Aşkın dikenleri
ACIYOR işte... Aşk acısız olmuyor. Ama yine de acısız bir şeylerin peşinde herkes. İsyan ediyorlar yaşadıkları duygulara, iniş çıkışlara. Sanki ezbere yaşamak istiyorlar hayatı. Ama aşk öyle girmiyor insan hayatına. Bir anda her şeyi alabora ediyor. Sonra bir de bakmışsın ki, çekip gidiyor. Bu bir kere de olmuyor insan hayatında, doğruyu bulana kadar yanlışı tanımak herkesin kaderi.
Herkes kırık kalpten daha kötü hissettiren pek az şey olduğunu bilir. Biz insanlar kırılarak öğreniyoruz hayatı. Nasıl ki herhangi bir şeyi düşe kalka öğreniyorsak, aşkta da düşüp kalkmak var. Hem orada daha acılı bir düşüş var. En sert ve belki de en acılı duygusal düşüşümüz âşıkken oluyor.
DÜŞTÜĞÜ HER YERİ YAKABİLİYOR
Aşk hissi kişiden kişiye değişmiyor. O, düştüğü her yeri yakıp yıkabiliyor. Acısı geçsin diye, kendimi kış günü kıyafetlerle soğuk duşun altına soktuğumu biliyorum. O kadar çok canım yanmıştı ki, ancak bir şokun beni kendime getirebileceğini sanmıştım. Kafamın içi ondan başka hiçbir şeyle dolamıyordu. Boş boş duvarlara saatlerce hatta günlerce bakabilirdim. Dünyanın durduğuna yemin edebilirdim. Hayat bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı. Olmadı da.
Çünkü çok daha güzel oldu. Kendime yaptığım bütün haksızlıklara, kendime olan saygısızlığıma, kendi dünyamı cehenneme çevirişime bu dönemde şahit oldum. İstersem hayatın her anını cehennemmişçesine yaşayabileceğimi o zaman anladım. Tabii bu böyleyse, bunun bir de aksi olmalıydı. Çok mutlu olmayı seçebilirdim. Fakat onu seçebilmek için önce çok üzülmek gerektiğini sonradan fark ettim.
Bu bilinçli bir üzülme değildi. Olgunlaşmamış duyguların getirdiği bir düşüş haliydi. Ayağa kalkmayı öğrenmek için düşmek şart. Ben bir kere de düşmedim. Birkaç kere düştüm, sonra vazgeçtim. Bu sefer güvenilir olana tutunmaya kalktım, yine düştüm. Hayat ben kalktıkça kafama vuruyormuş gibi geldi. Kendimi felaket bir isyanın ortasında buldum. Hayat hiç çaba sarf etmeden beni yoğuruyordu ama bunun bilincinde değildim. İnandığım şeyi bulmak uğruna inat etmiştim. Ben inat ettikçe hayat da benimle inatlaşıyormuş hissine kapıldım.
NE İSTEMEDİĞİMİZİ GÖRMELİYİZ
Meğer öyle değilmiş. İnsan çoğu zaman ne istediğine fazla odaklanıp, neye ihtiyacı olduğunu unutabiliyormuş. Yani aslında hayat sana her zaman istediğini veriyor, fakat onları verirken ihtiyacın olanı anlamanı sağlıyormuş. Belli bir anlayışa gelene kadar, insan ömrü duygusal anlamda kan revan içinde geçiyormuş. Aşk, her zaman incecik bir ipin üzerinde yürümek gibidir ve sadece bir defalık karşıya geçme şansınız vardır. Hangi seferde bunun olacağını asla bilmeden birkaç kere katledilirsiniz. Katliam sonrası yaşam eninde sonunda cennet bahçelerine açılır. Hangi kapının o cennet bahçesine açılacağını da asla bilemeyiz. Hem zaman geçtikçe bedeninize saplanan o duygusal bıçaklar körelir, köreldi sanırken bir anda daha keskinleşirler. Hayatın karşısında kullanılacak en güçlü silah ne istediğini bilmektir. Ne istediğimizi anlamak için de maalesef neyi istemediğimizi görmemiz gerekir.
Eğer şu anda dar ve karanlık bir çukurun içindeyseniz bu istemediğiniz yerde olduğunuz anlamına gelir. Onsuz yaşayamadığınızı sandığınız yerdir orası. Ama bir yandan onunla da olmadığını çok iyi bilirsiniz. Çünkü sevdiğinizi sandığınız birinin aslında istemediğiniz şey olduğu gerçeğini anlamak için acı çekmektesinizdir. Duygusal acılar çok güçlü ve öğretici olur. Bu yüzden o acıların içinde uzun süre kalmayı tercih ederiz. Ne istemediğini tanımak ne kadar acılı bir süreç olursa, ne istediğini bildiğinde kendinden emin olmak da o derece büyük bir keyif verecek ve onu bulmak o derece kolay olacaktır. "Ne diyor bu kadın? Manyak mı?" demeyin. Bir gün gelecek ve her şey tek bir kişiye giden yola çıkacak elbet. Sözüm söz!