Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SANAYİLEŞMİŞ Batılı ülkeler ve Japonya’nın dünya ekonomisini tartışmak üzere ilk kez buluşmaları, 1975’te dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing’in davetiyle gerçekleşmişti. O yıl toplanan 6 ülkeye ertesi yıl Kanada da eklenince G-7 unvanı ortaya çıkmıştı. 1977’de Avrupa Ekonomik Topluluğu, 1998’de de Rusya gruba dahil edilmiş, Rusya’nın katılmasıyla grubun adı G-8 olmuştu. 2014’te Kırım’ın ilhakı nedeniyle Rusya gruptan atılınca G-7’ye dönülmüştü.

        Dünya ekonomisi, 1973’teki Arap-İsrail Savaşı’nın ardından petrol fiyatlarındaki büyük artışla derin bir krize girmişti. Fransa, bu davetle Avrupa’yı, o günlerde hem ekonomik hem siyasi açıdan derin bir kriz içindeki, Vietnam Savaşı’nı kaybetmenin ve bu savaşın toplumu paramparça etmesinin travmasını tüm ağırlığıyla yaşayan ABD’nin eşiti olarak konumlandırmak istemişti. Elbette bu vesileyle Fransa’nın Avrupa sistemi içindeki başat rolünü de kayda geçirmiş olacaktı.

        2008 yılına kadar bu ülkelerin dünya ekonomisini tartışmaları, kararlar almaları, projeler önermeleri normal karşılanıyor, meşru bulunuyordu. Sonuçta dünya ekonomisinin büyük bir bölümünü temsil ediyorlardı. Gerçi 2000’den itibaren Asya’nın, daha doğrusu Çin’in soluğunu da enselerinde hissetmeye başlamışlardı. 2008’de yaşanan ekonomik kriz Batı ülkelerinde başladığında G-7 dünya ekonomisinin gidişatını belirleme imtiyazını ve meşruiyetini kaybetti. Aslında tükendi.

        O panik anında bayrağı, ortalığı yatıştıracağı ümit edilen G-20’ye devretti. Biraz da bu nedenle zirvelerin eski cazibesi de dünya kamuoyu açısından pek kalmamıştı. Kaldı ki 2008 yılında Çin dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumuna da gelmişti. Demokratik olmadığı gerekçesiyle dünyanın en büyük ikinci ekonomisinin davet edilmediği bir ekonomi zirvesini de ciddiye almak için bir neden aslında kalmamıştı denilebilir. ABD’nin, Trump döneminde bu zirveyi ve simgelediği anlamı ciddiye almadığını da rezaletle sonuçlanan son zirvenin ardından cümle âlem herhalde kavradı.

        Haziran ayının başından itibaren ABD’nin yakın müttefiklerine çelik ve alüminyumda gümrük tarifesi uygulamaya başlayan, otomobiller için de benzer bir hazırlık içinde olan Trump, daha zirve öncesinden ters ters tweet’ler atmış, kendi istihbarat şefinin “demokratik ilkelere inanan Batılı ülkelerin arasına nifak sokmak” için hamleler yaptığını söylediği Rusya’nın davet edilmemesine itiraz etmişti. Hatta bir ara zirveye gitmemeyi düşünmüştü. Üzerinde zor bela anlaşmaya varılan zirve metninden ABD’nin imzasını çekerek, “Batı” dünyasının uyumu beklentisinde olanlara son ve belki de ölümcül bir darbe indirdi.

        Kanımca bu yaşananı yalnızca Trump’ın kaprisli karakterine, cehaletine ve temelde demokrasiyle arası pek de hoş olmayan bir kişi olmasına bağlamak yanlıştır. Gerçi bu itici tarzın, tutarsızlıkların, küstahlığın bir imaj/itibar maliyeti var. Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nden Lu Şiang, “Biz hep Trump’ın bir işadamı olduğunu söylüyoruz ancak küçük esnaf bile en önemli varlığının itibarı olduğunu bilir. Trump hem kendisinin hem de ABD’nin itibarına zarar veriyor” dedi.

        ABD, kendi kurduğu dünya ekonomik sisteminin kurum ve kurallarından kurtulmaya çalışarak dünyanın tüketici piyasası olmaktan vazgeçme yolundadır. Soğuk Savaş sırasında stratejik açıdan önemli müttefiklere piyasalarını ardına kadar açmıştı. Japonya ve diğer Asya kaplanlarının yükselişi bu şekilde mümkün olmuştu. Ancak serbest ticaret ve piyasalarını açma tercihi, gelecek dönemdeki asıl hasmı Çin’in büyümesine de ciddi katkı yapmıştı. Trump’ın “Biz herkesin içinden para çaldığı kumbara gibiyiz” demesinin ardında bu gerçekler vardı.

        Önümüzdeki dönemde ABD giderek daha korumacı ekonomi politikalarını benimseyecek, ekonomik milliyetçiliği hem iç politikasında önemli bir damar olarak kullanacak hem de dünya ile ilişkilerini bu çerçevede götüreceğe benzer. Geçmişe göre dünya ile ekonomik bağları çok daha sıkılaşmış bir ABD ekonomisi için bu tercihin yararlı olup olmayacağı zaman içinde anlaşılır, ancak kim gelirse gelsin eskisi gibi dogmatik bir serbest ticaretçilik pek mubah sayılmayacaktır. Hedeflerden birisi de ABD’de imalat sanayiinin güçlendirilmesidir.

        İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünya ekonomik düzeni kurucusu tarafından sökülürken, G-7 zirvelerinin anlamsızlaşması, önemsizleşmesi şaşırtıcı değildir.

        Diğer Yazılar