Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Pandemi, deprem, gündem... Çocuklara nasıl anlatalım?

        23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına bu yıl maalesef 6 Şubat depreminin geride bıraktığı hüzün, burukluk, acı eşlik ediyor, tıpkı birkaç gün önce güzel dileklerle paylaştığımız Ramazan Bayramı gibi… Bir anda milyonlarca insanın hayatını alt üst eden felaket geride öylesine büyük acılar bıraktı ki kelimelere dökmek imkansız. Kaldı ki çocuklar için durum çok daha karmaşık ve ağır. Sadece bölgedeki çocuklar için de değil üstelik, yaşananları duyan, gören, bilen çocuklar için bile zor…

        Acaba son yıllarda art arda yaşanan olaylar çocuklara dünya ile ilgili nasıl bir fikir veriyor? Pandemi, deprem, seçim ortamı, hayat pahalılığı... Yetmiyor etrafta savaştan, şiddetten, doğal afetlerden bahseden büyükler… Oysa onların dünyası farklı ve öyle de kalması gerekiyor aslında... Ama merak ediyorlar, soruyorlar, yanıt arıyorlar… Peki tüm bu yaşananları çocuklara nasıl anlatmalıyız? Ya da belki de anlatmalı mıyız? Pedagog Adem Güneş tüm bu olumsuzluklar içinde çocuklara nasıl yaklaşmamız gerektiğini, onlara tüm bu olup bitenleri ne şekilde anlatmamız gerektiğini haberturk.com’a anlattı.

        REKLAM

        “OLUMSUZLUKLARI ANLATMAYIN”

        Adem Güneş yaşanan olumsuzlukların çok da çocuklara anlatılmasından yana değil: Anne babalar çocuklarının farkındalıklarını artırmak için, dünyada gelişen olayları paylaşmayı arzu ediyorlar. Halbuki nedensellik ilişkisi kuramayacak yaşta olan çocuklara, doğal felaketler, ekonomik zorluklar, sosyal yaşamın bozulan dengesi gibi konulardan bahsetmek doğru olmaz. Bu olumsuzlukları anlamaya çalışan çocuk için dünya ‘zor bir yer’ olarak gelmeye başlarsa, yaşama sevinci azalır. Halbuki çocuğun doğası gereği, oyuna ve eğlenmeye yatkındır. Pozitif duygulara yatkındır. Kaygı veren konular, çocuğa 12 yaş öncesinde bahsedilmemelidir. Bu yaştan sonra bahsedilecek olumsuzluklar da ‘aşılabilir, çözülebilir’ nitelikte bir anlatımla bahsetmek gerekir.

        “ÇOCUKLARIN EN ÖNEMLİ İHTİYACI RUHSAL ÖZGÜRLÜKTÜR”

        Çocukların toplumdaki dezavantajlı gruplardan biri olduğuna ve bu dezavantajlı dünyayı gidermenin de yetişkinlerin sorumluluğu olduğuna dikkat çeken Güneş “Çocukların dünyası yetişkinlerin dünyasından ayrıdır. Çocukluk döneminde henüz bilinçaltı olmadığı ve baskın duygular henüz uyanmadığı için anlamlandırmaları daha ‘gerçekçi’dir. Bu gerçekçilik çocuğun dünyadan daha lezzet almasını sağlar. Çocuklar bu nedenle evren ile, hayvanlar ve insanlar ile daha barışıktırlar. Bu barışıklığın korunması, çocuğun ruhsal özgürlüğünün olumsuzluklarla daraltılmaması anne babaların çocuklarına yapabileceği en büyük iyiliktir” diyor. Adem Güneş ayrıca “Çocukların en önemli ihtiyacı, ruhsal özgürlüktür. Ruhsal özgürlük çocuğun doğasında vardır. Anne babaların çocukları için yapacakları en önemli şey, hiçbir şey yapmamak, çocuğun içsel yönelimlerini kendi kaygıları ile engellememektir. Çocuğun doğası, onun gelişimi için yeterlidir. Anne babalar çocuklarına davranış öğreteceğim diye genellikle kaygı verdikleri için, farkına varmadan çocuğun doğasını bozmaktadırlar. Anne babalar, çocuklarına yaşamı tanıtırken, anlattıkları konuların çocuk gerçekliği içinde ne kadar gerekli olduğunu düşünerek anlatmalıdır” uyarısında da bulunuyor.

        “ÇOCUK İNSANIN ANAVATANIDIR”

        Biliyoruz ki kişinin çocukluk yılları, tüm ilişkilerde olduğu gibi çocuklarla ilişkilerde de oldukça belirleyici… Maalesef geçmişte yaşananlar geçmişte kalmıyor ve çözülmemiş çocukluk travmaları ebeveynlik davranışlarını da etkiliyor. Adem Güneş bu dönemde yaşanan olumsuzlukların çözümünün yine çocuklukta olduğuna işaret ediyor: Birçok kişi, kendisinin iyi bir çocukluk geçirdiğini düşünür. Anne, babasını idealize ederken farkında olmadan incinmiş yanlarını görmezden gelmeyi tercih eder. Halbuki, çocuk, insanın anavatanıdır. Kişinin kendini onarabilmesi ancak çocukluğuna erişmesi ile mümkündür. Aksi takdirde kendi anavatanından ayrılmış ruhunun kaygılarını sakinleştiriciler kullanarak sakinleştirmek zorunda kalmaktadırlar. Kişinin çocukluk yıllarında yaşadığı olumsuzlukları üzerinden atabilmesi için, içsel derinliklerine inmeli, çocukluğun iyi edici yanlarını öğrenerek bunu kendi terapisinin bir parçası haline getirmelidir. Çocukluğun özü, bireyin kendi içinde taşıdığı her zehri bir panzehir gibi tedavi edecek niteliktedir.

        “YETİŞKİN OLMAK ÇOCUKLUĞU UNUTMAK DEĞİLDİR”

        “Çocukluk etme” ya da “Çocuk yapmaz yaptığını” birbirimizi eleştirmek istediğimizde ilk aklımıza gelen telkinlerden. Aslında belki de biraz çocuklaşmak, çocuk kalmak gerekiyordur. Pedagog Adem Güneş de bu fikre katılıyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: Evet, ihtiyacımız olan, ‘biraz’ değil, tamamen çocuksu dünyamızı taşıyabilmemizdir. Yetişkin olmak, çocukluğu unutmak değildir. Çocuklukla birlikte yetişkin olmaktır. Yeri geldiğinde gülebilmek, eğlenebilmek, şımarabilmek, bir çocuk gibi… Ve yeri geldiğinde, hüzünlenebilmek, aşık olabilmek, sevebilmek ve yaşama karşı güçlüce durabilmek, bir yetişkin gibi… İnsan çocukluğunu bırakır da sadece yetişkin olmaya çalışırsa, yaşam onun için bir hayal kırıklığından ibaret olur. Yaşamda mutsuz olan kişiler, çocuklaşmayı unutmuş yetişkin kişilerdir. Eğer elimde bir yetkim olsa, sözlüklerden çocukluğu olumsuz tanımlayan tüm deyimler ve atasözlerini çıkartır, onların yerlerine, çocukluğun iyi edici yanlarını yazardım…

        Öyleyse başlayalım… Çocuk gibi sevinmeye, düşe kalka büyümeye, önyargısız sevmeye, hesapsız olmaya, anı yaşamaya… Daha yaşanası bir dünya için bir yetişkin olarak üzerimize düşen sorumluluğu almayı unutmadan…

        Ve bitirirken de sözü onlara bırakalım...

        “Bir dünya bırakın biz çocuklara

        Islanmış olmasın gözyaşlarıyla”

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ