Gara Operasyonu'ndaki yalanlar, doğrular ve yanlışlar…
13 rehine, 3 operasyona katılan askerimizin şehit edildiği Gara Operasyonu ile ilgili tartışmalar hala devam ediyor.
Olayın kamuoyuna yansımasının hemen ardından kaleme almış olduğum yazıda şehit edilen rehinelerden biri olan Malatyalı hemşerilerimiz Semih Özbey’in babası Gürsel Özbey’le yaptığım konuşmayı kısaca aktarmıştım sizlere.
O günlerde olay sıcak ve gündem de çok hararetli olduğundan yanlış anlaşılmalara neden olabilme ihtimalinin endişesi ile Gürsel Özbey’le yaptığım konuşmanın tamamını aktaramamıştım.
Şehit babasının anlattıklarının detaylarını vereceğim.
Ama ondan önce çok önemli bir hususa dikkat çekmek istiyorum.
Operasyon doğru muydu, yanlış mıydı?
Böyle mi olmalıydı, olmamalıydı konuları bir yana....
Bunlar konuşulabilir ve üzerinde de tartışılabilir.
Ancak askerlerimizin kimlerin kurşunları ile katledildiğinin tartışması yapılamaz.
Zira 13 evladımızın PKK denilen terör örgütü tarafından neden ve hangi yöntemle katledildiği apaçık ortadadır.
Gerçekten hiddet ve de şiddetle kınıyorum, örgütün bu alçak katliamının sorumluluğunu kendilerini temize çıkartmak, aklamak gayesiyle TSK’nın üzerine yıkma çabasının kamuoyunda kısmen de olsa karşılık bulmasına.
Koca bir yalan var ortada ve maalesef bu yalan üzerine; “Acaba TSK yanlışlıkla rehinelerin olduğu mağarayı mı bombaladı? Yanlışlıkla askerlerimizi mi vurdu” mealinde ipe sapa gelmez suallerle tartışma tam da bu yalanı uyduran PKK’nın istediği zeminde sürdürülüyor.
İnanılır gibi değil ama çok yakınlarımda olan insanlarda bile şehitlerimizin nasıl şehit olduklarına ilişkin şüphe var.
EVLATLARIMIZI ÖLDÜREN PKK'DIR
Birkaç gündür bu konu kafamda ve bu yüzden de bu konuda uzman bildiğim tanıdığım herkesi arıyorum.
Bu tanıdıklarımdan biri yine hemşerim olan emekli Kurmay Albay Yusuf Çetinkaya.
Çetinkaya yıllarca Güneydoğu ve pek tabii Gara ve civarında görev yapmış bir subay.
Dolayısıyla çok hakim bölgeye ve şartlarına.
Bakın değerli okurlarım...
O da rehineleri kurtarma amacıyla yapıldığı söylenen bu operasyonun kesinlikle yanlış olduğuna inanıyor ve bunu da net bir biçimde dile getiriyor.
Ama buna mukabil askerlerimizin TSK tarafından öldürüldüğü yönündeki yalanlar karşılığında da deliriyor.
"Bu yalana cevap vermek ve öyle olmadığını anlatmak zorunda kalmak bile çok acı" diye başlıyor sözlerine...
Ve şöyle devam ediyor;
“Alçaklar yine iş başında. Azıcık mantığı olan bir insanın bu alçakların yalanını dikkate dahi almaması gerekir. Diyorlar ki; 'TSK operasyon sırasında attığı bombalarla rehinelerin olduğu mağarayı bombaladı!' Yahu kardeşim... Öyle bir şey olsa o mağara kalmazdı zaten ortada. Çökmüştü, yerle bir olmuştu. Operasyon sonrası çekilen fotoğraflar, görüntüler ortada. Mağara sapasağlam duruyor. Külliyen yalan bunlar. Askerlerimiz o mağaranın içinde kurşuna dizildi. Mağara bombalanmış olsa idi şehitlerimizin cesetlerine ulaşmak dahi mümkün olamazdı. BU BİRRR!
İKİ, evlatlarımızın bedenlerinden çıkarılan kurşunlar. O kurşunlar bizim özel kuvvetlerin kullandığı mermiler değil bir kere!
ÜÇ, telsiz dinlemeleri var. Örgütün ele başı olan 'Yılan'ın; 'Sağ vermeyeceksiniz rehineleri, öldüreceksiniz' şeklinde emri olduğu söyleniyor. Bütün bunlar bir yana ele geçirilen iki teröristin ifadesi ortada. Çocuklarımızı kendilerinin öldürdüklerini zaten itiraf ediyorlar. Buna rağmen nasıl inanılır veya şüphe duyulur örgütün propaganda amaçlı ortaya attığı bu yalana ve de üzerinde düşünülür anlamak mümkün değil.
Benim öğrendiğim kadarıyla da çocuklar kurşunlardan kendilerini korumak için kollarını kaldırmışlar. Kollarında da kurşun yaraları varmış. Özetle... Evlatlarımız hain örgütün hain üyeleri tarafından öldürülmüştür ve bu konuda herhangi bir şüphe içerisinde olup da bu yönünü sorgulamaya kalkan her kim olursa da bilerek ya da bilmeyerek o hainlerin amacına hizmet etmiş sayılır!" diyor ama hemen sonra da şunu ekliyor:
“Sorumuz şu olmalı… Peki öldürmelerinin önüne geçilebilir miydi?”
ERBİL'E KADAR GİTTİM OĞLUMU GERİ ALABİLMEK İÇİN!
İşte tam bu noktada sözü şehit babası Gürsel Özbey’e getireceğim.
Baba Özbey çok şaşkın, çok kırgın.
18 Eylül 2015 yılında eli kanlı terör örgütü PKK tarafından kaçırılan oğlunu geri almak için verdiği mücadele inanılmaz gerçekten.
Mutlaka diğer tüm babalar, anneler rehin alınan evlatlarının evine geri dönebilmesi için ellerinden geleni yapmışlardır ancak Gürsel Özbey’in oğlunu geri almak için gösterdiği gayret gerçekten takdire şayan.
Çalmadık kapı bırakmamış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve o dönemler Başbakanlık görevlerinde bulunan Ahmet Davutoğlu’na, Binali Yıldırım’a bizzat ulaşmış.
Aracı olabilecek İnsan Hakları Derneği gibi tüm sivil toplum kuruluşlarının kapısını çalmış.
Sonuç alamayacağını görünce sonunda HDP’lilere ulaşmış.
Yetmemiş belki insafa gelirler de oğlunu geri verirler diye örgütle temas kurmak için Erbil’e kadar gitmiş.
“Dağ kadrosu kabul etmedi görüşmeyi. Gittiğim gibi geri döndüm” diyor.
Ama buna rağmen hiç umudunu kaybetmemiş.
Bir gün mutlaka oğlunun sağ salim geri döneceğine inanmış hep.
“Çünkü daha evvel rehine alınanlar bir şekilde geri döndü” diyor.
1996, 2000 ve 2013 yıllarındaki rehineler olayını örnek gösteriyor.
Ve diyor ki; “Bizim çocuklarımız da bir şekilde geri getirilebilirdi. Getirilmemeleri için bir neden yok çünkü bu örgüt zaman zaman kaçırdıklarını sonradan bir biçimde geri veriyordu. Hiç aklımıza gelmedi öldürülecekleri. Hep umutla bekledik. O nedenle anlayamıyorum neden bu sonu yaşadığımızı. Bu son kurtarma operasyonunda bir terslik var. Nedir bu terslik bilmiyorum ama normal olmayan bir şeyler var…”
"REHİNELERİN ASKERİ OPERASYONLA KURTARILMA İHTİMALİ ZAYIFTIR"
Baba Özbey’in bu sorusunu yıllarca o bölgede görev yapmış olan emekli komutanımız Çetinkaya ise şu şekilde yanıtlıyor; "Terslik şu; Vazife nedir? Rehineleri kurtarmak! Durum ne peki? Nasıl bir durum var yani ortada? Bu rehineler neredeler, kimlerin elindeler? Acımasız, her biri azılı katil olan profesyonel bir terör örgütünün elinde değil mi?
Peki operasyon yapılacak arazinin durumu nedir?
Sert, kesik bir coğrafyada. Tahkim edilmiş bir alan.
Şimdi siz rehineleri bu zorlu alandan kurtaracaksınız. Ama bilinir ki çok zordur. Böyle, bu tür yöntemlerle rehinelerin kurtarılması çok mümkün değildir.
Diyelim her şey var. Yani teknik teçhizat her şey tamam. Askeri gücünüzden eminsiniz eyvallah. Ancak bunların hepsi detay.
Böyle bir operasyonda esas konu, asıl mühim olan şey nedir biliyor musunuz?
"Gizlilik."
Eğer siz böylesi çetrefil bir coğrafyada bu kurtarma operasyonunu yapacaksanız gizliliğinin de ne kadar kritik bir durum olduğunu bilecekseniz.
Ne olmuş ama Gara operasyonunda...
Anlaşılan o ki ihlal edilmiş.
Telsiz konuşmalarından bahsediliyor. Söylenenlere göre örgüt operasyonun yapılacağından önceden haberdar olmuş.
Yılanın başı açık açık; “Tek biri bile sağlam çıkmayacak o mağaradan” diyerek emri vermiş.
Bu durumda yapılması gereken nedir peki?
Operasyondan vazgeçmek ve rehineleri başka yollar deneyerek kurtarmaktır!
Bu yollar da bellidir. Tıpkı eski yıllarda olduğu gibi sivil toplum marifetleri ya da siyasi araçlar kullanarak o çocuklar geri getirilmeye çalışılabilirdi"
Sözün özüne gelirsek değerli okurlarım…
Okuduğunuz üzere operasyonun yapılış biçimine hem şehit babası Gürsel Özbey'den hem de emekli komutandan itiraz var.
Çok fazla ahkam kesmek istemiyorum, zira bu konular uzmanlık isteyen hassas konular.
Keşke operasyon başarıya ulaşmış olsaydı.
Keşke Gara’daki o mağaradan evlatlarımız sağ salim çıkarılmış olsaydı.
Keşke o evlatlar şu anda yıllardır görmediği analarının, babalarının dizinin dibinde oturuyor olsaydı.
Keşke…
Maalesef ki ama olmadı.
Operasyon beklenildiği gibi başarıya ulaşamadı.
Sonu çok kötü bitti.
Anaların, babaların yüreği yandı.
Tabii asıl acı olan siyasete yön verenlerin bu operasyon dolayısıyla bize yaşattıkları.
Sizi bilmem ama inanın ben hicap duyuyorum bunca şehidimizin ardından siyasi arenadaki manzarayı izledikçe, diyalogları dinledikçe....