Evlilik ve sevgililik
Hayatım boyunca bu iki farklı konsepti bir arada yaşayabilmenin hayalini kurdum. Bu yüzden sevgililerim her zaman sıra dışı insanlar oldu. Bu sıra dışılık tehlikeli ama aynı zamanda sıradanlıktan uzaktır. Size en azından kendi kalenizin taşlarını kendi kurmanız imkânını verir. Fakat evliliğin tuhaf bir mekanizması var. Ne kadar farklı biri olursanız olun, evlilik denildiği zaman insan hayal gücünü kullanamıyor. Etrafınızda kaç kişiye sorarsanız sorun, evliliği hep aynı anlatır; kalıplarıyla öğrenilmiş tuhaf bir şablon. Pek bir açıklaması da olmaz evliliğin, "öyle işte"den başka bir cevap hakkı sunmaz size.
İnsan doğası gereği o kadar sıkılgan ve hoyrattır ki, evliliğe alışabilmiş olması bile adeta bir mucizedir. Evlilik içerisinde çoğu şey öyle olması gerektiği için yaşanır. Sevgililiğin bittiği yerde rol paylaşımı başlar. Bu roller çoğu zaman bireyler için hiç uygun olmayan şeyler olabilir. Hiç inanmadıkları gibi davranmaya başlayabilirler. İşin daha tuhafı, bu değişim herhangi bir baskı sonucu gerçekleşmez. Bir bakmışınız, herkes gibi biri olmuşsunuz. Çünkü evlilik adı altında yaşanan her şeyin içerisinde bir beklenti var. Halbuki sevgililiğin içerisinde bir beklenti yoktur. Sabah kalktığınızda size kahvaltı soran, gömleğinin yerini bilmek isteyen bir adam yoktur. Konuşulan tek ciddi mesele "Beni ne kadar seviyorsun?'Bu yüzden hayatım boyunca evlilikten hep ürktüm. Sevdiğim adamı kaybedeceğimi düşündüm. Bu illa onun bana ilgisinin azalacağı inancından kaynaklanmıyordu, benim de ona olan ilgim azalabilirdi. Çünkü evlilik sıra dışı insanları bile sıradanlaştıran bir kurum. En tuhaf insanları bile kırbaç yemiş kadar ehlileştirebilen bir düzen. İnsanlar kendilerini evliliğe adıyorlar. Sonra da o sıradan ve sıkıcı hayatı bir ömür benimsemeye çalışıyorlar. İyi bir şey olduğuna inançları tam olduğundan da durumdan çok rahatsız olmuş gibi görünmüyorlar.
HER GÜN KABAK SOYAMAM!
Çoğumuzun şöyle bir inancı var: "Evlilikle sevgililik aynı şey değildir." Aynı şey olmadığını düşündüğümüz için evlilikler yürümüyor zaten. Bu düşünce yapısını insanların kafasından bir türlü kazıyamıyorsun. Gereklilikler devreye girdiği zaman aşk evin içerisinde bir köşede kendini asıp, bu sıkıcılıktan kendini bir an önce kurtarmaya bakıyor. Ben daha henüz 25 yaşımdayken psikiyatrıma gidip (evet ben bir deliyim), "Ben her gün evin içerisinde kabak falan soyamam" diye ağladığımı hatırlıyorum. Burada kabaktan kastım her gün rutine dönüşmüş aile gereklilikleriydi. Oysa kendi ailemi kurmak için herkesten fazla can atıyordum. Ama bu benim için sonsuz sevgililik demekti. Sevgilik de zordur. İnişleri ve çıkışları vardır. Ama bu iniş ve çıkışlar onu güzel kılar. İki insanın arasında kur ve naz dengeleri şaşmış bir terazi gibi bir yükselir, bir alçalır. Bu sağlıklıdır. Sıradanlıktan uzak ve heyecan doludur. Sevgililikten uzak evlilikler de bayat bisküvi gibidir. Üzerine reçel de sürsen, süte de batırsan, aradaki o bayat tadı örtbas edemezsin. İnsanların kendi evlilik duvarlarını kendilerine göre örmeleri gerektiğine inanıyorum. İki tarafın da birbirlerinin gizli dünyalarına girip çıkma hakkı olması gerektiğini savunuyorum. Cinselliği her yerde yaşayabileceklerinden daha yoğun ve sıra dışı yaşamaları gerektiğini düşünüyorum. Evli insanların sırları olmalı, özellikle cinsel sırları! Ne kadar sır, o kadar bağlılık. Ben evliliklerin içerisinde sıkça karşılaşılan "Karşı tarafta çimler her zaman daha yeşil görünür" klişesine inanmıyorum. Ben daha çok, bizim tarlada otlar epey sarardıya inanırım.
Evliliklerin içerisinde "radikal" durumlar yaratılmalı. Kadın malağa dönmüş erkeği canlandırmak için nevrotik bir yapıya sahiptir zaten. Birbirimizi hiç anlamıyor olmamız da bize bahşedilmiş bir hediye olsa gerek. Bırakın birbirinizin suyuna gitmeyin. Zıtlıklar, olumsuzluklar, tartışmalar, boyun eğmelerden daha sağlıklıdır. Bu yazıyı herkesi çıldırtmak ve birbirine düşürmek için yazılmış bir yazı olarak almayın. Ne kadar uzun zamandır bir arada olursanız olun, hâlâ sevgili olduğunuzu bir an olsun aklınızdan çıkarmayın.