Gizli hazine Mardin
Türkiye'nin binlerce yıllık tarihi her köşesinde görünebilen antik şehri Mardin.
Yukarıdan bakıldığında Mardin’in parıltılı beyaz altından yapıları, günümüz Suriyesinin düzlüklerine bakan teraslardan bir hat oluşturuyor. Ancak bir zamanlar kent, Fırat ve Dicle nehirleriyle çevreli Mezopotamya bölgesinin bir parçasıydı. Sümerler ve Babiller gibi kadim uygarlıkları görmüş geçirmiş olan Mardin, son derece karmaşık bir tarihi yapıya sahip.
Kadim uygarlıkların beşiği Mardin, önünde uçsuz bucaksız uzanan Mezapotamya ovasına bakan, başı göklere değen zarif ve etkileyici bir taş şehir olarak her zaman görenleri kendine hayran bıraktı. Kasımıye Medresesi, Mor Gabriel Manastırı, Kırklar Kilisesi, Ulu Cami, Mardin Müzesi, Suryani ve Ezidi köyleri görülmesi gereken yerlerinde başında geliyor.
Farklı dinlere ve dilleri ev sahipliği yapan UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde bulunan Mor Sobo Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi (Yoldath Aloho), Deyrulzafaran Manastırı, Mor Gabriel Manastırı, Mor Abai Manastırı, Mor Loozor Manastırı, Mor Yakup Manastırı, Mor Quryaqos Kilisesi ve Mor Azozo Kilisesi gibi tarihi mekanlarıyla yılın 12 ayı misafirlerini ağırlıyor.
Farklı farklı uygarlıklar
Geçmişe şöyle bir bakıldığında, hemen hemen her halk zamanın birinde Mardin’in bir parçasına sahip olmuş adeta. MÖ 150 ile MS 250 yılları arasında Nebati Araplarının evi olmuş mesela; fakat dördüncü yüzyıla gelindiğinde, kent, Asurlular tarafından kurulan önemli bir Süryani Hıristiyan yerleşimi halini almış ve sonrasında ise Romalılar ve Bizanslılar gelmiş.
11. yüzyılda, Selçuklu Türkleri kente sahip olmak için harekete geçmiş; ancak 12. yüzyılda Artuklu Beyliği’nin gelişiyle planları bozulmuş. Kökenleri Kuzey Irak’a dayanan bu haneden bu bölgede 300 yıl boyunca, Moğolların hükmü başlayana dek kontrol sahibi olmuş. Moğollar ise İran Türkmen monarşisi tarafından egemenlikten indirilmiş.
İlginç bir şekilde, 1517 yılında Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim kentin kontrolünü ele geçirdiğinde, bölgede yaşayan hatırı sayılır bir Hıristiyan nüfusu bulunuyordu. Günümüz Mardin’i işte bu çeşitli etnik ve dini kökenlerin getirdiği kendine has bir atmosfere ve tada sahip.
Bu antik şehir, bugün de geçmişi de yaşayabilen dinamik ve hayat dolu bir kent.
Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur Manastırı)
Dünya Mirası Geçici Listesi'ne eklen Mor Gabriel Manastırı'nın (Deyrulumur Manastırı) temelleri 397 yılında atılmış ve kısa sürede tamamlanmış. 615 ve 1049'da Metropolitlik Merkezi olan manastırda, Kral Arcadius zamanında Mor Şemun tarafından barınma ve dua yerleri yapılmış. Kral Theodosius (408-450) çağında lahitlerin konacağı abide evi, Meryem Ana Kilisesi, Resuller Kilisesi, Kırkşehit Kilisesi, Mor Şmuel Mabedi, kral kızı Theodora'nın Mor Şmuel tarafından iyileştirilmesi nedeniyle Theodora Kubbesi, Mor Şlemun Mabedi yapılmış.
Mor Gabriel Manastırı, Yunanistan Athos Dağı'nda kurulu herhangi bir manastırdan en az 400 yıl daha eski. Filistindeki Mor Saba Manastırı'ndan yaklaşık 80 yıl, Mısır Sinai bölgesindeki Mort Katherina Manastırı'ndan da bir buçuk asır önce. Manastır, tarihsel süreçte dönem dönem farklı isimlerle anılmış.
Yılanların kraliçesi: Şahmaran
Yarı yılan yarı kadın biçimindeki mitolojik yaratık Şahmaran, ismini Farsçadan alıyor. Şah “kral” anlamına geliyor (ya da bu durumda kraliçe), "mar" ise yılan anlamında; yani Şahmeran yılanların kraliçesi anlamında kullanılıyor. Anadolu folkloruna göre, kendisi Mardin’de yaşamış.
Efsaneye göre, binlerce yıl önce yerin yedi kat altında yaşayan yılanlar vardı. Meran adı verilen bu yılanlar barış içinde yaşıyordu. Meranların kraliçesi Şahmeran genç ve güzel bir kadındı. Şahmaranı gören ilk insan Cemşab fakir bir ailenin oğluydu. Bir gün Cemşab ve arkadaşları bal dolu bir mağara keşfetmiş. Balı çıkarmak için Cemşab'ı aşağıya indiren arkadaşları paylarına daha çok bal düşmesi için onu orada bırakıp kaçmış. Cemşab mağarada bir delik görmüş ve buradan ışık sızdığını farketmiş. Cebindeki bıçak ile deliği büyütünce, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçe görmüş. Bu bahçede eşi benzeri olmayan çiçekler, havuz ve pek çok yılan görmüş. Uzun yıllar burada yaşamış ve Şahmaran'ın güvenini kazanmış.
Yıllar sonra, ailesini çok özlediğini söyleyip gitmek için yalvarmış. Bunun üzerine Şahmaran kendisini salıvereceğini, ancak yerini kimseye söylemeyeceğine dair söz vermesini istemiş. Şahmaran'a söz verip ailesine kavuşan Cemşab uzun yıllar verdiği sözde durarak Şahmaran'ın yerini kimseye söylememiş. Bir gün ülkenin padişahı hastalanmış. Ülkenin veziri hastalığın çaresinin Şahmaran'ın etini yemek olduğunu söylemiş ve her yere haber salınmış. Cemşab kuyunun yerini söylemeye zorlanmış. Cemşab mecbur kalıp kuyunun yerini gösterince Şahmaran bulunup dışarı çıkarılmış. Şahmaran Cemşab'a; "Beni toprak çanakta kaynatıp suyumu Vezire içir, etimi de Padişaha yedir" demiş. Böylece vezir ölmüş padişah da iyileşip Cemşab'ı veziri yapmış.
Efsane bu şekilde...
Mor Benham ya da Kırklar Kilisesi
Mor Behram olarak da bilinen Kırklar Kilisesi örneğin, yedi Süryani Ortodoks kilisesinden biri. MS 569 yılında inşa edilmiş olan kilise 40 Şehit Kilisesi olarak da biliniyor ve bu adı 1170 yılında buraya getirilen 40 şehidin kalıntılarından alıyor.
Mimari açıdan bakıldığında, kilise, basitliğin dışa vurumu gibi adeta. Tepesinde bir haç olan zarif kubbeli çan kulesi, altından taş duvarlarla çevrili dikdörtgen bir avluda bulunuyor. İçeride ise Arami Hristiyanları tarafından 700 yıldan fazladır sürdürülen gelenekler hala düzenli bir şekilde insanların hizmetine sunuluyor.
Zinciriye Medresesi
Artuklu döneminin görkemli mimari örneklerinden bir diğeri 1385 yılında inşa edilmiş olan Zinciriye Medresesi. İsa Bey Medresesi olarak da bilinen eğitim kurumu, taş yontmacılığının nefis örneklerini içeren muhteşem bir girişe sahip. Taş kubbelerin oluklu yapısı onları havadan daha hafifmiş gibi gösteriyor. Yemyeşil bahçelerin gösterdiği yolun sonunda ise Mekke'ye doğru bakan süslü mihrabıyla küçük bir cami bulunuyor.
Deyrulzafaran Manastırı
Şehrin birkaç kilometre dışındaki kasvetli ama heybetli Deyrulzafaran Manastırı ve Süryani Ortodoks Patrikhanesinin orijinal merkezi de görmeden geçmemeniz gerekenlerden. Geniş mi geniş duvarlarıyla büyüleyen yapı, yalnızca güneşe tapınmaya adanmış bir bölgeye inşa edilmiş.
Manastır, MÖ Güneş Tapınağı, daha sonra da Romalılar tarafından kale olarak kullanılan bir kompleks üzerine inşa edildi. Romalılar bölgeden çekilince Aziz Şleymun bazı azizlerin kemiklerini buraya getirterek kaleyi manastıra çevirdi. Bu nedenle Manastır, önceleri Mor Şleymun Manastırı olarak biliniyordu. Mardin ve Kefertüth Metropoliti Aziz Hananyo’nun 793 yılından başlayarak büyük bir tadilat yapmasından sonra Manastır onun adıyla, Mor Hananyo Manastırı olarak bilindi. 15. yüzyıldan sonra da Manastır’ın etrafında yetişen zafaran (safran) bitkisinden dolayı Manastır, Deyrulzafaran (Safran Manastırı) adı ile anılmaya başlandı. Manastır bugün de Süryani Kilisesi’nin önemli dini merkezlerinden biridir. Mardin Metropoliti’nin ikametgahı olan Deyrulzafaran Manastırı, dünyanın dört bir yanına dağılmış Süryaniler tarafından dua ve bereket almak için ziyaret edilir. Yine binlerce yerli ve yabancı turist, kısa veya uzun bir yol kat ederek manastırı ziyaret etmektedirler.
Persler tarafından yıkılmış ve sonrasında 14. yüzyılda Moğollar tarafından yağmalanmış olsa da orijinal yeraltı mabedi varlığını hala koruyor. Burada rehberli turlar aracılığıyla 300 yıllık oyma ahşap kapılardan geçip Süryanice yazıları okumaya çalışabilir, yüzyıllar önce yapılmış ahşap tahtları görebilir, İncil’den sahnelerin elde işlenmiş zarif nakışlarını ve benzeri dini aksesuarları inceleyebilirsiniz.
Dara Antik Kenti
Mardin'in hemen dışında, 1986 yılından beri Dara’da yürütülen kazılarda önemli bir Doğu Roma askeri kent gün yüzüne çıkarılıyor. Elde edilen bulgular son derece zengin. Örneğin en son geçmişi 6. yüzyıla kadar dayanan bir zeytin atölyesi bulundu. Bu keşif, şehrin askeri anlaşmazlıklarla dolu tarihinin yanı sıra önemli bir zeytinyağı üretim ve ticaret merkezi olduğunu ortaya koyuyor.
Dara Zindanları (Babil'in zindanları)
Mezopotamya'nın orijinal sulama sistemlerinden geri kalan birçok yeraltı sarnıcı da ziyarete açık. Hatta bir tanesi o kadar devasa ki yerli halk tarafından zindan olarak tanımlanıyor ve zamanında bir hapishane olarak kullanıldığına dair hikayeler anlatılıyor.
İzmir'deki Efes Antik Kenti'ne benzerliği nedeniyle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin 'Efes'i olarak bilinen, Doğu Roma İmparatorluğu'nun, sınırını Sasanilere karşı korumak amacıyla kurduğu Mardin'deki Dara Antik kentinde bulunan zindanlar her sene ziyaretçi akınına uğruyor.
Abdüllatif Cami
1371’de Artuklu sultanlarından Melik Salih ve Melik Muzaffer zamanında görev almış Abdüllatif bin Abdullah tarafından, minaresi Mısır Valisi Muhammed Ziya Tayyar Paşa tarafından inşa ettirilmiş. Abdüllatif Caminin dekorasyonu kiliselerin sadeliği ile göz alıcı bir kontrast yaratır. Caminin iki büyük kapısı o kadar incelikle işlenmiş ki taştan yapıldıklarına inanmak gerçekten zor. Gömülü bir damlataşı oyma, tasarımın merkezini oluşturuyor; çevresi ise dikey ve yatay desenlerle bezenmiş taş işlemeleriyle dolu.
Mardin Şehir Müzesi
Ermeni mimar Elyas Lole tarafından 1890 yılında inşa edilen süvari kışlası ise şu anda Sakıp Sabancı Mardin Şehir Müzesine ev sahipliği yapıyor. Müze, gerçek hayattan çıkmış gibi görünen tabloları ve çağdaş sergileri ile Mardin’in günlük hayatının hem geçmişine hem de bugününe ışık tutuyor.
Mardin Müzesi
Eski Süryani Katolik Patrikhanesi’nde bulunan Mardin Müzesinde Mezopotamya ve Asur kalıntıları, Roma mozaikleri ve Osmanlıdan kalan eşyaları ile şehrin antik tarihi gözler önüne seriliyor.
Mardin Ulu Cami
Mardin'de nereye giderseniz gidin baş döndüren manzaralar önünüzü kesiyor. Ulu cami örneğin, Selçuklu, Artuk ve Osmanlı süslemeleri ile bezenmiş ayaktaki tek minaresiyle ziyaretçilerin akınına uğruyor. Detaylara verilen bu saplantılı önem, özellikle telkâri sanatında gösteriyor kendini; tel işlemeden yapılan bu gümüş mücevherler bölgedeki dükkanların çoğunda satılıyor, genelde komşu Midyat’taki aile işletmelerinde üretilseler de... Farklı medeniyetlere ait çok sayıda tarihi yapıyı bünyesinde barındıran Mardin'de, 845 yıllık Ulu Cami, duvarına işlenen ve kentte vergilerin kaldırıldığını bildiren kararların yazılı olduğu "Vergi Muafiyet Kitabesi"yle dikkati çekiyor.
Mardin Kalesi
Şehrin bir diğer önemli ziyaret noktası, Mardin kalesi; Roma döneminde şehir Marida olarak adlandırılıyordu, antik Neo-Arami dilinde "kale" anlamında. Kale, şehrin oldukça yüksek bir noktasında bulunuyor ve şehirden bağlanan yürüyüş yolu neredeyse tüm kapılara geçit verse de kale ziyarete açık değil.
Süryani lezzetleri
Şehrin ziyaretçilerine sunduğu bir diğer keyif unsuru ise leziz mi leziz Süryani yemekleri, yöresel yemekler ve şarap türleri. Yerel şarap üreticilerinin çoğu Süryani ve bu üreticiler antik gelenekleri sürdürerek yerel üzümlerle ülkenin hiçbir yerinde bulunamayan muhteşem şaraplar üretiyorlar. Mardin’in çok kültürlü yapısına saygı duruşu gibi adeta… Mardin mutfağında yemekler biberli, salçalı ve bol baharatlı. Et ağırlıklı menülere sahip Mardin mutfağında yemeklerin gümüş veya bakır tepsilerde servis edildiğine şahit olabilirsiniz. Kibbe dolması, lebeniye çorbası, genadir çorbası, harire tatlısı, kuru patlıcan dolması, accin, zingil tatlısı, kişk çorbası, kahiye tatlısı, Mardin çöreği(kiliçe), çağla yemeği, muhammara, sembusek, cevizli börek, peynir helvası, kaburga dolması, ikbebet, soğanlı Mardin kebabı ya da haşlama içli köfte Mardin’de deneyebileceğiniz yöresel lezzetlerden.