Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN gün bir arkadaşımın evinde tanıştığım İngiliz gazeteci, Trump ilk seçildiğinde ne düşündüğünü şöyle anlatmıştı: “Trump’ın beceriksizliğinin kötülüğünden daha ağır basacağına inandığımızdan başlangıçta çok kaygılanmadık.” Aradan geçen 1.5 yıl içinde bu önermenin ikinci tarafının ne kadar doğru olduğu her vesileyle ortaya çıktı. Trump’ın tüm kompleksleri, hayata bakışındaki acımasızlık, sevgisizlik, empati yoksunluğu attığı her adımda kendini gösterdi.

        Son olarak ABD’ye kaçak girmiş olan ailelerde çocuklarla anne-babaların ayrılması, “küçük çocuk kampları” kurulması, annelerinden koparılmış çocukların her türlü istismara açık olarak çadırlarda tutulmaları, bu çadırların birinde yapılan kayıtların ülkede müthiş bir infial yaratması, başkanın tıyneti hakkında hiçbir şüpheye yer olmadığını bir kez daha gösterdi.

        Ne var ki, bugün “Ak” dediğine yarın kolaylıkla “Kara” diyebilecek ve bunu büyük bir pişkinle yapabilecek kişilikteki Trump, kendi kötülüğünü yansıtan bu durumdan Demokratları suçlamasının yetmediğini görünce derhal çark ederek bir karar imzaladı. Bu hızlı çark edişin gösterdiğiyse İngiliz gazetecinin önermesinin birinci kısmının doğru çıkmadığıydı. Bir devlet yönetme için gerekli niteliklerin hiçbirine sahip olmayan zır cahil müteahhit hiç de küçümsenecek, hafife alınacak bir siyasetçi değil. Hatta denebilir ki hafife alındığı için bugün başkan olmayı becerebildi.

        Trump Amerika’sının iç ve dış politikasına bakıldığında aslında son 40 yıldır şekillenmekte olan ve içeride refah devletini çökertmeyi, dışarıda ise ABD’nin küresel sorumluluklarını sırtından atmayı hedefleyen bir siyaset izleniyor. Bu siyaseti hayata geçirenlerse genelde sanıldığı gibi Bush döneminde iktidarın zirvesine taşınmış olan yeni muhafazakârlar (ne-conlar) değil. ABD’de bugün iktidarın siyasetini kontrol eden ve Trump’ın da giderek daha fazla yaslandığı ekip içe kapalı milliyetçilerle evanjelistlerin koalisyonu. Tabandaki gücü ve enerjiyi evanjelistler ve Çay Partisi benzeri oluşumlar sağlarken bunların arkasında duran ciddi sermaye grupları da var.

        DÜNYANIN KÂBUSU

        Bu koalisyonun siyasetinin ana öğelerini ise 40 yıldan beri hemen aynı hedefler tanımlıyor. Amerikan sağının bu en reaksiyoner kesiminin baş hedefi zaten pek de güçlü sayılmayacak Amerikan refah devletinin biletini tamamen kesmek. Obama döneminde çıkarılan sağlık sigortası reformuna yaptıkları itirazların bu programı lağvetmek için gösterdikleri gayretin ideolojik arka planında bu var. Trump yönetiminin geçen gün büyük idari reform diye sunduğu programa da bakıldığında sağcı ekibin hiç hazzetmediği çalışma bakanlığı ve eğitim bakanlığını birleşme yoluyla eritmeye yönelik adım da asıl amacı gösteriyor.

        Çıkarılan vergi yasasıyla bütçe açıkları astronomik rakamlara çıkacağından bundan sonra masrafları kısmak ve mali disiplin adına sosyal güvenlik harcamalarına saldırmalarına, özellikle de bugüne kadar kutsal ve dokunulmaz bilinen “sosyal güvenlik” ve orta sınıf yaşlılara yönelik “medicare” programını hedefe koymalarına şaşmamak gerekecek. Bu ekibin aynı zamanda Amerikan nüfus kompozisyonunda beyazların giderek zemin kaybetmelerine tepki olarak ırkçı bir yaklaşımla hareket ettiklerini, göçmen karşıtlığında bu kaygının da yol oynadığını kayda geçmek gerekir.

        Dış politikada bu ekip daha içe kapanmacı ve ABD’nin askeri gücünü kullanarak uluslararası sistemde başat konumunu muhafaza etmesinden yana. Dinsel gerekçelerle İsrail’e Amerikan Yahudilerinin önemli bir bölümünden daha çok ve koşulsuz destek veriyorlar. Avrupa’dan kopmak istiyorlar ya da Avrupa’nın da otoriter rejimler altında, Hıristiyan değerlere dönmesi için çaba gösteriyorlar.

        Amerikan toplumunun kahir ekseriyeti daha yüksek vergi ödemeye, sosyal devlet harcamaları korunacaksa hazır. Sorun demokratların tutarlı bir sol programla bu güçlü talebi iktidar için harekete geçirmeyi başaramamaları, partinin yaşlı liderliğinin sermayeyle olan ilişkilerinin anlamlı bir reform programına set çekmesi. Sonuçta otoriter eğilimleri giderek daha fazla belirginleşen Trump ve destekçilerinin otoriterliği, 2018 ara seçimlerinde Cumhuriyetçilerin kongreyi kontrol etmeyi sürdürmeleri halinde azacaktır. Trump devlet çarklarını ve yargıyı daha fazla kendisine ideolojik açıdan yakın kişilerle doldurup kendisine yakın medyaya desteği sürdürdükçe de 2020 seçimlerini rahatlıkla alabilir. Bunun hem ABD demokrasisi hem de dünya açısından ne tür bir kâbus olacağını söylemeye gerek bile yoktur herhalde.

        Diğer Yazılar