Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Eğer yaşıyorsan, kollarını sallamalı, zıplamalı, ses çıkarmalı, gülmeli ve insanlarla konuşmalısın çünkü hayat ölümün tam tersidir

HAREKET YAŞAMAKTIR

Yan yana dizilmiş tezgâhlar ve ev yapımı yiyecekler sunan büfelerin arasında Saint John gününün kutlandığı bir partideyim. Buradaki tek gariplik iki katlı evlerin çevrelediği bu sokakta belli bir açıdan baktığınızda dünyanın en yüksek binalarını görüyor olmanız; bu tipik taşra partisi tam da New York’un göbeğinde yapılıyor.

Birdenbire bir palyaço gelip tüm hareketlerimi taklit etmeye başlıyor. İnsanlar gülüyor, ben de eğleniyorum. Gösteriyi bitirdiğinde palyaçoyu kahveye davet ediyorum.

“Kendini hayata ada” diyor palyaço. “Eğer yaşıyorsan, kollarını sallamalı, zıplamalı, ses çıkarmalı, gülmeli ve insanlarla konuşmalısın, çünkü hayat ölümün tam tersidir.”

“Ölmek hiç kıpırdamadan aynı pozisyonda kalmaktır. Eğer son derece sessiz bir halde aynı şekilde duruyorsan, yaşamıyorsun demektir.”

FARE VE KİTAPLAR

Dr. Eiras Hastanesi’ne yatırıldığımda, panik atak krizleri yaşamaya başlamıştım. Bir gün benimle ilgilenen psikiyatrla konuşmaya karar verdim:

“Doktor, korku beni tamamıyla ele geçiriyor; tüm yaşama arzumu alıp götürüyor.”

“Burada, ofisimde kitaplarımı yiyen bir fare var” dedi doktor. “Eğer bu fareye kafamı takarsam o da benden saklanacak ve ben tüm zamanımı onu yakalamak için harcayacağım. O yüzden şöyle yapıyorum; önemi kitaplarımı daha güvenli bir yerde tutuyorum ve farenin geri kalanlarını kemirmesine izin veriyorum.”

“Böylelikle o küçük bir fare olmaya devam eder ve bir canavara dönüşmez. Bir şeyden korktuğunda tüm korkunu ona yoğunlaştır, böylece geri kalan her şey için hâlâ cesaretin olur.”

ESTONYA’DAKİ TALLIN HAVAALANI’NDA

“Yaşamak aynı zamanda veda etmeye hazırlıklı olmaktır” dedi bir arkadaşım, pek çok aktarmayla dolu uçuşumuzu beklerken. “Ama doğa bilgedir. Ruhu da tıpkı bedeni iyileştirdiği gibi iyileştirir.”

“Veda denilen hastalıkta üç aşamadan geçeriz. İlki inkârdır: Hayır bu doğru değil, bu gerçek olamaz!”

“Sonra umutsuzluk ve isyan kendini gösterir: Bu olmamalıydı, ben her zaman elimden gelenin en iyisini yaptım!”

“Ve sonunda kabulleniş gelir; eğer bütün bu aşamaları utanmadan, kestirme yollara sapmaya çalışmadan, yaşayarak geçersek, doğa yarayı iyileştirmenin yolunu bulacaktır. Ama tıpkı bedeni saran bir hastalığın iyileşmesi gibi bunun da aynı şeye ihtiyacı vardır: Zamana.”

Gerçekten çok bilge arkadaşlarım var.

ARKADAŞ VE DOKTOR

Bilge arkadaşlardan söz etmişken, uzun yıllar önce, inancı şiddetle inkâr ettiğim bir dönemde, karım ve bir arkadaşımla beraber Rio de Janeiro’da aşağı Leblon’da olduğumuzu hatırlıyorum. Birazcık içmiştik ve tam o sırada 60’lı-70’li yıllardaki çılgın zamanlarımızdan tanıdığımız ancak daha sonraları birtakım seminerlere katılmış bir arkadaşımız içeri girdi. Bize İsa’dan bahsetmeye başladı ve biz söylediği her şeye dalga geçerek cevap verdik.

Restorandan çıktığımızda aramızdan biri kaldırımda uyumakta olan bir çocuğu gösterdi.

“İsa’nın dünyayı ne kadar umursadığını görüyorsun değil mi?”

“Elbette görüyorum” dedi o arkadaşım. “O çocuğu oraya koydu ve senin onu görmeni istedi, sen bu konuda bir şeyler yapabilesin diye.”

İşte bu, beni yeniden manevi yolculuğuma başlatan cümle oldu.

(Çeviren: Mine Akverdi Denktaş)

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar