Korkut Boratav: Dünyayı sert bir finansal kriz ve toplumsal bunalım bekliyor
Kübra Par, koronavirüs sonrası nasıl bir dünyanın şekilleneceğine ilişkin röportaj dizisine Korkut Boratav ile devam etti. Boratav, "2. Dünya Savaşı sonrası gibi 'Altın Çağ'a dönmeye ihtiyacımız var" dedi
Kimi ekonomistler, koronovirüsün yarattığı maliyetin 2008’deki krizden daha ağır bir tabloya neden olabileceğini söylüyor. Türkiye’nin de aralarında olduğu pek çok devlet ekonomik tedbir paketleri açıklıyor. İşte bu ortamda geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki bir grup sosyal bilimci koronovirüs salgınının yaratacağı ekonomik yıkıma karşı 22 maddelik bir bildiri yayımladı. Bildiride, özel hastanelerin ve zora giren sektörlerdeki firmaların kamulaştırılması ve servet vergisi getirilmesi gibi radikal öneriler de yer alıyor.
Bildiriye imza atan Prof. Dr. Korkut Boratav’a “Bu talepleriniz yaşadığımız dönemde gerçekten uygulanabilir mi?” diye sordum ve koronadan sonra küresel ekonominin geleceğine dair öngörülerini anlatmasını istedim.
Bir grup iktisatçı ve sosyal bilimci bir araya gelerek, Korona salgınının yaratacağı ekonomik yıkıma karşı 22 maddelik bir bildiri yayımladınız ve kamulaştırmalara gidilmesi çağrısında bulundunuz. Salgın boyunca doğal gaz, elektrik, su ve internetin ücretsiz sağlanmasını, doğal gaz ve elektrikte dağıtım hizmetlerinin ve özel hastanelerin kamulaştırılmasını talep ediyorsunuz. Türkiye ekonomisi bu süreçte bu önlemleri alabilecek güçte mi? Kulağa gayet iyi gelen bu önerilerinizi pratikte hayata geçirmek mümkün mü?
Neoliberalizmin kırk yıllık yıkıcı etkilerine ve AKP’li yıllarda Türkiye’nin aşırı artan dış bağımlılığına rağmen Türkiye, salgının tetiklediği ek bunalımı atlatabilir. Bizim önerilerimizde yer alan “Sadece sağlık harcamalarından ve salgın ortamında yurttaşlara, emekçilere dönük doğrudan ayni ve nakdi desteklerden oluşan olağandışı bir harcama programı” hayata geçirilebilir. Nasıl? Cumhurbaşkanı’nın 18 Mart’ta ilan ettiği teşvik paketine ayrılacağı iddia edilen 100 milyar TL; İşsizlik Sigortası Fonu, bedelli askerlik ödemeleri gibi hükümetin tasarrufundaki tüm bütçe-dışı fonlar; Kanal İstanbul için bu yıl harcanması düşünülen tüm kaynaklar bu hedeflere tahsis edilmeli. Ayrıca, bizim çağrımızda yer alan, “Salgın sürdükçe bütçe açığı kaygısı geçerli olamaz; merkezi bütçe harcamaları gerekirse TCMB avanslarıyla karşılanması sağlanabilir” önerisi benimsenmeli. Bu katkılara salgın süresiyle sınırlı “olağan-dışı bir servet vergisi” seçeneği de eklenmeli... Toplam talep yetersizliği ekonomiyi, bugünkü gibi üretim potansiyelinin çok altına çekmişse, bu tür bir önlemler paketi enflasyonist değildir. Öncelik insanları, emekçileri yeniden üretici ve tüketici konumlarına döndürmektir.
‘KAMULAŞTIRMA ÖNERİMİZ SALGIN DÖNEMİYLE SINIRLI’
Bildirinizdeki kimi maddeler dikkat çekici hatta radikal... “İstihdamı korumak amacıyla, 100`den fazla işçi çalıştıran şirketlerin kapanmasına izin verilmemeli, gerekirse kamulaştırma yoluna gidilmeli, bu amaçla KİT gibi kuruluşlar eski işletmeci işlevlerini üstlenmelidir” diyorsunuz. Kastettiğiniz geçici bir kamulaştırma mı?
Çağrımızda değindiğimiz ve keza özel hastaneleri de kapsayan kamulaştırma önerisi, tüm diğer öneriler gibi salgın dönemi ile sınırlı. Sonrasını tartışacak ortamda değiliz.
Bildirinizde en dikkat çeken önerilerden biri de bu süreçte devlete gelir sağlamak amacıyla servet vergisi uygulanmasını önermeniz. 2. Dünya savaşına karşı tedbiren uygulanan Varlık vergisi ve yaşanan acı tecrübeler geliyor doğrusu akla… Servet vergisi yaşadığımız dönemde uygulanabilir bir öneri mi?
Varlık vergisi ilke olarak doğruydu; uygulanmasında ağır yanlışlıklar oldu. Takdir Komisyonları’na verilen geniş yetki nedeniyle gayrimüslim azınlığın aleyhine adaletsizliklere yol açtı; ama olağan-dışı ortamlarda önemli bir kamu gelir kaynağı olabileceği de kanıtlandı. İktidarın şu anda ertelemiş olduğu lüks konut vergisi de bu tür bir vergi sayılabilir. Bu da gösteriyor ki bugün dahi salgın dönemi boyunca uygulanması mümkündür.
‘2. DÜNYA SAVAŞI SONRASI GİBİ “ALTIN ÇAĞ”A DÖNMEYE İHTİYACIMIZ VAR’
Bildirinizde “Bugün tüm dünya sağlığın, eğitimin, temel ihtiyaç maddeleri üretiminin piyasa süreçlerine terk edilmesinin bedelini ödüyor. Artık neoliberal ezberlerin terk edilmesinin; kamuculuk, planlama, toplumsal dayanışma gibi kavramların tekrar benimsenmesinin zamanı geldi de geçiyor” diyorsunuz. Gerçekten de son birkaç haftada neo-liberal ekonomi politikaların eleştirildiği pek çok analiz kaleme alındı. Koronavirüsten sonra serbest piyasa ekonomisi yerine topyekûn devletçi yahut kısmen regüle edilen Keynesci bir iktisadi perspektife geçiş ihtimalini görüyor musunuz?
Bu dönemeç, kapitalizmin hayatiyetini sürdürebilmesi için sizin değindiğiniz Keynesci seçeneği kaçınılmaz kılıyor. Bu seçenek, aynı zamanda kapitalizmin 1945-1979 yıllarına damgasını vuran “Altın Çağ”a, farklı bir ifadeyle refah devleti ortamına da dönüş anlamı taşır. O yıllar, kapitalizmin merkezi ile çevresi arasındaki ilişkileri düzenleyen uluslararası Keynescilik ile de eş-zamanlıdır. Doğrusu o altın çağa dönmeye ihtiyacımız var.
‘KOMÜNİZMİN KENDİSİ DEĞİL, AMA “TEDBİRLERİ” GEREKLİ’
Slavoj Zizek koronaya karşı en etkili mücadele biçiminin küresel bir komünizm inşa etmekten geçtiğini öne sürüyor. Geçen hafta yaptığımız röportajda kendisine bunun pratikte nasıl mümkün olacağını sorduğumda bana “uluslararası işbirliği, devletin piyasaya şimdikinden fazla doğrudan müdahalesi, binlerce kişinin mobilizasyonu gibi bir seri öneri ve önlemleri içeren küresel Komünist tedbirlere ihtiyaç var" dedi. Zizek’in bu iddiası ütopya mı yoksa mümkün mü?
Kapitalizmin bahsettiğimiz tarzda bir dönüşüm geçirebilmesi için sistem dışı etkili bir muhalefet gerekli. Zizek buna “komünist tedbirler” diyorsa, niye itiraz edeyim? Komünizmin kendisi değil, ama “tedbirleri” hayata geçmiş olur. Aynen, 1945 sonrasında “komünizmin reel sosyalizm biçimi içindeki hayaleti” sayesinde kapitalizmin Altın Çağı gerçekleşti. Bir devrim olmaksızın gerçekleşen bu dönüşüme komünizmle aynı tarihsel kökenden gelen sosyal demokrat partilerin de katkısı oldu. Zizek, belki de bu Altın Çağ’ın gerçek komünizme dönüşümünü umuyordur. Ne güzel!
Bugünün egemen güç odakları, bu seçeneğe yönelmezse, kapitalizmin hayatiyetini sürdürebilmesi imkânsız olur. O zaman bir dizi çalkantı, çürüme, çöküntü gündeme gelir. “İnsan insanın kurdu” olur; sonrasında toplumlardan, sistemlerden söz edemeyiz. Yani, geçen yüzyılda Rosa Lüksemburg’un dediği gibi ya sosyalizm ya barbarlık…
'EMPERYALİZMİ UNUTTURMAK İÇİN ‘KÜRESELLEŞME’ DİYE ADLANDIRDILAR'
Petrol fiyatları 4 yılın en düşük seviyesine indi. Çin’in dev fabrikaları haftalarca üretimi durdurdu. Kimi ekonomistler, koronovirüsün yarattığı maliyetin 2008’deki krizden daha ağır bir tabloya neden olabileceğini söylüyor. Ekonomist Branko Milanovic Foreign Affairs için kaleme aldığı bir yazıda Korona’nın küresel ekonominin doğasını kökten değiştireceğini öne sürüyor. Koronovirüsün küresel ekonomiye etkisi nasıl olacak?
Batı’nın Koronavirüs salgınına karşı ilk tepkisi merkez bankalarının “sınırsız likidite pompalaması” oldu; cankurtaran geleneksel / Keynes’ci maliye politikaları oldu. Türkiye gibi gelişmekte olan, “yükselen” ekonomiler de, aynı güzergâhı izlemek zorunda kalacaklar. Biz aynı öneriyi erkenden yapıyoruz. Salgın son bulduğunda uluslararası finans kapital, ödenemeyecek borçların tetikleyeceği zincirleme krizlerle yüzleşecek.
Bu gerilimi başka eklentiler de artırıyor: Trump’ın tetiklediği ABD-Çin ticaret savaşı; AB’nin teknoloji alanında ve Kemer-Yol projelerinde Çin’e karşı bu savaşa katılımı; koronavirüs salgınıyla eş-zamanlı patlak veren Suudi-Rusya petrol savaşı; uluslararası meta zincirlerinin, salgının Çin’de başlaması sonunda belki de kalıcı olarak sarsılması ve “Güney” coğrafyasından hızlı sermaye çıkışları gibi… Sert bir finansal kriz ve salgının da beslediği bir toplumsal bunalım gündemde...
ABD ve AB, Çin’le işbirliği yerine hegemonya savaşına yöneldi. Tabloyu tamamlamak için emperyalizmin kanlı ve yıkıcı Orta Doğu saldırganlığında ısrarını da ekleyin. Yirmi yıl boyunca sonsuz kan döküldü; Orta Doğu topluları mahvedildi. İslam dünyasında laik, Latin Amerika’da, Yunanistan’da solcu iktidarlara karşı rejim değiştirme operasyonlarına öncelik verildi. Bu yıkım operasyonları ve neoliberal politikalar Üçüncü Dünya’daki yoksullaştırmayı yoğunlaştırdı. Sonuç, ABD-Meksika, Libya-İtalya, Cebelitarık ve Türkiye-Yunanistan sınırlarında ortaya çıkan göçmen trajedileridir.
Bir de utanmadan “emperyalizm” kavramını ve olgusunu unutturmak için bu dünyayı “küreselleşme” diye adlandırdılar. Böyle bir dünyayı sürdürmek mümkün olabilir mi? Emperyalizm evcilleşemez. Bu lekeli sicil ile bütünleşmiş bir uluslararası düzen sürdürülemez…
En iyimser seçenek, olası bir Çin hegemonyasının, 1945 sonrasının Altın Çağı’nı andıran bir uluslararası düzene kapıyı aralamasıdır. Aksi halde, çürüme, dağılma, çöküntü… Uluslararası düzlemde de 1917-1918’de gündeme gelen seçeneğe dönüyoruz: Ya sosyalizm ya barbarlık… Zizek “sosyalizm” yerine “komünizm” demeyi yeğliyor; niye olmasın?