Avrupa’nın ucunda muhteşem bir gösteri sunuyor: Lizbon
Seyahat etmeyi sevenlerin birkaç kez gitmelerine rağmen her ayrıldıklarında kendilerinden bir şeyler kaldığını hissettikleri şehirler vardır. Portekiz'in başkenti Lizbon işte böyle bir yer. Lizbon, tramvayları, evleri, dar sokakları, meydanları ve yaşantısıyla öyle güzel bir gösteri sunuyor ki gidenleri büyülüyor.
Portekiz’in başkenti Lizbon için diyecek o kadar çok güzel söz var ki, birisini eksik söyleyerek haksızlık etmekten korkuyor insan. Bir şehir düşünün tarihi, seramik kaplı binaları, Arnavut kaldırımlı sokakları müthiş, başta deniz mahsülleri olmak üzere yemekleri lezzetli, insanları cana yakın, güler yüzlü. O şehirden daha fazlası Lizbon’da var. Nobel edebiyat ödüllü yazar JoseSaramago’nun, Fernando Pessoa’nun, ‘fado’ müziğinin şehri… Turist olarak gezenler için Avrupa’daki en güzel ve mutlaka gidilmesi, görülmesi gereken şehirlerin başında geliyor diye düşünüyorum.
‘Bir yeri güzel yapan insanlarıdır’ denir. Bu söze katılıyorum. Lizbon sokaklarında dolaşırken rastladığınız insanlar gerçekten güzel ve birbirine saygılı. Şehrin ziyaretçileri de bu güzelliğe ayak uyduruyor, herkes sanki bir tiyatroya, gösteriye ya da davete gidiyormuşçasına özenerek ve itinayla şık ve bakımlı. Aslında şehir size gece ve gündüz öylesine etkileyici bir gösteri sunuyor ki başka türlü dolaşmak olmazdı. Biz de öyle yaptık. Lizbon’da geçirdiğimiz her saat her dakika heyecanlı bir gösteriyi izler gibiydi.
Tramvay ve füniküler görselliği
Bence gösterinin en önemli kahramanlarından biri tramvaylar. Lizbon’da tramvaylar ‘nostaljik’ değil, toplu ulaşımın önemli bir aktörü. Şehir içinde hemen hemen her yere gidiyorlar. Öyle meşhur “28 nolu” tramvay gibi bir iki tane de değiller. Hemen her köşe başını döndüğünüzde, her caddede, sokakta çanını duyabilirsiniz. Renkleriyle şehirle bütünleşen tramvaylar, muhteşem fotoğraf kareleri de sunuyor. Lizbon’un sunduğu gösteride diğer bir aktör ve fotoğraların vazgeçilmezi yine tramvayı andıran fünikülerler. Elevador da Glória, Elevador da Bica ve Elevador da Lavra füniküler sistemleri kentte bölgeleri birbirine bağlarken, aynı zamanda ziyaretçilerin de keyifli anlar geçirmesini sağlıyor.
Lizbon’u İstanbul’a benzetiyorlar. Ortasından demek pek doğru olmaz ama kenarından geçen Tejo (Tagus) Nehri ve üzerindeki 25 Nisan Köprüsü ve Vasco de Gama Köprüsü ile yedi tepe üzerinde kurulu olmasıyla İstanbul’a benzetiliyor. Bence İstanbul da Lizbon da kendine has bir şehir.
Depremle yerle bir olmuş
Muhteşem görüntüsü, zarif mimarisiyle Lizbon’un hareketli sokaklarında dolaşmadan önce çok kısa genel bilgi vermek isterim. Tejo Nehri’nin Atlas Okyanusu’na dökülen yerinde kurulu Lizbon, Avrupa’nın batıda en ucundaki en eski şehirlerinden biri. Geçmişi Roma öncesine M.Ö. 1200’lere Fenikeliler’e kadar uzanıyor. Portekiz’in keşif çağının başkentliğini de yapıyor.
Lizbon’un tarihindeki en önemli olayların başında ise 1 Kasım 1755’te yaşanan deprem geliyor. Yaklaşık 9 ölçeğinde dünyadaki en büyük depremlerden birini yaşayan kent, adeta yerle bir olmuş. Şehrin ilk kurulan bölgesi de olan Alfama, depremde ayakta kalan tek yermiş.
Lizbon’da yapmadan dönmeyin
Lizbon hakkında tarihi ve coğrafi bilgilerin daha geniş halini küçük bir araştırmayla detaylı bir şekilde her yerde bulabilirsiniz. Lizbon gezimize başlamadan önce mutlaka yapmanız gerekenleri şöyle özetleyebilirim. Şehrin gezilecek yerlerini bölgelere ayırdığımızda şehir merkezinde dört bölge bulunuyor. Baixa, Chiado, Bairro Alto ve Alfama. Ayrıca şehre yarım saat mesafede Belem Kulesi ve Kaşifler Anıtı’nın olduğu bölge Belem var. Bu 5 bölgeyi mutlaka gezin. Şehrin hemen her bölgesinde güzel seyir terasları var. Bu seyir teraslarından hem gündüz hem de gece şehri seyredin. Bu teraslara ‘mirador’ deniyor.
Alfama’da, MiradourodasPortas do Sol’un yakınındaki meydanda bulunan büfeden soğuk ya da sıcak birşeyler alıp, muhteşem manzarayı izleyerek yudumlayın. Belem Pastanesi’nden PastelDeNata yiyin, akşamları sokak çalgıcılarının performansını izleyin, Tejo Nehri’nin kıyısında gün batımını izleyin, okyanus kıyısına gidin, Kaşkaş’ta okyanusa girin. Şehrin size sunduğu güzellikleri doyasıya izleyin, her dakikasını yaşayın. Arnavut kaldırımlı rengarenk binaların bulunduğu sokaklarda gezmenin tadını çıkarın. Saymakla bitmiyor yapılacaklar.
Baxia, kentin kalbinin attığı bölge
Dönelim Lizbon seyahatimize. İstanbul’dan Lizbon’a THY ile direkt uçulabiliyor. Havaalanından şehir merkezine metro ile ulaşım oldukça kolay.
Otelimiz Baixa yani şehrin merkezindeydi. Lizbon’u gezmek için gelenlerin ilk başlama noktası. Biz de öyle yaptık. Turistik bölgelerin başında gelen Baixa’da meydanlar, cafeler, restoranlar, alışveriş caddeleri bulunuyor. 1755’deki depremde Baixa adeta yok olmuş. Bunun üzerine tamamen baştan inşaa edilmiş. Fırsat bu fırsat demişler, inşaatı oldukça düzgün ızgara şeklinde yapmışlar. Böylece yazın kavurucu sıcakta bile Tejo Nehri’nin sularında soğuyan esinti Baixa sokaklarını serinletiyor. Yaz aylarında bazı akşamlar üzerinize hafif bir şeyler alma isteği doğuracak kadar serinletiyor bu esinti. Baixa’daki tüm binalar, depreme dayanıklı şekilde inşaa edilmiş.
Carmo Asansörü’nden şehir manzarası
Baixa’da gezmeye başladığınızda ilk dikkatinizi çeken tarihi SantaJusta asansörü olacak. Tepeler üzerine kurulu olan Lizbon’da yükseklik farkı olan bölgelere ulaşım kolaylaştırmak için asansör ya da finikülerler yapılmış. Tarihi Santa Justa asansörü de Baixa ve Bario Alto bölgelerine kolay ulaşım sağlıyor. 1902’de Eyfel Kulesi’nden esinlenerek dökme demirden yapılan asansör, Elevador do Carmo (Carmo Asansörü) olarak adlandırılmış. Şehrin simgelerinden biri haline gelince, önünde sürekli kuyruk var. Asansör, büyük depremde yıkılmış olan CarmoConvent Gotik Kilisesi’ne yürüme mesafesinde bulunan bir platforma çıkıyor. Biz de şehri gezerken bu bölgeden asansöre çıktık ve şehir manzarasını izleme fırsatını yakaladık. Akşamları da asansörün olduğu merdivenlerdeki kalabalık, sokak çalgıcıları performanslarını izleyenlerden oluşuyor.
Rua Agusta Caddesi’nde gezinmek
Asansörden ayrılıp Baixa bölgesinin en önemli ve güzel alışveriş caddesi Rua Agusta’nın, deniz tarafındaki ucu Ticaret Meydanı’na diğer ucu da Rossio Meydanı'na çıkıyor. Küçük taşlardan özenilerek yapılan trafiğe kapalı bu caddede sağlı sollu cafeler, mağazalar, pastaneler, hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. Yürürken dikkat edin taşlar aşınmış olduğundan hayli kaygan olabiliyor. Caddenin ortasında cafe ve restoranların masalarına oturup bir şeyler atıştırabilirsiniz. Biz de oturmak için yer bakarken Pastel De Nata’yı görünce gözlerimiz parladı. Pastel de Nata, Portekiz’in en meşhur tatlısı. Dışı milföy katmanlarından, içinde ise krema olan bu tatlının çıkış noktası Lizbon’daki Belem bölgesi. Belem turtası olarak da biliniyor. Manteigaria’dan aldığımız Pastal De Nata ve espressoyla cadde ortasındaki masalardan birisine oturup, nefesleniyoruz. Bunu Lizbon’da kaldığımız her gün birkaç kez yaptık dersem şaşırmayın. Büyük ihtimalle siz de benzerini yapacaksınız. Cadde üzerinde bir diğer Portekiz lezzeti Pateis de Bacalhau satan sapsarı dekorlu Casa Portuguesa’yı göreceksiniz. Morina balığı, patates, yumurta, soğanla yapılan Pasteis de Bacalhau’yu hemen hemen her restoranda bulabilirsiniz.
Ticaret Meydanı ve Tejo Nehri
Caddenin sonunda RuaAugusta Takı (RuaAugustaArch) bulunuyor. 11 metre yüksekliği olan taka bilet alınarak çıkılabiliyor. Görüntüsüyle büyüleyen bu zafer takı, 1755’teki depremin ardından kentin yeniden inşasını anmak amacıyla yapılmış. Ticaret Meydanı’ndan (Praça do Comercio) bakılan takın ön yüzündeki heykeller, kahramanlığı ve dahiliği ödüllendiren görkemi temsil ediyormuş. Zafer Takı’nın altından geçince Tejo Nehri’ne hayli geniş bir meydan açılıyor. Bu meydanın adı Ticaret Meydanı (Praça do Comércio). Depremden önce Ribeira Sarayı burada olduğu için Saray Meydanı olarak da biliniyor. Meydanın sağ ve sol tarafında kemerli bitişik binaların altında cafe ve restoranlar var. Bir şeyler içip, dinlenmek için ideal bir bölge. Meydanın tam ortasında Kral Jose heykeli bulunuyor. Kral Jose, büyük deprem sonrası şehrin yeniden inşasına büyük bir bütçe ayırması nedeniyle meydana heykeli yapılmış.
Meydanın Tejo Nehri’ndeki kıyısı oldukça ilgi görüyor. Nehrin kenarına kadar uzanan geniş basamaklı mermer merdivenler, seferden dönen kraliyet üyelerinin şehre görkemli giriş yapması için yapılmış. Ayrıca, önemli devlet adamları da şehre buradan giriyormuş. Merdivenlerin nehirle buluştuğu yerinde iki tane zarif sütün bulunuyor. Bu sütunlar bilgeliğin ve bağlılığın temsilcisi olduğu söyleniyor. Günümüzde hem serin hem de fotoğraf çekmek için uygun bir yer olması nedeniyle hayli kalabalık. Yaz aylarında nehrin kenarında güneşlenenleri de görebilirsiniz.
25 Nisan Köprüsü ve devrimi
Nehir boyunca uzunca bir yürüyüş yolu var. Ticaret Meydanı’ndan tren garı tarafına doğru yürüdüğünüzde, yani nehir solunuzda kalacak şekilde yürüdüğünüzde karşınıza birçok cafe çıkacak. Özellikle Lizbon’da gün batımı bu bölgeden 25 Nisan Köprüsü manzaralı izleniyor ve her akşam oldukça kalabalık. 25 Nisan Köprüsü demişken, yapılışı ve adını aldığı Karanfil Devrimi’nden kısaca bahsetmeden geçmeyeyim.
Portekiz, Hindistan ve Afrika’daki sömürgeleri için uyguladığı politikalar ve ülke içerisinde artan baskıcı otoriter yönetim nedeniyle 25 Nisan 1974 günü şiddet kullanılmadan askeri darbe yaşadı. Darbe yapan askerler, silah ve tank namlularına karanfil koyduğu için de adına Karanfil Devrimi deniyor. Köprünün adı da Karanfil Devrimi’ne gönderme olarak 25 Nisan Köprüsü adını alıyor. San Francisco’da bulunan Golden Gate Köprüsü’nün mühendisleri tarafından inşa edildiği için 25 Nisan Köprüsü de kırmızı rengiyle benzerlik gösteriyor. Tejo Nehri üzerindeki köprü, hem araç hem de tren trafiğine açık. Köprüden karşıya geçtiğinizde ya da köprünün karşı tarafına baktığınızda Hz. İsa Heykeli’ni CristoRei heykelini göreceksiniz. Bu heykelin bulunduğu yer Almada şehri. Brezilya’daki İsa heykelinden esinlenerek yapılan CristoRei heykeli, 82 metre yüksekliğinde. Hz. İsa’nın kolları iki yana açık Lizbon şehrini kutsadığına ve kucakladığına inanılır. Heykelin en tepesine çıkılabiliyor. Köprü hem gün batımında hem de geceleyin ilgi odağı. Nehir ve köprü manzarasından ayrılarak şehiri gezmeye devam ediyoruz.
Alfama’da şehrin görüntüsü ve sesi yükseliyor
Hedefimiz şehrin en eski bölgesi Alfama. Lizbon’un her bölgesi ayrı bir güzel ama Alfama bir başka güzel. Geçmişi 1930’lara dayanan tramvay hattındaki meşhur 28 Nolu Tramvay da Alfama bölgesinin daracık sokaklarında ilerlerken, içindekiler dışarıyı, dışarıdakiler tramvayı izliyor. Biz tramvayı dışarıdan izlemeyi tercih edenlerdeniz. Tarihi sokaklarda tramvayın görüntüsü gerçekten görülmeye değer. Tramvay hattını takip ederek, muhteşem şehir manzarasını izlemek için Sao Jorge Kalesi’ne çıkarken yolunuz üzerinde duraklayacağınız ve ziyaret edeceğiniz noktalar bulunuyor. Daha sonra labirenti andıran dar sokaklarda, merdivenli yokuşlarda eski ama sevimli evlerin, küçük restoranların arasında kaybolmak gerçekten güzel.
Alfama, geçmişte yoksulların yaşadığı, ticaretin gelişmesiyle liman işçilerinin ve denizcilerin yoğunlukta oturduğu bir bölgeymiş. Kısacası öyle şehrin önde gelenlerinin değil geçim derdinde olanların yaşadığı bir bölge. Bunu bugün bile dar sokaklarında gezerken hissedebiliyorsunuz. Denizcilerin yaşadığı bu bölgede Fado müziğini duymadan geçmek olmaz. 19. yy’den günümüze kadar gelen Portekiz geleneksel müziği Fado, Portekizli kadınların denizci sevdiklerinin yolunu gözlerken özlemlerini ya da geri dönmeyenlerin ardından ağıtlarıyla şekilleniyor. Alfama’da çok sayıda Fado müziği yapan bar ve restoran bulunuyor.
Katedral ve seyir terasları
Alfama bölgesine tramvay yolunu takip ederek ilerlerken karşınıza gül penceresi ile Portekiz’deki en etkileyici yapılardan Se Katedral çıkacak. Katedral’e gelmeden hemen önce meraklıları, Igreja da Madalena (Madalena Kilisesi) ve Saint Anthony’s Kilisesi’ni ziyaret edebilir. Alfama’nın muhteşem seyir terasları bulunuyor. Katedral’den yola devam ettikten sonra ulaştığınız tepede iki tane birbirine yakın seyir terasları var. Bu teraslardan ilki Miraduoura De Santa Luzia. Üzerinde asmaların bulunduğu çardağın altından Tejo Nehri’ne doğru güzel görüntüler alabilirsiniz. Terasın duvarlarındaki seramikler de buraya ayrı bir güzellik katıyor. Hemen 50 metre sonra ise bir meydana geliyorsunuz. Miradourodas Portas do Sol diğer bir seyir terası. Buradan karşıdaki Portekiz evlerinin çatılarıyla uyumunun Tajo nehriyle birleşmesini seyredebilirsiniz. Fotoğraf için oldukça iyi bir nokta. Seyir terasının bulunduğu meydandaki büfeden soğuk birşeyler alıp yer bulmak zor olsa da masalarda nefis manzarayı seyrederek dinlenebilirsiniz. Benim Lizbon’daki favori en sevdiğim, oturmaktan büyük keyif aldığım yerlerin başında geliyor. Sıcak havada soğuk içkinizi yudumlarken, karşınızda rengarenk evlerin çatılarının arasından sıyrılan São Vicente de Fora Manastırı ile Panteao Nacional’ın kubbesi ve Tejo Nehri’nin oluşturduğu manzara gerçekten görülmeye değer.
Soluklandıktan sonra ara sokaklardan kaleye doğru giderken yol üzerinde bölgenin en eski evini, küçük dükkanları, restoranları görüyorsunuz. Kalenin olduğu bölgede diğer bir seyir terası olan Miradouro da Senhora do Monte’den Lizbon’a kuş bakışı genel bir bakış şansı yakalıyorsunuz. São Jorge Kalesi’ne giriş paralı. Alfama’nın arka tarafındaki bölge ise Graça, turistik olmayan, daha yerel hareketli bir bölge.
Bairro Alto’da gece hayatı
Bairro Alto, üst mahalle anlamına geliyor. Chiadoile birlikte gece hayatının nabzının attığı bölge. Geceleri hayli kalabalık, sokaklarının özellikle gençlerle dolu, şehre gelen turistlerin yoğun ilgi gösterdiği Bairro Alto, fado evleri, barlar ve eğlence mekanlarıyla gece geç saatlerde bile kalabalık. ‘Porto çalışır, Lizbon eğlenir’ diye boşuna dememişler. Gündüzleri bu sokaklarda gezinirken grafiti sevenler için görsel şölen var. Grafiti sevenler için şehrin Alfama ve Graça bölgelerinde de güzel örnekler olduğunu burada ekleyeyim. Gündüz vakti BairroAlto’ya gelmek için Baixa’dan Elevador de SantaJusta yani Santa Justa Asansörü’ne binmişseniz hemen Carmo Kilisesi’nin kalıntılarının olduğu şirin meydana geliyorsunuz. Bairro Alto’da ayrıca Lizbon’un önemli dini yapılarından Igreja de Sao Roque yani Sao Roque Kilisesi bulunuyor. Tavanı değerli taş ve mücevherlerle kaplı olduğu için dünyanın en pahalı şapeli olarak da biliniyor.
Pessoa ile kahve keyfi, en güzel manzara
Baixa ile Bairro Alto arasındaki bölgenin adı ise Chiado. Bu bölge de cafelerin, mağazaların, restoranların olduğu önemli buluşma noktalarından. Chiado’nun edebiyat severler için de ayrı bir önemi var. Portekiz’in ünlü şairi Fernando Pessoa’nun sürekli geldiği 1905 yılından bu yana faaliyet gösteren CafeBrasilleira da Chiado meydanının hemen yanında. Hatta cafenin önünde Pessoa’nın otururken bir heykeli var. Yanında da boş sandalyeye oturarak güzel bir anı fotoğrafı çekebiliyorsunuz. Chiado Meydanı’ndan aşağıya Tejo Nehrine doğru inerseniz yokuşun bittiği yerde köprünün altında pembeye boşanmış bir cadde göreceksiniz. Pink Street denilen Rua Nova do Carvalho adındaki bu sokakta barlar ve eğlence yerleri bulunuyor. Geceleri oldukça kalabalık olan bu bölgenin tarihte namı hiç de iyi değilmiş. BarioAlto’nun yukarısında ise Principe Real Caddesi ve yanında parkı var. Parkın etrafındaki tezgahlarda hediyelik güzel şeyler bulabilirsiniz. Principe Real Caddesi’nde özgün tasarımcıların butikleri ve ayrıca belki de Avrupa’daki tek saraydan yapılma EmbaiXada mini alışveriş merkezi bulunuyor.
Gece şehri seyretmeye doyamayacaksınız
Lizbon’da birçok seyir terası olduğundan bahsetmiştik. BairroAlto’daki seyir terası en ünlü ve güzel olanlardan. Miradouro de Sao Pedro de Alcantara denilen bu seyir terası iki kattan oluşuyor. Üst kattaki parkta bizim orda olduğumuz dönemde küçük ahşap dükkanlarda yiyecek ve içecek satılıyordu. Parkın sonunda ayrıca cafe bulunuyor. Buralardan aldığınız içeceklerinizi yudumlarken, karşınızda Alfama bölgesi ve Sao Jorge Kalesi’nin olduğu muhteşem şehir manzarasını izleyebilirsiniz. Hele bir de dolunay varsa gerçekten seyrine doyum olmuyor. Bu seyir terasının hemen yanında Elevador da Gloria füniküleri bulunuyor. Grafitilerle süslü bu yokuştan aşağıya inerseniz ünlü Rossio Meydanına yakınındaki Restauradores Meydanı’na ulaşıyorsunuz.
Rossio Meydanı’nda 200 yıllık cafe
Yedi tepe üzerine kurulu Lizbon’un meydanları da güzel ve hareketli. Baxia’daki meşhur alışveriş caddesi RuaAugusto’nun bir ucunda Ticaret Meydanı var demiştik. Diğer ucunda da Lizbon’un önemli meydanlarından Rossio Meydanı (Praça do Rossio) bulunuyor. Meydana adını veren Rossio, kale etrafında yaşayan halkı tanımlamak için kullanılırmış. Meydanın ortasında beyaz sutunun üzerinde aynı zamanda Brezilya Kralı olan IV. Pedro’nun heykeli olduğu için meydan IV. Pedro Meydanı olarak da biliniyor. Kralın adalet, bilgelik, güç ve ılımlık gibi özelliklerini temsilen beyaz sutunun alt kısmında 4 kadın figürü de bulunuyor.
Meydandaki fiskiyeli havuzlu çeşme, Portekiz seramiklerinden yapılmış. Meydanın en önemli özelliği ise orta çağdan bu yana buluşma noktası olması. Birçok etkinlik, yılbaşı kutlamaları, konserler bu meydanda yapılıyor. Meydanın etrafında 200 yıldan fazla süredir faaliyet gösteren Cafe Nicola ve diğer cafeler, oteller, restoranlar bulunuyor. Meydanın hemen yanında D. Maria Ulusal Tiyatrosu ve binası çok dikkat çekici tren istasyonu var.
Enginizisyon Mahkemesi ve meşhur likör
Rossio Meydanı’nın hemen yanı başındaki meydanın adı Largo de Sao Domingos. Bu meydanın şehrin ziyaret edenlerinin durak noktalarından birisi yapan ise Portekiz’in ulusal meşhur özel bir likörü olan Ginjiha. Meydandaki 1840’dan bu yana aile işletmesi olarak faaliyet gösteren tarihi Ginjiha barının önünde shot yapan insanları görebilirsiniz. Portekizler bu likörün her türlü hastalığa iyi geldiğini düşünüyormuş. Bu meydan tabii ki sadece likör içmek için değil, tarihi önemi olan bir meydan. Meydandaki Sao Domingos Kilisesi (Igreja de Sao Domingos), Lizbon’un tarih boyunca en büyük kilisesi olmuş ve taç giyme törenlerine, kraliyet düğünlerine, törenlere ev sahipliği yapmış. 1959’da itfaiyecilerin ölümüne neden olan yangın yaşayan kilise, Engizisyon Mahkemesi’nin merkezi olarak da biliniyor. Burada kurulan Engizisyon Mahkemesi’nin korkunç kararları bu kilisede alınmış, mahkumlar hemen bitişiğindeki Rossio Meydanı’nda kurulan platformlarda Engizisyon ateşlerinde yakılmış. 1506 yılındaki bu katliama karşı bir nevi af dilemek için 2008’de meydanda açılan anıt bulunuyor. Lizbon’un hoşgörü şehri olduğuna atıfta bulunan anıt 34 dilde yazılmış. Bu meydan ayrca özellikle denizaşırı yerlerden gelen Afrikalı ve Brezilyalı göçmenlerin geleneksel buluşma noktasıymış. Halen de burada buluşuyorlar.
Özgürlük Bulvarı ve parklar
Rossio Meydanı’ndan yukarıya çıkarken Lizbon’un merkezinde şehri ikiye ayıran en ünlü bulvarı Avenida da Liberdade (Özgürlük Bulvarı) bulunuyor. Bu sağlı sollu ağaçlarla kaplı bulvarda lüks markaların mağazaları, oteller bulunuyor. Bulvarın hemem başındaki Restauradores Meydanı (PraçadosRestauradores) 1640 yılında Portekiz’in İspanya’dan bağımsızlığını sağlaması anısına açılmış. Meydanın ortasındaki dikilitaşın üzerinde zaferi simgeleyen bir kaide bulunuyor.
Özgürlük Bulvarı’nın yukarı bölümünde ise Marquis de Pombal Meydanı bulunuyor. Marquis de Pombal, 18. Yüzyılda günümüzde iç işleri bakanlığına denk gelen bakanlık yapmış siyasi bir aktör. O dönemde gizli başkan olarak kabul edilen Pompal, büyük deprem sonrasında Lizbon’un yeniden inşaasında büyük rol oynamış. Pompal Meydanı’nın hemen üstünde VII. Eduardo Parkı bulunuyor. Parkın peyzajı çok güzel ve buradan Lizbon’a ve Tejo Nehri’ne farklı açıdan bakabiliyorsunuz. Yalnız merkeze yürüyerek yaklaşık 30 dakikalık mesafede olduğunu belirtmeliyim. Lizbon’da gezilecek, görülecek o kadar çok yer var ki anlat anlat bitmiyor. Eğer vaktiniz varsa Avrupa’nın en büyük ikinci akvaryumlarından biri Lizbon’da. 25 Nisan Köprüsü’ne yakın bölgede bir sanayi sitesinin kültür, sanat ve gastronomi bölgesine dönüştürülmüş LX Factory’yi ziyaret edebilirsiniz. Haftasonu kalabalık olduğu söyleniyor. Vaktiniz yoksa zaman ayırmayın derim. Yine fazla vakti olanlar için Timeout Market, görülecek yerlerden. Gastronomi ile ilgilenenler burada birçok restoranın küçük satış noktalarında aldıklarını paylaşımlı bölgede tadabiliyorlar. Kapalı bir yer olan pazarda, nakit geçmiyor, tüm alışverişler kredi kartıyla.
Kaşifler Anıtı ve Belem
Lizbon’un şehir merkezini keşfettikten sonra gelelim yakın bölgelerine. Lizbon’la özdeşleşmiş Belem, bu bölgelerin başında geliyor. Şehir Merkezi’ne tren ve diğer toplu taşıma araçlarıyla 10-15 dakikalık mesafede olan Belem bölgesinde, Kaşifler Anıtı (PadraodosDescobrimentos), Belem Kulesi, Jeronimos Manastırı (MosteirodosJeronimos) ve Santa Maria Kilisesi başlıca görülecek yerler. Tabii ki Belem Pastanesi’ne de uğramadan olmaz. Eğer Belem’e trenle gitmişseniz ki biz öyle yaptık, hemen istasyondan üst geçitten Tejo Nehri’nin kenarında görkemli yapısıyla MAAT (Sanat, Mimari ve Teknoloji Müzesi) ziyaret edilebilir.
MAAT’tan nehir kıyısından yürüyerek Kaşifler Anıtı’na geldik. Gemi şeklindeki bu anıt Portekiz’in tarihinde denizciliğin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Portekizli kaşifler ve denizciler, yeni dünya arayışlarına bu kıyılardan çıkmış ve hem ülkenin hem de dünya siyasi tarhini değiştiren keşiflere imza atmışlar. Anıt, denizciliğe verdiği destekle ün salmış Denizci Prens Henry olarak bilinen Portekiz Kralı Henrique’in 500. Ölüm yıldönümü anısına yapılmış. 52 metre yüksekliğinde, yelkenleri açmış gemi şeklindeki anıtın en önünde Denizci Henrique’nin heykeli yer alıyor. Bu arada Navigador olarak anılan Kral Henrigue, bugünkü navigasyonun da isim babası. Anıtta ayrıca Hindistan’ı keşfeden Vasco Da Gama, Brezilya’yı keşfeden Pedro Alvares ve dünyanın etrafını dolaşan Ferdinand Magellan olmak üzere Portekiz’in bu yükselen çağında önemli görevler üstlenen dönemin matematiçileri, din adamları gibi 30 kişinin kabartması bulunuyor. Ziyaretçiler asansörle anıtın en üstüne çıkabiliyor.
Anıtta bolca fotoğraf çektikten sonra Belem Kulesi’ne doğru yürüyüşe geçtik. Aynı hat üzerinde Tejo Nehri yanınızda, oturup birşeyler içebileceğiniz seyyar küçük büfelerin olduğu bir yolda yürüyorsunuz.
Güzel ve büyükçe bir parkın Tejo Nehri kenarında bulunan Belem Kulesi, ilk gördüğünüz andan itibaren güzelliğiyle sizi etkiliyor. Belem Kulesi’nin kısaca tarihinden bahsedersek, 1515-1520 yıllarında Tejo Nehrini korumak amacıyla nehrin tam ortasına inşa edilmiş. Ancak büyük depremde, nehir yatağının değişmesi nedeniyle Belem Kulesi, günümüzde kıyıda yer alıyor. Bir dönem hapishane olarak kullanılan kule, 4 katlı, 30 metre yüksekliğinde. Karma ve gösterişli bir mimari motifle oldukça süslemeli bir yapı. Kule’ye giriş ücretli ve en üst katına kadar çıkılabiliyor.
Belem Pastanesi’nde meşhur ‘nata’
Kaşifler Anıtı ve Belem Kulesi’ni gezdikten sonra Tejo Nehri kıyısından ayrılıyoruz. 5-10 dakika yürüme mesafesinde Jeronimos Manastırı’nın olduğu bölgeye geliyoruz. Portekiz’in kaşiflerine verdiği önemi burda da görüyoruz. Manastır, Vasco da Gama’nın Hindistan’dan dönüşünü anmak için yapılmış. 1501 yılda başlanmış ve 17. Yüzyıla kadar süren manastırın inşaatında her yıl 70 kilogram altın kullanıldığı söyleniyor. Giriş ücretli. Manastır komleksindekiSanta Maria Kilisesi görülmeye değer ancak kuyruk olabiliyor. Bizim şansımıza Kilisi’de bir düğün seromonisi vardı. Belem’de bu kadar dolaştıktan sonra gelelim finale. Ünü Portekiz’i aşmış Belem Pastanesi (Pasteis de Belem), Manastır’a çok yakın bir konumda. Portekiz’in ünlü tatlısı Pastel de Nata’nın çıkış yeri bu pastane. Pastanede oturmak isterseniz kuyrukta beklemeniz gerekiyor. İçerisi labirent şeklinde duvarları seramiklerle süslü tarihi bir bina. İlk defa 18. yüzyılda Katolik rahibeler tarafından yapıldığı söylenen dışı milföy katmanlarından, içinde ise krema olan bir tatlı olan Pastel de Nata, gerçekten unutamayacağınız tatlardan birisi.
Sintra
Lizbon’un yakın çevresinde görülecek yerlerin başında Sintra kasabası geliyor. Portekiz Kraliyet ailesinin yaz aylarında ikamet ettiği Sintra, yeşilliklerin arasında tepelere kurulmuş saraylar, dar tarihi sokaklarıyla şirin turistik bir kasaba. Benzer kasabaları Avrupa’nın birçok yerinde bulabilirsiniz. Burası biraz daha yeşilin içinde ve binalar daha renkli. Lizbon’dan trenle 30 km mesafede. Eğer araba kiralama imkanınız varsa Sintra dahil, birgünde Lizbon çevresinde görülecek yerleri kolayca ziyaret edebilirsiniz. Sintra’nın tam merkezinde genişçe bir meydanda Sintra Ulusal Sarayı (NationalPalace of Sintra) bulunuyor. Bu meydanın bazı bölümleri teras gibi olduğu için güzel fotoğraf çekebileceğiniz noktalar var. Hediyelik eşya satan yerler, güzel tatlıların satıldığı pastaneler, restoranlar hemen bu meydanın etrafında. Sintra’nın en ilgi çekici yeri şüphesiz Castelo da Pena (Pena Sarayı). Pena Parkı’nın içinden uzunca bir yürüme mesafesi sonrası tepedeki rengarenk Pena Sarayı’na ulaşılıyor. Biz gittiğimizde kapalı olduğu için ziyaret edemedik. Eğer vaktiniz çoksa daha birçok saray var bölgede.
Karanın bittiği okyanusun başladığı yer
Biz Sintra’dan yönümüzü okyanus kenarına çevirdik. Okyanus kıyısında Azenhas do Mark köyüne geldik. Buradaki seyir terasından hem okyanus hem de Azenhas do Mark köyünü fotoğraflama izlemek gerçekten muhteşem. Köy, okyanus kıyısında sarp kayalıkların üzerine kurulmuş karşıdan bakılınca bir küme beyaz ev olarak çok güzel görüntü sunuyor. Dik merdivenlerden köyün okyanus kıyısındaki kumluk küçük plajına iniliyor. Hemen burda duvarla örülmüş deniz suyu havuzu ayrı bir görüntü oluşturuyor. Fotoğraf çekmek ve okyanus seyretmek için gerçekten güzel bir nokta. Hemen 20 dakika mesafede ise Avrupa’nın batıdaki en ucu olarak bilinen Cabo da Roca (Roca Burnu) bulunuyor. Burasını rüzgarın daha az estiği bir zamanda ziyaret ettiyseniz gerçekten şanslısınız. 14. Yüzyıla kadar karanın bittiği denizlerin başladığı yer olarak bilinen Roca Burnu, 100 metreyi aşan yamaçla okyanusu karşılıyor. Tam burada bir de Roca Burnu Anıtı var. Üzerinde büyük bir haç yerleştirilmiş anıtın ön yüzünde Portekizli şair Luis Vaz De Camoes’in karanın bittiği yeri anlatan sözleri bulunuyor. Bölgede ayrıca bir deniz feneri, hedeyelik eşya dükkanı bulunuyor. Buradan Cabo da Roca’da bulunduğunuza dair bir sertifika alabiliyorsunuz. Burunda uçurumlar okyanusa karşı fotoğraf için güzel kareler sunuyor.
Okyanusta denize girmek
Burundan Lizbon’a doğru yolculuğumuzda Cascais’e çok yakın bir bölgede yürüme mesafesi 15-20 dakika olan Boca do Inferno’ya (Cehennemin Ağzı) geliyoruz. Okyanus’un dalgaları ve rüzgar bu doğal kayalıkları oluşturmuş. Falezler her zaman güzel görüntü verir. Burada da kayalıklardaki dalgaların girdiği mağaralar güzel görüntü veriyor. Gelelim Cascais’e. Eskiden balıkçı kasabası olan bu şirin sahil kasabasında denize girecek oldukça fazla yer var. Direkt Lizbon’dan gelmek isteyenler tek bir trenle yaklaşık 45-50 dakikada buraya ulaşabilir. Tren istasyonundan çıkınca hemen trafiğe kapalı restoranların, hediyelik eşyaların bulunduğu alışveriş caddesinin başındaki küçük, şirin plaj çok ilgi görüyor. Plaja merdivenlerle iniliyor. Denize girmeyecekseniz burada hem bir şeyler içip hem de manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Alışveriş caddesinden aşağıya doğru ana yola doğru değil, hemen deniz kenarından yürürseniz yine güzel fotoğraf çekebileceğiniz noktalar var. Bu yol da Cascais’in merkezindeki meydana çıkıyor. Buradaki plaj daha büyük. Meydandan içeriye girdiğinizde restoranlar ve dükkanlar bulunuyor. Cascais’in meşhur dondurmacısı Santini’ye mutlaka uğrayın.
Meydandaki plajın yanından yukarıya doğru 10 dakika yürüdüğünüzde başka okyanusa girilecek bir noktaya ulaşıyorsunuz. Biraz oyun parkını andıran bu bölgede okyanus dar bir boğazdan içeriye giriyor ve havuz oluşturuyor. Kanalla havuzun tam üstünde de bir köprü bulunuyor. Cascais’ten Lizbon’a doğru yol alırken diğer bir sahil kasabası Estoril’e uğruyoruz. James Bond Casino Royal gibi filmlere ev sahipliği yapmış olan casinoları ile ünlü Estoril, zenginlerin tercih ettiği bir bölge. Başlangıç noktamız Lizbon’a dönüyoruz ve unutamadığımız birkaç gün daha geçiriyoruz. Seyahatin sonunda kendimizden bir şeyleri bırakarak bu güzel şehirden ayrılıyoruz.
Lizbon seyahatini planlarken, mutlaka 3.5 saatlik mesafedeki Porto’yu da eklemeyi unutmayın.
HTGastro'da yer alan Porto yazımı bu linkten okuyabilirsiniz.
Yener Yalçın instagram hesabı: @yener_y
Yener Yalçın youtube kanalı: youtube.com/yenerinseferleri