Çözüm sürecinde gerçeklerle baş başa ve yüz yüze
ÇÖZÜM sürecinde belli bir tıkanmanın yaşandığı muhakkak. Eğer samimi olarak sürecin yoluna devam etmesini ve Türkiye’deki “tüm sorunların anası” olan Kürt sorununu kalıcı bir şekilde çözmek istiyorsak, yaşanan sıkıntıları ve bunların kaynağını saptamamız, yani gerçekleri görüp onlarla yüzleşmemiz şart. Gelinen noktada şu gerçeklerle baş başa kaldığımızı düşünüyorum:
ÖCALAN İLE PKK VE HDP ARASINDA PEK FARK YOK: Hükümet çevreleri sürecin başından itibaren İmralı ile Kürt siyasi hareketinin (KSH) diğer kolları arasında fark olduğunu savundu ve artıları Öcalan’a, eksileri diğerlerine yazdı. Öyle ki PKK ve BDP/HDP’nin, bazı dış güçlerin etkisiyle liderlerine komplo kurmaya kalktıklarını bile ileri sürdüler. Ancak gerek Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın söyledikleri, gerekse Radikal’de Murat Yetkin’in yazdıklarından, tam tersine, dışardakilerin hâlâ İmralı’nın çizdiği perspektif içinde hareket ettikleri anlaşıldı. Dolayısıyla sürecin her kriz anında devreye sokulan “Öcalan ile konuşuruz, o dışardakileri ikna eder” oyununu daha fazla sürdürmek mümkün değil. Çünkü ikna edilmesi gereken kişi Öcalan’ın ta kendisi.
“DIŞ GÜÇLER” OLGUSU YANLIŞ HESAPLANDI: Hükümet, Oslo süreci deneyiminden çıkardığı derslerden ve Kandil’in dış güçler tarafından yönlendirilmeye açık olduğu önermesinden hareketle çözüm sürecinin merkezine Öcalan’ı yerleştirdi. Bu aslında doğru bir stratejiydi. Fakat siyasi nedenlerle süreç ağırdan alınınca ve en önemlisi (IŞ)İD olgusuyla birlikte Kürt sorununun hızla bölgesel, hatta uluslararası bir soruna dönüşmesi öngörülmeyince bu stratejinin pek işlerliği kalmadı. Bu bağlamda, KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın “üçüncü bir gücün” çözüm sürecine gözlemci olması için çağrı yapması ve özellikle ABD’nin adını zikretmesi anlamlı. Bayık’ın Öcalan’a rağmen konuşmadığını kabul ettiğimizde kendi Kürt sorunumuzu başkalarını karıştırmadan çözme şansımızın giderek azalmakta olduğunu düşünebiliriz.
PKK SİLAHTAN VAZGEÇMEYE NİYETLİ DEĞİL: Çözüm sürecinin başarıya ulaşabilmesi için ateşkesten de öte PKK’nın silahsızlanması şarttı. Zaten hak aramanın yöntemi olarak silah meşruiyetini çoktan kaybetmişti. Fakat (IŞ)İD’in Irak ve Suriye’de doğrudan Kürtleri hedef almasıyla birlikte silah tekrar bir zaruret olarak ön plana çıktı. Ne var ki PKK, (IŞ) İD’in sunduğu bu meşru zeminde başka hesaplarını görmekten de geri kalmıyor. (IŞ)İD tehdidinin, 6-7 Ekim olayları sırasında Hizbullah’a yakın bilinen kişilere yönelik saldırıları veya Yüksekova’da, Diyarbakır’da sivil giysili askerleri öldürmeyi, Cizre’de bir genci “ajan” olduğu gerekçesiyle infaz etmeyi hiçbir şekilde meşrulaştırmadığı açık. Cizre infazı dışında, bu saldırılar PKK tarafından alenen üstlenilmedi ama açık ve net bir şekilde de yalanlanmadı. KSH, şiddeti Türkiye’de siyaset yapmanın bir aracı olarak görmeye devam ettiği müddetçe barışa ve dolayısıyla çözüme ulaşmak çok zor olacaktır.
HÜKÜMET SİYASET GELİŞTİRMEKTE ZORLANIYOR: Sürecin bu günlere kadar gelmesinde bürokratların (özellikle MİT) gayretleri belirleyici oldu. Bir aşamadan sonra onların sırtındaki yükün siyasilerce üstlenilmesi gerekiyordu. Ama bu olmadı. Her ne kadar iktidar sözcüleri çözüm sürecine inanç ve bağlılıklarını sürekli olarak dile getirseler de gelişmelere denk gelen siyasi hamleleri atmada tutuk kaldıkları için ciddi tıkanmalar yaşanıyor. Galiba önümüzdeki genel seçimlere kadar işler böyle, yani düşe kalka yürümeye devam edecek. Bölgede olağanüstü değişmeler olursa durum değişir ama o zaman iş işten geçmiş olabilir.
- PKK ateşkesi sonlandırabilir mi?9 yıl önce
- (IŞ)İD'in Türkiye hesapları tutar mı?9 yıl önce
- HDP hatadan dönmekte gecikti9 yıl önce
- Ankara'nın hedefinde IŞİD mi, PYD mi var?9 yıl önce
- 'Hedef PYD değil, IŞİD'in Batı'ya genişlemesini engellemek'9 yıl önce
- Erken/tekrar seçim olursa...9 yıl önce
- AKP-MHP en kolayı gözüküyor ama...9 yıl önce
- Kürtlerin sistemin merkezine yolculuğu9 yıl önce
- 'AKP'ye oy veren kitlede MHP'li oranı yüzde 8'9 yıl önce
- İzmir performansı sandığa yansırsa, HDP barajı rahat aşar9 yıl önce