Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

24-26 Nisan 1991 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde “Geleneksel İslam/Radikal İslam” başlığıyla, 5 Temmuz 1990’da Paris’te ölen Fransız Le Monde Gazetesi Türkiye muhabiri Jean-Pierre Thieck anısına uluslararası bir yuvarlak masa toplantısı yapıldı. Benim gibi Jean-Pierre’in arkadaşları olan Fransız araştırmacılar Gilles Kepel ve Olivier Roy ile o toplantıda tanıştım. O günden bu yana dünyanın değişik köşelerinde her ikisiyle değişik vesilelerle bir araya geldim, kendileriyle söyleşiler yaptım.

Bugün yine Paris’teyim. Tabii ki konunun dünya çapında önde gelen otoriteleri arasında sayılan Kepel ve Roy ile de konuşmayı ve söyleşi yapmayı planlıyorum. Ama geçen süre zarfında çok önemli bir değişiklik oldu: Bugüne kadar onlara esas olarak “biz”i sormuştum, bu sefer 7 Ocak Charlie Hebdo baskınını, yani bizzat kendilerini soracağım. Çünkü “cihatçılık” olarak adlandırılan olgunun sadece İslam dünyasının değil, aynı zamanda Batı’nın da bir gerçeği olduğu bir kez daha tescillenmiş oldu.

AYNI KORTEJDE, FARKLI YOLLARDA

Önce 11 Eylül 2001’de ABD’de, ardından Madrid ve Londra’da yaşanan saldırılar, El Kaide ve benzeri yapılanmaların “cihat”ı Batı’ya da taşıma niyetlerini ciddi bir şekilde gözler önüne sermişti. Fakat dikkatler kısa sürede yeniden Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen gibi ülkelere dönünce olayın “küresel” boyutu unutulmaya yüz tuttu. 7 Ocak Paris saldırısı, işte tam da bu noktada kritik bir anlam taşıyor; Batı’nın savaşı İslam coğrafyasıyla sınırlama politikalarının kolaylıkla geçersiz kılınabileceğini bize gösteriyor.

Evet, 7 Ocak bir kandırmacaya son verdi. Pazar günü Paris’te Avrupalı, Afrikalı, Asyalı liderlerin birlikte yürümeleri bunun herkesin ortak meselesi olduğunu gösterdi. Ama ortada çok ciddi sorunlar, hatta açmazlar var: Paris’te aynı kortejde saf tutan liderlerin aralarında kritik ihtilaflar var. Öyle ki birçoğu birbiriyle el bile sıkışmıyor. Zaten birçoklarının yürüyüşe bambaşka motivasyonlarla katılmış oldukları da açık.

Uzatmaya gerek yok; bu ortak belaya karşı, etkili olabilecek ortak politikalar geliştirilmesi ihtimali yok denecek kadar düşük. Halbuki karşı tarafta benzer bir dağınıklık pek söz konusu değil. Suriye, Irak gibi coğrafyalarda aralarında kanlı nüfuz mücadelelerine giren yapılar, Batı’ya darbe indirme konusunda pekâlâ birlikte hareket edebiliyorlar: Kendini (IŞ)İD ile birlikte tanımlayan Amedy Coulibaly’nin, Yemen El Kaidesi ile irtibatlarının altını çizen Kuaşi kardeşlerle dayanışma amacıyla tereddütsüz ölüme gitmesi buna basit bir örnektir.

ÇIKIŞ VAR MI?

Başka Batı ülkelerinde 7 Ocak’ın devamı niteliğinde yeni saldırıların yaşanması ve ilgilerin merkezinin iyice Batı’ya kayması şaşırtıcı olmayacak. Fakat bu, İslam coğrafyasındaki çatışmaların azalacağı anlamına asla gelmeyecek, hatta tam tersine, Charlie Hebdo türü saldırıların doping etkisi yapıp (IŞ)İD ve El Kaide türü yapıların doğrudan Müslüman halkları hedef alan saldırılarında (ve tabii ki vahşette) dozu iyice yükseltmelerine tanık olabiliriz.

Peki buradan çıkış var mı? Paris’te konuşacağım uzmanlara, gazetecilere, siyasetçilere esas olarak bu soruyu yönelteceğim. Pazar günkü yürüyüşün herkesi bir nebze de umutlandırmış olduğunu kestirmek zor değil, fakat bu denli karmaşık ve çetin bir sorunlar yumağına yönelik kimsenin altın bir formülü olduğunu düşünmüyorum.

7 Ocak’tan bu yana epey kötümser yazılar yazdığımın, yorumlar yaptığımın farkındayım. Son yazımı da şöyle bitirmiştim: “Olivier Roy’nın terimiyle ‘sahaya dönmek’ için umut ışığı olması lazım. Yoksa cihatçılığı ve cihatçıları anlamaya çalışmanın hiçbir anlamı olmaz.”

Üç gün boyunca Paris’te bu umudu kovalamaya ve yakalamaya çalışacağım. Umarım başarılı olurum.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar