hali vardı. (Bu arada programda kimi CHP’lilerin kendisini sabote etmeye çalıştığı da ortaya çıktı: Yanlış bilgi yayan CHP belediye meclisi üyesi mesela.)
Sadece medyayla bir yere gelinmez, daha doğrusu belli bir yere gelinir. Ama medyayı iyi kullanarak siyasi kazanç elde etmek mümkündür. Bugüne kadarki en iyi televizyon performansıydı. İkna edici ve tatminkardı. Bir Barack Obama ya da Vaclav Havel değil, ama Türkiye’de çok iş yapacak siyasi prototip. Şimdilik daha iyisi yok.
Oy verir miyim?
Gazetecilerin oy kullanmaları konusunda emin değilim; etik olarak kullanmamak daha doğru geliyor bana ama her zaman uyduğumu söyleyemem. Seneye Türkiye’de bir değişim yaşanması gerektiğini düşünüyorum ama kırmızı çizgim çok net: Bundan böyle LGBT+ haklarına açık destek vermeyen hiçbir adaya oy vermeyeceğim.